Uzun Süre Sonra İstanbul'dan Ankara'ya Gelen Birinden İki Şehir Arasındaki Farklar

Ankara'nın İstanbul'dan hangi konularda ve ne derece farklı olduğunu madde madde anlatan bir gözlem yazısı.
Uzun Süre Sonra İstanbul'dan Ankara'ya Gelen Birinden İki Şehir Arasındaki Farklar
iStock

uzun, çok uzun bir süre sonra ankara'ya tekrar gelince kendimi soundtrack'i max fm olan, imdb puanı çok yüksek olmayan ama keyifli bir akıcılıktaki amerikan yol filmlerinin birinde hissetmekten kendimi alamadım. etrafımdaki birkaç kişiye bahsettim, kimisi istanbul'a kimisi paris'e, new york'a gittiğinde bu tarz bir "filmin içinde yaşıyorum" hissi aldığını söyledi.

tabi uzun zamandır burada olmayınca insan pek çok şeyi aynı anda fark ediyor

1. istanbul'da insanlar arasındaki sosyo-ekonomik uçurumun ne kadar açıldığını fark ediyorsunuz. cadde'deki new balance'ın 2600tl olmuş aşırı popüler ayakkabısı için olan kuyruklara bakıyorum, ankara'da kimsenin ayağında bu modeli görmemiş olmama bakıyorum. buna gerçekten çok şaşırdım. burada "çok pahalı" görmüyorum, park caddesi'nden çukurambar ve tunalı hilmi'ye kadar gördüğüm "çok pahalı"lar bile çok pahalı değilmiş gibi hissettiriyor.

2. ankara, okulların açılması ile birlikte yine öğrenci yoğun bir şehir haline geldiği için genel "salaşlık" halini daha belirgin bir şekilde görüyorum. istanbul'da, bilhassa beyaz yakalıların yoğun takıldığı kesimlerdeki "tarz, stil sahibi olma" baskısını ankara'dan bakınca fark ediyorsunuz. ankara'da doğal bir akış var, eskiden de böyleydi hala böyle: insanlar gayet normal olabiliyor, sıradan görünebiliyor ve bununla gayet memnunlar. istanbul'da evler bile "tarz" olmalı sanki.


3.
ankara'da hayat çok öngörülebilir devam ediyor: cuma mesai bitince mesai gerçekten de bitiyor ve ankaralılar hafta sonu alışveriş merkezi gezip kebapçı deneyen, üzerine üçüncü dalga kahvecileri gezen yeni bir modele geçiş yapıyor. burada çoğu insanın yaptığı işle ilgili "daha iyi olma" hırsı yok gibi görünüyor. olması için bir neden de hissedilmiyor. bir arkadaşım burayı "(kadın/erkek fark etmeksizin) bir memur ya da savunma sanayi çalışanı ile evlenip çocuk büyüteyim şehri" olarak tanımlar sürekli. hayatta hep bir koşturma, bir yerlere yetişme hissi içerisinde olmak istiyorsanız bu şehir doğru bir yer değil.

4. ankara'daki kitapçılara gidince insanda doğal bir "geleceğe güvenme" hissi oluşuyor. istanbul'daki bilinen bilinmeyen, kitapçısı sahafı pek çok yerini gezmeme rağmen ankara'da sıradan bir dost'a gidince oluşan umut hissini hiçbir yerde oluşturamıyorum. dost'ta öğrencileri ve yetişkinleri görmek, "iyi bir şeyler olacak, iyi bir şeyin içerisindeyim" hissi veriyor. kitap çeşidi çok daha fazla, popüler olmayan yayınlara fiziki olarak ulaşabilmek daha kolay.

5. altınızda bir araba varsa ankara'yı genel olarak bir günde dolaşabiliyorsunuz, ardından her ankaralı gibi bu yerlere "anlam yükleyerek" tekrar dolaşmaya başlıyorsunuz: "şurası közlenmiş patlıcanlı pizzası ile meşhur -x ile yemiştik", "şuranın şu kahvesi", "şurada her akşam birini beklerdik", "şurası ilk açıldığında fotoğrafını çekmiştim" vs vs vs. istanbul'da istanbul'un tarihini gezerken, ankara'da dolaşırken kendi tarihinizi geziyorsunuz.


6.
istanbul'un bazı bölgelerinde sağlıklı yaşam ya da spor için ne kadar uğraşıldığını görüyorsunuz: fit yemekler çok önemli, koşu parkurları, bisikletliler, sürekli bir trekking arayışı... ankara'da hayat bundan çok uzak: pek çok düz bölgesi olmasına rağmen bisiklet kültürü çok zayıf, insanlar yürüyüş yapıyorlar ancak arada bir yürüyüş yapmak için, bir sağlıklı yaşam takıntısı sebebiyle değil.

7. ankara'daki müdavim kültürü muazzam bir şehir atmosferi oluşturuyor. burada genel olarak insanların "iyi" olduğu varsayımı ile hareket ediyorsunuz, istanbul'a göre bir nebze daha güvende hissediyorsunuz.

son olarak

başta da söylediğim gibi, ankara analog bir trenle gelinebilen enteresan bir simülasyon gibi: sürekli aynı şeyleri maxfm müzikleri sponsorluğunda tekrar tekrar yaşayıp farklı hazlar almaya çalışıyorsunuz ve size durağan, ortalama bir mutluluk ve refah seviyesi sağlıyor...