Yakalanma Korkusu, Konforsuzluk, Heyecan: Bizzat Yaşayanlardan Arabada Seks Hikayeleri

Arabada seks yapan insanlar kendi hikayelerini anlatıyor.
Yakalanma Korkusu, Konforsuzluk, Heyecan: Bizzat Yaşayanlardan Arabada Seks Hikayeleri
Titanic (1997)

"arabada seks yapmak..."

henüz yeni atanmıştım. yaşım çok genç. bu eylemi o dönemki kız arkadaşımla yaparken polise yakalandık. sözleşmeli personelim, henüz kadro almamışım. başımdan aşağı kaynar sular döküldü. o dönem bizi korkuturlardı "sözleşme feshediliyor böyle durumlarda" diye. doğru mu yanlış mı halen bilmiyorum. polisler çok anlayışlı çıktı. meğerse uyuşturucu kullanmamızdan şüphelenmişler. bulunduğumuz arazi tinercilerin, uyuşturucuların mekan bellediği bir yer. "yalnız kalmak istiyorsanız x tarafına gidin" diyerek konum vermişti. çok kral adamdı :)

kız arkadaşımla bu olayın üzerinden uzun zaman sonra nişan yapmıştık. ama bozuldu nişan. şimdi ne arabam var ne de kadınım...

bu eylem yüzünden babamdan çok şahane ayar yemiştim

akdeniz'in incisi, medeniyetin başkenti anamur'u bilenler için söylüyorum; cerenler mevki ile toroskent sitesi arasında kalan ve günah yolu olarak da adlandırılan bölgede gerçekleşen aksiyonun ertesinde sabah babamla çarşıya gitmek için arabaya bindik. geri giderken arkaya bakmak için dönen babam arka koltukta doğmamış evlatlarımın bıraktığı lekeler ile karşılaştı. o ara bir arkadaşımın yeğeni olmuştu. ben de "dün yolda hamdi ile yeğenini gördüm arabaya aldım . bebek yolda kustu. sildim ama geçiremedim lekeleri, bugün arabayı yıkamaya götüreceğim." dedim. hoca da durur mu yapıştırdı cevabı: "o hamdi'nin yeğenine söyle de gibişecekse gelsin insan gibi evin anahtarını istesin. yol kenarlarında g*tünü kestirecek bir gün..." hey yavrum heyyamola...

arabada seks yapmaya dair bir hikayeyi paylaşmak isterim

kuzenim anlatırdı. bir zamanlar anadolu'da askerlik görevini ifa ederken, mazın bir yerde bir araba görürler. araba basit harmonik hareketlerle titreşmektedir. yaklaşırlar ki malum durumla karşılaşırlar.

adam toparlanır ve bir süre sonra aşağı iner. bakarlar ki görev yaptığı bölgede köyün önde gelenlerinden tanıdık bir sima. duruma şaşırırlar. çünkü adamı tanıyorlardır ve hiç böyle bir şey beklemiyorlardır. vaziyet o ki adam arabadakinin karısı olduğunu söyler. durum daha da ilginçleşir. gerçekten de arabadaki karısıdır.

tabii bir anlam veremezler. adam mahçup bir şekilde, utana sıkıla durumu anlatır. evliliklerinde heyecan kalmadığını, ancak bu şekilde yakalanma korkusu ile yaptıklarında heyecan dolu olduklarını anlatır da anlatır. gayet de samimidir anlattıkları.

demem o ki bu hikayeyi dinledikten sonra nerede sotede bir araba görsem bu hikaye ve yaşanılanlar aklıma gelir. arabada seksin evlilik kurtarmak gibi bir işlevi de vardır a dostlar bunu unutmayın.

arabada seks, eh işte gençlik dedirtir

o zamanlar ateş gibiyiz, dokunmadan bile yakıyoruz hatta kıvılcım bile çıkartıyoruz. aileyle yaşıyoruz, eve nasıl götürelim? otele gidemiyoruz para sıkıntısı ve kızın mırın kırın yapması söz konusu. neyse altımızda araba var, 4 tekerlekli otel. benzin fiyatları ucuz olmalı çünkü 1,6 benzinli arabam var ve benzin hiç sorun olmuyor. ancak fazla uzaklaşmamak gerek ki kızı evden ararlarsa hemen uçarak yetiştirelim.

yakın bir yerde bir site var ve yüksek duvarları. genelde otopark olarak kullanılıyor. burayı keşfettik haftanın 3 günü buluşuyoruz en az 2 gün buradayız... sonra havaların ısınmasıyla buranın çevresinde çocuklar top oynamaya başladı. yavaştan volta alta zamanı geldi.

derken yine bir gün buluştuk ve yer bakıyoruz. 1 saate yakın gezdik en son baktık olmuyor yolun kenarında arabaların (tır ve otobüsler sağda duruyordu) aralarına girdik. el frenini çekip motoru kapattım. zaten 1 saati aşmış geziyoruz başladık öpüşmeye ama yok insan bir etrafına bakar değil mi? tabi gözü dönünce insan hiç bir boku görmüyor. 1 belki 2 dakika bile geçmeden biz hala öpüşme dokunma aşamasındayken cama biri tık tık vurdu. ister istemez insan dünyaya dönüyor. elinde fener olan birisi içeri bakıyor. hah bir bu eksikti amk. gerçi hala kıyafetler üstümüzde ama biz nedense tek koltuğu kullanmaya başlamışız. kıyafetler yamulmuş, düğmeler açık, rotamız şaşmış rezalet.

camı aç diyor, camı indirmekle indirmemek arasındayım o sıra adam arka koltuğa bakıyor (grup çalışması sandı galiba) ve polis olduğunu anlıyorum. az da olsa rahatlattı, camı indirdim. "gençler ne yapıyorsunuz burada" dedi. hadi cevap ver. hala tek koltuktayız ne yapıyor gibi görünüyoruz? "tam sevişiyorduk, son düzlüğe girip nefes nefese olayı tamamlayacaktık ama içine sıçtın" diyemedik tabi sustuk kaldık amk ayrıca gözüme gözüme tutuyor ışığı. hayır kız hala kucağımda ben polisle muhabbette, nasıl mantıklı bir yalan söyleyeyim ne diyeyim?

evrak, kimlik kontrolü yaptı. koltukları ayırmışsınız hadi şimdi kaybolun bir daha gözüme görünmeyin diyerek sepetledi ve yırttık. uzun lafın kısası az da olsa çevrenize bakmanızda yarar var.

sene 99 falan, yaş 21 civarı...

o zamanki kız arkadaşımla arabada turluyoruz istanbul, anadolu yakasında. kanımız kaynıyor tabii ama özgürce baş başa kalacak bir yerimiz ya da müsait bir evimiz yok.

ilk defa o akşam fark ediyorum ki, istanbul il sınırları içerisinde, özellikle merkezlere yakın lokasyonlarda, arabayı kenara çekip rahatsız edilmeden gözlerden uzak zaman geçirecek bir yer bulmak, zor zanaat. nüfusu az olan yol kenarlarında, ya arabayla üzerinden geçilemeyecek genişlikte yağmur olukları, ya bariyerler ve adalar var; kalan yerlerde de, eylem planımıza ters insan ve araç kalabalığı. zaman da kısıtlı, araba babadan ödünç, kızı da manalı bir saatte evine, ailesine bırakmam lazım.

bu amaçla kadıköy'den yola çıkıp, önce sahilden kalamış, fenerbahçe ve göztepe, ardından e5, e6, oradan üst bostancı, dudullu, ümraniye derken, şile yoluna kadar sürdüm. bu bahsettiğim, o zaman bile, cumartesi akşam trafiğinde 1-1,5 saatlik yol. sıkıldık yer bulacağız diye. ama o kadar hırs yapmışım ki, arabayı kenara çekecek bir yer bulamazsam, trafikte dalacam rakibime, az kalmış...

neyse, şile yolunda, sağda bir orman yolu girişi buldum. kapkaranlık, nereye çıktığı meçhul. girdim ve bi 500-600 mt kadar da sürdüm. zifiri zindan, bir tarlanın ortasında bulduk kendimizi. her şey hayalimdeki gibi. ön koltukları mümkün olduğunca öne çekip, arka koltukta iki kişinin güreşebileceği müsait ortamı hazırladım ve mücadeleye başladık. tam allah babanın doğarken bize münasip gördüğü kıyafetlerimize kavuşmuş, spora doyma yoluna girmişken, uzaktan araba farı olduğunu zannettiğim bir ışık görünmeye başladı. o karanlıkta, tam da bilindik deyişte bahsedilen, gözüne far tutulmuş tavşan gibi kafamı kaldırıp, sabit bir şekilde ışığın güzergahını tespite çalışıyorum.

yaklaşıyor. yavaş ama üzerimize geliyor ışık. aramızda nasıl bir yol var, fark edemeyeceğim kadar karanlık ortam. gelen arabadaki de hırlı mı, hırsız mı, sapık mı yoksa ahlak bekçisi mi, bilmediğimden ikimizde de panik had safhada elbet. aradaki mesafe yarıya ininceye kadar bekledim ama baktım yaklaşmaya devam ediyor, panter gibi atıldım ön koltuğa, çalıştırdım arabayı, girdiğim aynı tali yoldan geri geri, ana yola doğru geldim. o sırada, hatun kişi arkada, bir yandan kendi giyinirken, bir yandan da bana önce tişörtümü uzattı, geçirdim boynumdan, pantolona geldiğinde sıra, tam da ana yolun kenarına gelmiştim bile, giymeden, üzerime tv örtüsü gibi örttüm ve yola çıktık. acele ediyorum, zira gelen arabadakilerle, her kim olurlarsa olsunlar, karşılaşmak hiç istemiyorum.

ışıklandırılmış, aydınlık yola girince fark ettim ki, boşunaymış paniğimiz. 700-800 mt çaplı, bir yarım daire düşünün, durduğumuz tarla tam da bunun ortasıymış. dolayısı ile üzerimize geliyor gibi algıladığımız araba, aslında ana yolda, kendi halinde seyreden bir araçmış. hiç dokunmasak, çevremizden dolaşıp uzayacak, gidecek. yol çıkmış olduk artık, heves de törpülendi, zaman da azaldı, bir daha geri dönüp kaldığımız yerden filme devam edecek arzu kalmamış her ikimizde de. hatun kişi de giyinip ön koltuğa geçti. artık arabadaki tek falso, benim pantolonumun belimin altı için masa örtüsü vazifesi görüyor oluşu, o kadar. onu da yolda müsait bir yerde durur, hallederim diyerek, yavaş yavaş yol alıyordum ki tam, taaak; 300 mt ilerde, jandarma trafik uygulaması. tam da keskin bir virajın gerisine kurmuşlar pusuyu. adamları fark etmemle freni köklemem bir oldu. rahat giyinmek için zaten arabanın iç ışıklarını da açmışız: o sessizlik ve karanlıkta, jandarmaların bizi fark etmemesine imkan yok.

ilerleyeceğim, ve mutlaka adamların yanında geçeceğim için pantolonu bir şekilde giymem şart. ama bir yandan da durdukça daha fazla dikkat çekiyorum. jandarmaların ellerinde tuttukları fenerler, bulunduğumuz yöne çevrildi falan derken, ben yavaş yavaş hareket etmeye başladım. o 200-300 mt'de de, bir yandan arabayı kullanırken diğer yandan giyemedim tabii pantolonu. o halimle çevirmeye girdim ve durdurulduk da doğal olarak.

arabanın camlar buğu içinde, ikimizin de yanaklar al al, aksiyon ve stresten ter basmış; son raddeye kadar sıkışmış ama doğru anahtarı bulup sokak kapısını bir türlü açamayarak tuvalete yetişmesi riske girmiş çocuk paniğiyle açtım pencereyi. ehliyet ruhsatı çıkardım, verdim falan. trafiği ilgilendiren bi suçumuz yok ama jandarma da asayiş kontrolü yapıyormuş zaten. kızın kimliğini falan da aldılar. (yaşı allahtan 18+ 1 ay; 2 ay önce yakalansak, net tecavüzle yargılanacağım!) adam gbt'lerimize bakmak için kimliklerle kendi arabasına yöneldi. arabadan evrakların geri gelmesini bekliyoruz büyük stres altında. sıkıntı çıkacağından değil ama, herif dese ki "in bi arabadan da boyunu, posunu görelim", berber askılığı gibi dikileceğim orada.

neyse geldi herif yanımıza, evrakları iade etti. elinde fener, arabanın içini taradı biraz, yüzlerimize baktı. ne yaptığımızı, niye durup sonra tekrar haraket ettiğimizi sordu. aklıma ilk gelen, kız arkadaşımın lensi düştü, onu arıyorduk oldu. pantolonu güzel sermişim, oturduğum koltuğa tepeden bakınca giyilmiş gibi duruyor. ama rezalet, bir adet " lütfen arabadan inebilir misiniz?"e bakıyor. allahtan gelmedi.

adam anlamadı mı, yoksa anlayıp halime acıdığından mı bilmiyorum, saldı bizi. arabadan falan inmemize gerek kalmadan. cem yılmaz'ın genel kurmay başkanıyla karşılaştığında "içime doğru sıçmak neymiş, o zaman anladım" demesi gibi, ben de kendi içime boşaldım büyük ihtimalle. sonradan anlatınca komik geliyor, ama o saatler gibi gelen dakikaları nasıl geçirdimi, bir ben bilirim...

şimdi arada, ekşi'de sol tarafta görüyorum "x milyar dolar mı, yoksa şu kezbanla bi gece lunaparka gitmek mi?" gibi başlıkları da, o heyecana ikame edecek bir para birimi yok dünyada. gençlik, başa gelebilecek en güzel şey...