Yönetmenlerinin Çektiği Tek Film Olmasına Rağmen Kült Seviyesine Ulaşan Filmler
bazı yönetmenler vardır, hayatlarına yalnızca tek bir film sığdırabilmişlerdir. bunun elbette pek çok sebebi bulunmakta. kimisi çektiği ilk filmin beğenilmemesi nedeniyle bir daha yönetmen koltuğuna oturmamaya yemin etmiş, kimisinin de ikinci bir filmi çekmeye ya ömrü yetmemiş ya da hevesi kalmamıştır. ancak bu talihsiz yönetmenler arasında bazıları vardır ki çektikleri ilk ve tek filmleri yıllar içinde birer kült filme dönüşmüş ve bu filmler sinema eleştirmenlerince hayırla yad edilir hale gelmiştir. şimdi gelin, hep beraber bu filmlerden bazılarına bir göz atalım.
the night of the hunter (1955)
filmin yönetmeni charles laughton aslında oldukça ünlü bir ingiliz oyuncudur. döneminin yetenekli sinema ve tiyatro oyuncularından biri olarak gösterilegelmiştir. 1955 yılında amerika'da bir film çekmeye karar verdiğinde bu filmin onun ilk ve tek filmi olarak kalacağını elbette ki bilmiyordu. "the night of the hunter", çekildiği dönemde neredeyse hiç beğenilmedi. hem çekim tarzı hem de oldukça sert bir konuyu kendini ciddiye almadan anlatması sebebiyle hem seyirciler hem de eleştirmenler tarafından film, yerin dibine sokuldu. bu olumsuz yorumlardan haliyle laughton da üzerine düşeni aldı. eleştirilerin ardından yeni bir film çekmemeye karar verdi. fakat çektiği bu ilk ve tek film, yıllar sonra yeniden sinemacıların gündemine oturacak ve günümüzde de sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak anılacaktır.
carnival of souls (1962)
herk harvey, senaryo yazarı, aktör ve aynı zamanda da bir yapımcıdır. 1962 yılında 33 bin dolar gibi düşük bir bütçe ile çektiği "carnival of souls" isimli filmi gösterime girdiği dönemde ne yazık ki hayal ettiği gibi bir başarı elde edemedi. yine aynı dönemde çekilen birkaç düşük bütçeli filmin fena sayılmayacak bir gişe başarısı elde etmesinin ardından harvey de böyle bir yola girmeye karar vermişti. ancak talih ondan yana değildi. film gösterime girdiği yıl hiçbir şekilde dikkat çekemedi. ancak çektiği bu ilk ve tek film, yıllar içerisinde korku türünün kült filmlerinden biri haline gelecekti. film bir anda, korku festivallerinin aranan filmi olmaya başladı. film, günümüzde hala korku severler arasında hayırla yad edilmektedir. filmin kısacık süresine rağmen yarattığı tekinsiz ve rahatsız edici atmosfer neden kaliteli bir film olduğunu bize ispatlamaktadır.
wanda (1970)
barbara loden, en az filmi kadar ilginç bir kadın yönetmen. 48 yaşında göğüs kanserinden hayata gözlerini yumduğunda arkasında oldukça ilginç bir film bıraktı. bu arada loden da listedeki çoğu yönetmen gibi aslında bir oyuncu. oyunculuk anlamında kayda değer başarıları olmasa da ünlü yönetmen elia kazan ile yaptığı evlilik akıllarda daha çok kalmış durumda. bir gün, toplumun ondan istediği rolü yerine getirmekte zorlanan ve çok da akıllı olmayan bir kadının yol hikayesini anlatan bir senaryo yazar ve senaryoyu birkaç isme gösterir. senaryoyu okuttuğu yönetmenler arasında eski kocası elia kazan da vardır. fakat kimse bu filmi çekmeye yanaşmaz. filmin yönetmenliği nihayetinde ona kalır. bütçe yetersizliğinden filmi 115 bin dolara çekmek zorunda kalacaktır. bilmiyorum belki de bu parasal yetersizlikten film, inanılmaz çiğ bir gerçekçilik ile kameraya alınır. bugün için bile insanı izlerken rahatsız edebilecek kadar gerçekçi bir filmdir. fakat ortada harika bir iş vardır. kadın olmanın bu kadar gerçekçi anlatıldığı başka bir film bulmak inanın çok zordur. loden'ın aklında birkaç proje daha olduğu halde başka bir film daha çekemeden hayata gözlerini yumması gerçekten çok üzücü.
dalton trumbo, hem senarist hem de roman yazarı olarak hollywood'da rüşdünü ispat etmiş bir isimdir. 30'ların sonu ve 40'ların başına geldiğimizde hollywood'un en çok kazanan senaristlerinden biri olmayı başarmıştır. ancak hollywood'da 40'lardan sonra başlayan komünist avı furyası sonucunda ismi kara listeye alınmış ve eskisi kadar iş bulamaz olmuştur. ancak 1960'lardan itibaren komünist avı furyasının da gevşemesiyle birlikte kendini yeniden büyük filmlerin senaristlik koltuğunda bulacaktır. tam bu dönemde, stanley kubrick imzalı büyük bütçeli spartacus (1960) filminin senaristliğini yapar. fakat yönetmenlik koltuğuna oturmak için bir on yıl daha beklemesi gerekecektir. 1971 yılında kendi romanından aynı isimle uyarladığı filmi vizyona girdiğinde pek ses getirmez. hemen ardından da film unutulur gider zaten. ancak metallica'nın "one" isimli savaş karşıtı şarkısının ardından film, ilgi odağı oluverir ve bir süre sonra da kült bir filme dönüşür. "johnny got his gun" filmi, sinema tarihinin en önemli savaş karşıtı filmlerinden biridir. bu filmi izledikten sonra, savaş karşıtı olduğunu düşünerek izlediğim diğer filmlerin bu filmin yanında militarist kaldığına karar verdim. eşine az rastlanır derecede karanlık ve rahatsız edici bir filmdir. bu filmi izledikten sonra savaşın mecbur kalınmadıkça bir cinayet olduğunu tekrar görmüş olacaksınız.
phase iv (1974)
saul bass, amerikalı grafik tasarımcısı ve aynı zamanda da oscar sahibi bir film yapımcısıdır. zamanında alfred hitchcock, otto preminger, billy wilder, stanley kubrick ve martin scorsese gibi tanınmış pek çok yönetmen ile birlikte çalışmıştır. bugün birer klasik olan psycho, the shinig ve vertigo gibi pek çok filmin afişleri ve açılış grafikleri saul bass tarafından tasarlanmıştır. hatta "psycho" filminin o meşhur banyo sahnesinin bass tarafından kameraya alındığı iddia edilmiş; ancak filmin kült oyuncusu janet leigh bu iddiayı kesin bir dille yalanlamıştır. tabi bizi asıl ilgilendiren bu dedikodular değil bass'ın 1974 yılında çektiği "phase iv" isimli bilim kurgu soslu tuhaf korku filmdir. film vizyona girdikten bir sene sonra televizyonlarda gösterilmeye başlandıktan sonra kült statüsü kazanır. "phase iv", hala keşfedilmeyi bekleyen gerçek bir hazinedir. filmden pek fazla bahsetmek istemiyorum. ama şundan emin olabilirsiniz ki hayatınızda izleyeceğiniz en ilginç filmlerden birine şahit olacaksınız.
the honeymoon killers (1970)
leonard kastle normalde opera metni yazarı olmasına rağmen kendini bir anda arkadaşının tavsiyesiyle "the honeymoon killers" filminin senaryosunu yazarken bulur. filmin yönetmeni olarak yapımcı tarafından seçilen isim ise martin scorsese'dir. ancak filmin çekimlerini yavaşlattığı bahanesiyle scorsese, yapımcı tarafından işten kovulur. yerine geçen isim ise filmin senaryosunu da yazan leonard kastle olacaktır. film, gerçekte de yaşanmış bir cinayetler silsilesinden esinlenmiştir. kamuoyunda "the lonely hearts killers" olarak bilinen raymond fernandez ve martha beck çiftinin işledikleri korkunç cinayetlerin bir kısmı filme aktarılmıştır. film, gerçekçi ve yavaş bir tonda çekilmiştir. yaşananlar, bir belgesel havasında ilerler. başları sıkıcı olan film sonlarına doğru hem vahşileşir hem de heyecan verici bir hale bürünür. bu anlamda "the honeymoon killers", bitirdiğinizde asla pişman olmayacağınız kült bir filmdir. fakat film gösterime girdiği dönemde yeteri kadar ilgi görmediğinden yönetmen leonard kastle'a çekmesi için başka bir film emanet edilmez.
man bites dog (1992)
rémy belvaux, bu muhteşem filmin aslında üç yönetmeninden biridir. fakat diğer iki yönetmen hala hayatta olduğundan ve başka filmler çekmiş veya çekme aşamasında olduklarından onları değil de belvaux'u anmaya karar verdim. kendisi 2006 yılında intihar ettiğinde çektiği tek film halihazırda buydu. yönetmen hakkında yazabileceğim pek bir şey yok. yalnız nasıl böyle bir film çekmeyi düşünebilmişler hala hayret ediyorum. sinema tarihinin eşi benzeri olmayan filmlerinden biri var şu an karşınızda. bir seri katilin yapıp ettiklerine belgesel tadında eşlik ediyoruz bu filmde. adım adım onu izliyor ve ondan kurbanlarını nasıl seçtiğini ve öldürdüğünü öğreniyoruz. gerçekten tartışmasız bir başyapıt... her şeyden öte inanılmaz cesaret dolu bir film. günümüzde bile böylesine bir filme imza atmaya her yönetmen cesaret edemezdi. ölmeden önce mutlaka görmeniz gereken harikulade bir film. kesinlikle bir kez olsun bu filme şans verin derim.
one-eyed jacks (1961)
marlon brando'nun oyunculuk kariyerinde yönetmiş olduğu bir filmi bulunmakta. aslında filmin yönetmeni stanley kubrick iken; kubrick ve brando arasında yaşanan sıkıntılar yüzünden kubrick, filmin yönetmenliğini bırakmak zorunda kalır. o zamanlar brando gibi güçlü oyuncuların bu tarz lüksleri bulunmaktaydı. zaten kubrick de 1960 yılında o kadar bilinir bir yönetmen değildi henüz. filmin hem senaryosuna hem de yönetmenliğine el atan brando, o güne kadar alışık olunmadık bir western filmine imza atar. normalde çok uzun bir film çekmesine rağmen filmin bazı sahneleri yapımcı tarafından atılır. buna rağmen yine de süresi uzun bir film ortaya çıkar. ancak film, istenilen ilgiyi yakalayamaz. bugün hala film az bilinir olma özelliğini korumaya devam etmektedir. halbuki bana sorarsanız gerçekten kaliteli bir western filmidir. brando hem senaryo hem de yönetmenlik anlamında elinden geleni yapmıştır bence. hatta film, martin scorsese'nin de en sevdiği western filmleri arasında yer almaktadır.