Zamanında Almanya'ya Göçen Birinden: Almancı Profiline Dair Dürüst ve Samimi Bir Yazı

1961'de Almanya'nın Bonn kentinde Türkiye ile Almanya arasında “İşgücü Alımı Anlaşması”nın imzalanmasıyla başlayan süreç, "almancı" denilen yeni bir insan modeline de zemin hazırladı. İşte oradaki birinden bu modele dair genel açıklamalar.
Zamanında Almanya'ya Göçen Birinden: Almancı Profiline Dair Dürüst ve Samimi Bir Yazı
iStock

özellikle 70'li yıllardan itibaren avrupa'nın çeşitli ülkelerine (almanya, hollanda, fransa, belçika yoğunluk sırasına göre) gitmiş insanların genel adıdır "almancı".

kendim de bir alamancı olarak, biraz gözlemimi aktarayım, biraz da elimden geldiğince bilgi vereyim dedim. uzunca bir yazı olacak, vaktiniz varsa okuyun. bundan sonraki ilk cümle aslında yazının özeti:

öncelikle hepsini aynı potaya koyup eritebileceğiniz insanlar değiller. işine insan giren hiçbir şeyde tek tip olmaz çünkü.

işçi göçü, avrupa'nın 2. dünya savaşı'nın yaralarını sarıp, yavaş yavaş sanayileşmeye hız vermesi sonucu çıkan işçi açığıyla başlamış

o dönemin haritasına bakarsanız, italya'dan türkiye'ye kadar neredeyse ya demir perde ülkesi, yugoslavya (bağlantısızlar), yunanistan. yugoslavya ve yunanistan nüfusunu da düşünürseniz ağırlıklı olarak alımlar türkiye'den yapılmış (italyanlar, portekizliler ve yunanlılar da var tabii ki aralarında). türkiye'den ilk gidenler (hatta uzun süre boyunca gidenler), köylerde de kentlerde de en fakirleri (toprağı olmayan köylüler, zanaati olsa bile başkalarının yanında çalışan insanlar). şimdiki gibi zırt pırt istediğiniz ülkeye gidebileceğiniz, hafta sonu türkiye'deki ailenizi ziyaret edebileceğiniz, uçak biletlerinin otobüs biletinden ucuza olduğu, telefonla görüntülü görüşebileceğiniz dönemler değil. bir gidince uzunca bir süre sizin için kıymetli olan insanlarla tek irtibatınızın mektup olduğu dönemler.


burada her iki ülke de ciddi bir hata yapmış (bundan sonra almanya üzerinden devam edeceğim, bu sebeple 2 ülke diyorum, diğer ülkelerde durum nasıl ilerlemiş çok bilmiyorum), bu insanlara ne burada ne orada herhangi bir entegrasyon eğitimi verilmemiş. almanlar, nasılsa geçici süreyle burada kalacaklarını düşünmüş. dolayısıyla köyünden giden adam kendini birden dilini, kültürünü bilmediği, tamamen farklı bir ortamda bulmuş. sizin kafanızdaki profildeki orada sosyal demokrata, türkiye'de ak parti'ye oy veren almancı prototipine hiç uymayan akrabalarım bile arada dalga geçerek nasıl alafranga tuvalete tünediklerinden bahsediyorlar. ayrıldıkları yer köy çünkü. eskiden tuvaletin evin biraz ötesinde (evlerde su yoktu. özal'dan hiç haz etmesem de, yaptığı iyi şeylerden biri köylere elektrik ve su götürmesi), etrafı kapalı bir delikten ibaret.

almanlar bir hata daha yapmış (sonuçta hep geri döneceklerini düşünüyorlar) ve bu insanları topluca öğrenci yurdu gibi lojmanlarda tutmuş. yani sabah işe gidiyorsunuz, akşam yurda geliyorsunuz. dil bilmediğiniz için, sizinle aynı dili konuşan insanlarla konuşuyorsunuz. evinizi özlediğiniz için aynı köyden, aynı çevreden gelen insanlarla takılıyorsunuz. bir kısmı orada para kazanmaya başlayınca, yavaş yavaş çalışabilecek durumdaki eş ve çocuklarını da getirmeye başlamış. almanya hukuk devleti, vergi verdiğiniz süre uzadıkça ciddi haklara sahip oluyorsunuz ve buna nereden geldiğinizden bağımsız olarak kavuşuyorsunuz, bu şekilde ailelerini getirme hakları çıkmış. aileler gelmeye başladıkça insanlar yurtlardan ayrılıp evlere yerleşmeye başlamış. ama gelişteki ana amaç para kazanmak olduğu için de, şehirlerin en ucuz kısımlarına yerleşip, en çok para getiren ama almanlar'ın istemediği işlerde çalışıp (hepsi değil tabii ki, ama özellikle madenlerde falan çalışanların ciddi bir kısmı türkler) bir şekilde kendi aralarında takılmaya devam etmişler. türk gettoları da bu şekilde oluşmuş. bir arada yaşayıp, kendi dilinde sosyal iletişim kuran, çalıştığı basit işlerde de almanca'ya çok ciddi ihtiyacı olmayan insanlar. bu sebeple çoğu almancı almanca'yı çok iyi konuşamaz.

dili hala öğrenmemişsiniz, evinizi özlüyorsunuz, size benzer kültürden gelen insanlarla beraber aynı yerde yaşayıp aynı işlerde çalışıyorsunuz. türkiye'ye de birkaç yılda bir gidip geliyorsunuz. dolayısıyla türkiye, ayrıldığınız dönemdeki gibi kalıyor kafanızda. ve bağınızı koparmak istemediğiniz için de kafanızda kalan halini daha da abartarak orada yaşamaya, yaşatmaya çalışıyorsunuz. bu sebeple almancıların kafası türkiye ile ilgili hep gittikleri dönemde kalmış çok uzun bir süre (çocuklarına da haliyle o şekilde aktarmışlar). bu sebeple size filtre kahve getiriyorlar, alman çikolatası getiriyorlar, türkiye'de de bulabileceğiniz şeyleri getiriyorlar (orada hoşuna giden bir şey, sevdikleri de denesin istiyor. orada bulamaz diye düşünüyor). bir de çok ciddi bir kısmında almanlaşma korkusu oluşmuş (belki almanlar kendilerini dışladığı için, etkiye tepki. belki dini duyarlılıktan dolayı domuz eti korkusuyla aynı yerde yeme içmekten kaçınmak, belki almanlar'ın kadın erkek ilişkilerindeki rahatlığını görüp, eşini, kızını kaptırma korkusu, bilemiyorum), dolayısıyla çok içli dışlı olmamışlar. biz sonradan giden eğitimli nesil olarak bu iletişimsizlik olayını o kadar fazla deneyimlemedik. en azından ingilizce'yi iyi (hatta almanlar'dan iyi) konuşuyoruz ve bir şekilde iletişim kurup işimizi yapıyoruz. gettolaşma ihtiyacı hissetmediğimiz için almanca'yı da daha çabuk öğreniyoruz.

türkiye'ye gelip kendini çok zengin göstermeye çalışma, hava atmaya çalışma olayını ben hep 'bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı' sendromuna bağlıyorum. ama inanın herkes bmw'ye binmiyor (ekşi sözlük'te bir öğretmen kadın ile mesajlaşıp tatışmıştık. bana göre saçma sapan bir yorumuna tepki gösterip mesaj attım. olayın sonunda hakkımda, yetişin, bmw'li para saçan almancı beni eleştiriyor tarzı bir yazı girmişti. alman ehliyetim yok. arabam da yok haliyle. yürüyemediğim mesafeye toplu taşıma, hızlı tren, uçak ile ulaşıyorum ben). ama burada gördüğüm kadarıyla, türkler üst sınıf alman arabalarına almanlardan daha fazla ilgi gösteriyor (mercedes'e kadar olan üst sınıf diyelim en azından), gösteriş yapmayı daha fazla seviyor (alman bu konuda arabaya, motora, markaya özel bir ilgisi yoksa, işimi görsün, vergisi az olsun, çevreye duyarlı olsun diye bakıyor). bu da belki bir şekilde kendini daha üstün hissetme dürtüsüdür. sonuçta burada arabalar o kadar pahalı değil. leasing gibi pek çok imkanla, epeyce lüks arabalara oldukça uygun fiyatlarla ulaşabilirsiniz.


buradaki türklerin şark kurnazı olma konusuna da kendimce değineyim

evet, ciddi bir ahlaksız kesim var. bunu daha önce de yazdım, benim başıma almanlar'dan kötü bir şey pek gelmedi (şirketimi mahkemeye verdiğim oldu, ama kazandım), hep türkler'den geldi. ama bu da biraz genel türk insanı ile alakalı. buraya gelen kesimin büyük kısmı, şu an sizin çomar olarak adlandırdığınız kesim aslında. türkiye'de sauron'un iktidarındaki orklar gibi çoğalıp gün yüzüne çıktılar (buradakilerden daha fazla hatta). burada da sistem açığını yakaladıkları için böyleler. almanya insani açıdan olmasa da, devlet olarak herkese aynı şekilde davranmaya çalışıyor. almanlar sistemin açığını bulmaya, bundan istifade etmeye çalışmıyor (edeni illa ki var), sonuçta adamın kendi ülkesi. ama türkler ne yaparsam yapayım sonuçta yavur, ne elde edersem kardir diye düşünüyor (yine hepsi değil tabii ki).

sıkıysa gel, burada çalış olayına da kendimce bir açıklama getireyim. türkiye'ye dönüp şansını deneyen 2. hatta 3. nesil arkadaşlarım var. bu insanların aileleri gerçekten türkiye sevdalısı ve oradaki hayatları da nispeten şehir kökenli, daha iyi eğitimli. buradan gidenler de iyi eğitimli. türkiye'de tatile gittiklerinde istanbul'daki, ege veya akdeniz'deki evlerine/yazlıklarına gidiyorlar. haliyle gördükleri hayatı seviyorlar. bu sevgiye istinaden gidiyorlar ve oradaki çalışma hayatını bir süre deneyimledikten sonra da geri geliyorlar. istisnalar, buradaki global şirketlerde çalışırken (daimler, bosch vs.) oraya kariyerini de beraberinde götüren yeni nesil (onların arasında da sisteme isyan edip dönen oluyor). burada alt tabaka işlerde çalışan, eğitimsiz kesim salak değil, insanların üniversite mezunu olarak bile ne kadar zor iş bulduğunu görüp kendi şansının hiç olmadığını zaten hissediyor. ticarete atılacak parası varsa geliyor ancak.

türkçe konuşmama konusunda da bir şeyler yazayım kendimce

buraya gelen insanların çoğunun eğitimli olmadığı cepte, haliyle türkçe'yi de yanlış yazar, az okur şekilde, kendi yöresel aksanlarıyla biliyorlar. çocuklar ana okulundan itibaren almanca öğreniyor. türkçe'yi az eğitimli aileden ve aksanlı olarak alıyor. haliyle türkçe/almanca arası bir dilleri var. arada kendini geliştirenler tabi ki var ( belit onay bence çok güzel bir örnek. ben hep ailesinin doktor/avukat gibi iyi eğitimli kesim olduğunu düşünmüştüm şahsen), daha eğitimli ailelerden gelip gayet iyi türkçe konuşanı da var (yazmada yine de fark ediliyor. yazım eğitimini aldığınız dile cidden çok bağlı), ama bana göre genelinin ana dili artık türkçe değil, almanca. bir de yaptıkları her hatada dalga geçenler olunca, konuşmaya pek de istekli olmuyorlar. ayrıda buradaki kürt kökenli türkiye vatandaşları da haliyle kendi arasında gettolaşmış. onlar da burada kendini rahat rahat kürt olarak tanımlıyor. bir kısmı ciddi milliyetçi ve bilse bile türkçe konuşmak istemeyen bir kesim de var (ben döner alırken türkçe konuşmam mesela mekanı iyice tanıyana kadar. sizi de onları da sıkıntıya sokabilir çünkü).

almancılar para içinde yüzüyor olayına da kendi gördüklerimi aktarayım

çok para kazanmak ilk işçi göçünde olduğu kadar kolay değil (dünya eğitimsiz insanın iş gücüne gittikçe daha az muhtaç çünkü). eğitiminiz yoksa, alt seviye işlerden kazanılacak para çok yüksek değil. almanya'da asgari ücret konusunda yazınca eksileyen saçma sapan bir güruh var, ama bir kez daha yazayım. burada aylık asgari ücret diye bir kavram yok. saatlik asgari ücret var. bu şekilde çalışan insan sayısı çok çok az. ama bu insanlar aylık full mesai yapsalar bile brüt 1600, net 1200 euro para kazanıyor (1600 euro net kazanç değil yani). burada kira ciddi bir gider. eviniz yoksa, başkaları ile aynı evi paylaşmıyorsanız (türkler'e çok uyan bir sistem değil ev paylaşmak), size kalan para çok fazla olmuyor. aç kalmıyorsunuz, açıkta kalmıyorsunuz, ama etrafa saçacak paranız da olmuyor.


açılışı yaptığım şekilde bitireyim

insanın olduğu herhangi bir konuda tek bir tipten bahsetmek mümkün değil. almancı'ların içinde de bin bir türlü insan var. bizlerden çok önce buraya gelip okumuş insanlar da var (dil bilmediğimiz dönemde aradığımız türkçe konuşan doktorlar gibi). ama yeni nesil gittikçe daha fazla önem veriyor eğitime. türkiye'yi sırf kendi ailesini ve dolayısıyla onların kökenini sevdiği için seven insanlar da var. fırsat bulunca gidip orada çalışanları da var. burayı memleketi olarak görüp, türkiye ile bağını yalnızca ucuza antalya tatili ile sınırlandıranı da. rte'yi çok seveni de var, her gün küfür edeni de (son dönemde gelen riskli ülke olayına siyasi diyoruz da, nazi dediğiniz insanların bundan alınacağı ve sizden bir şekilde intikam alacağını düşünmüyoruz türkler olarak nedense).