Zamanının Ötesindeki Enfes Dizi: Şaşıfelek Çıkmazı'ndan Akılda Kalanlar

1996-1998 yılları arasında ve daha sonra çekilen devam bölümleriyle 2001 yılında TRT'de yayınlanan Şaşıfelek Çıkmazı, kimilerine göre gelmiş geçmiş en iyi yerli diziydi. Sözlük yazarlarının yorumlarıyla dizinin ilgi çeken taraflarına bakalım.
Zamanının Ötesindeki Enfes Dizi: Şaşıfelek Çıkmazı'ndan Akılda Kalanlar


şaşıfelek çıkmazı, mutlaka senede bir kez ara ara alınması gereken muhteşem bir "eski trt" dizisidir

ardından bir doz yeditepe istanbul, bolca da yedi numara alınırsa pek âlâ. dizinin çekildiği dönem ile günümüze bakınca neredeyse absürt dizi kategorisine girecek. yeni medyanın gözümüze sokarak çizdiği; sindirilmiş, güçsüz, korkak ve ağlak kadın profillerinden çok daha farklı kadınların hikayelerini anlatmış meğerse. izledikçe bunlar o dönemde (1996) nasıl çekilmiş ve izlenmiş diyorum. şaşırıyoruz tabii artık şaşıfelek'te olan olaylara (kelime şakası yaptım uu beybi).

günün repliği 9. bölümden geliyor: ay, bu sefer reçel yapmadan toparlanamayacağım... mutlaka reçel yapmam lazım.


ortaokul ve lise yıllarımda, tekrar bölümlerini izlediğim diziydi

dizi olmadık zamanlarda karşıma çıktığından dolayı, kendisini büyük bir stres içinde izlediğimi dün gibi hatırlıyorum. dizinin okul zamanında ekrana çıkmaması ve dizi ekrandayken evde kimsenin olmaması için dua ederdim. çünkü dizi, babamın sevmediği türden ilişkilere ve diyaloglara sahipti. babam zaten, okuduğum kitaplara karşı da büyük bir önyargı ile yaklaşır, yoldan çıkıp da aysel gibi bi kadına dönüşmemem için çaba gösterirdi. ben ise cesur’un benim sevgilim olması için, bursa’dan istanbul’a koşup, tüm varlığımı onun varlığına armağan edecek hislerle dolup taşardım.

dizi o kadar içten, o kadar bizdendi ki; şaşıfelek çıkmazı’na gidiversem, inci çayı ocağa koyup, sebahat çekirdekle koşuverecek gibiydi. cesur denilen maymunu, tırnaklarımı kemirerek izler, “allam nolur bu çocuğu kimse sevmesin de, bana kalsın” diye, okuyup üfledikten sonra, 3 kez öperek, yüreğimin en tenha yerine kaldırırdım.

yıllar sonra, başkalarının da bu diziden haberdar olduğunu öğrenince, çok şaşırmıştım. daha sonra, öss stresiydi, üniversitesiydi derken ben hayattan koptum. dizi ne oldu, feru kimlere vuruldu, cesur kaç kez aşık oldu, inci’nin bacakları gerçekten güzel miydi öğrenemedim. şimdi almanca’dan, işten, çocuktan, hayat telaşından fırsat buldukça, internetten diziyi açar, gözlerim dolu dolu çocukluğumun, gençliğimin arka sokaklarında aysel ile çekirdek çitler, eşime dönerek, “biliyor musun schatz, eski türkiye, siz almanlar’ın düşündüğü gibi bir yer değildi” derim.


mahinur ergun'un başyapıtı, türk tv tarihinin yüz akı bu diziye olumlu özellikler kazandıran 2 ana etmen var

ben de bunları kendimce sizlerle paylaşmak istiyorum. baştan belirtmek gerekirse senaryo yazımı konusunda herhangi bir eğitimim ve profesyonel tecrübem yok. ahkam kesmiş biri gibi gözükmek istemem.

a) zekice kurgulanmış senaryo
b) kadın-erkek ilişkileri ve cinsellik üzerine zamanının ötesindeki sahne ve konular

a) zekice kurgulanmış senaryo

dizi, çıkmaz bir sokağın köşesinde bulunan ve kapı önünde yaşayan (yiyen, içen, bağrışan) bir evi merkeze alarak olayların ve diyalogların rahatça akıp geçmesi için çok müsait bir fiziki plato oluşturmuş. senaristi övmeye buradan başlayabiliriz.

dizi, bir kadının kaleminden çıktığını buram buram haykırıyor. dizideki ana konu da bir kadının içindeki gelgitler. bu gelgitler, aysel ve inci isimli iki ayrı karakterin arkadaşlığıyla metaforlaştırılmış. aysel ve inci aslında tek bir kadının iki farklı yüzü. bu iki kadın esasında birbirinden 180 derece zıt karakterler değil. aysel de inci de mutlu olmak isteyen seküler ve iki bekar ve çocuklu kadın. bir tanesinin ayağı hep gaza basmak isterken (id), diğeri arabayı sürekli bir şekilde kontrol mekanizmasıyla kullanmak istiyor (ego, süper ego değil; bu yüzden de aradaki kontrast 180 derece değil). aslında ikincisi, yani inci, garanticiliği ve ihtiyatlılığı fena halde on plana çıkan türk kadının iyi bir yansıması. bu metaforik anlatımla mahinur ergun dahice bir kurguya girişmiş.

diziye tempo ve dinamizm müthiş şekilde kazandırılmış. izleyici hiç düşmüyor (sonlara doğru tempo düşmesi yaşanıyor ama normal). yüksek temponun en önemli nedeni, hemen her karakterin bir başkasıyla yaşadığı çatışmalar. birkaçı:

- aysel-inci
- cesur-feruh
- kız kardeşler (isimleri unuttum)
- saadet-murat
- ali rıza-selçuk yöntem'in oynadığı adam

bu resimden feruh'u çıkarsanız cesur'un (fikret kuşkan'ın) temposu mahvolur, aysel veya aysel'in çocukları veyahut yukarı kattaki kızlara daha fazla sardırarak senaryodaki gerilim arzu edilmeyecek şekilde artar. saadet'i çıkarsanız mahalledeki tüm kadınlar arası kontrast ve tempo düşer. kısacası çok özenli işlenmiş karakterler.

fikret kuşkan ve derya alabora, oynadıkları karaktere çok özel unsurlar katmışlar. öyle ki birkaç bölümlüğüne bu iki karakteri başka iki iyi oyuncu oynayınca dizi büyük yara almış.

dizideki diyaloglar, sonlara doğru sucu dünür vb karakterleri bir kenara koyarsak abartısız bir doğallıkta. yalnızca hakan tanfer'e (birinci murat) melodram alanı verilmiş, ama o da inanılmaz performans göstermiş. dizinin bu kısmında elbette senaryo kadar yönetmenlik başarısı da büyük.

b) kadın-erkek ilişkileri ve cinsellik üzerine zamanının ötesindeki sahne ve konular

öpüşme, yatağa girme, evli bir erkekle birlikte olma gibi konu ve sahneler, trt gibi bir kanalda 90'lı yıllarda devrimdir. ikinci bir örneği yoktur. büyük ihtimalle dönemin trt yönetiminin de bunda inisiyatifi, türk toplumunu sekülerleştirme ideali vardır.

dizide bir bölüm vardı ki benim için çok özeldi. bölümün başında küçük oğlan eve bir ofis sandalyesi getirir. dışarıda bulduğu bozuk bi sandalye. evde ders çalışabilmek için özenmiş getirmiş. bir yukarı kalkıyor sandalye, geri inmiyor, çocuk zürafaya binmiş gibi duruyor sandalyenin üstünde. herkes çocukla dalga geçiyor. o da rahatsız ama soranlara "yok ben böyle seviyorum, bilerek indirmiyorum" diyo. muhabbet orada kalıyor. ben de senaryo yazımına meraklı birisi olarak bakıyorum, ne alaka, neden bu sandalye muhabbeti girdi, bir yere bağlamadan da bıraktı senarist diye düşünüyorum. dizide o aralar çocuğun annesinin, yani aysel'in sorumsuzluğu, çocuklarla az ilgilenmesi falan işleniyor. sonra bölümün sonunda aysel çocuğa bi sürpriz yapıyor ve beş parasız bi haldeyken çocuğa gıcır gıcır bi ofis sandalyesi alıyor (çocuk inanılmaz oynuyor buradaki sahneyi).

ve tabi ben bir yandan mahinur ergun'un zekasına hayran oluyorum, bir yandan da çocukluğunda hep öyle bi sandalye hayal etmiş biri olarak başlıyorum ağlamaya :)


her karakter ayrı sempatik, ayrı gerçek, ayrı samimi

herkesin gerilimi, çatışması, hayat karşısında tökezlemesi var bu dizide, 90'ların o saf, masum, naif havası var. düşünüyorum da, böyle bi dizi ya da dizinin kendisi, bugünün türkiyesinde yapılamaz, insan gerçeğinin bu denli başarıyla irdelendiği dizinin yapılmasına türkiye'nin şu anki şartları müsaade etmez. kadın hallerinin dibine kadar sahici olması, dizide başrolde gördüğümüz hiç bir kadının tek bi erkeğe bağlanıp onunla evlenmemesi, evlilik dışı ilişkiler, kadınların birbirlerinin -erkeklerin hata, kusur, ahlaksızlık, ayıp dediği- durumlarını -hiç konuşmadan, hissederek, kadın içgüdüsüyle ve anlayışla- idare etmesi gibi unsurlar 2014 türkiye'sinde -maalesef- işlenemez. aylardır bilinçaltımda bugünü, bugünün şartlarını, bugünün kaypaklığını reddederek yaşamaya çalışıyorum, bugüne katlanamadığımdan, gördüklerimden utanarak, tiksinerek, öğürerek yaşamaya çalışıyorum. bu süreçte sığındığım kapılardan biri bu dizi. yazanların yapanların ellerine sağlık. 2000'lerin pörsümüş değerlerine ya da değersizliğine karşı 90'ların saf ve kendinde-bayağılığı diyorum, hem de sonuna kadar!


Final yorumu

aslında durup düşündüğünüzde dizideki gibi öyle zeki, kültürlü, ironik ve esprili konuşan kenar mahalle insanlarını bulmak çok da kolay değildir.üstüne üstlük herbiri ince dokunmuş böyle karakterleri bir araya toplamak. evet böyle bir mahallede yaşamak istersiniz, izlerken zaman zaman evi çınlatan kahkahalarla gülersiniz ve olası gerçekdışılığına rağmen içtenliği yüzünden zaman zaman oyuncuların gerçek karakterlerini izliyor hissine kapılırsınız. hatta (bkz: ideal bağımsız film oyuncu kadrosu)...

15 Günlük Şarj Süresiyle Cezbeden HUAWEI WATCH GT 2'nin İncelemesi

Yedi Numara, Neden Türk Televizyonlarının Gördüğü En İyi Dizilerden Biriydi?