36. Ölüm Yıl Dönümünde Başından Sonuna John Lennon'ın Müzikal Gelişimi
john lennon'ın müziğine, icra ettiği bütün müzik türlerinden bağımsız olarak, john lennon'ın muazzam ''bireyci'' dünyasının nüfuz ettiğini görüyorsunuz. bu sanıyorum pop müzik tarihinde bir ilk ve doruk noktası: hayatı çelişkilerle geçmiş, asla bir görüşte ya da duruşta uzun süre ısrarcı kal(a)mamış john lennon; pop müzik tarihinin her anlamda doruk noktası olan the beatles'taki ilk dönemindeki ''kolektif'' ortamdan, katledilişindeki yalnızlığına kadar geçen tüm zamanda, birden fazla görüşü, birden fazla yaşam tarzını ve duruşu temsil ediyor. ve bu o kadar ''john lennon'' bir durum ki, bütün dönemlerinde onu takip eden medya ya da hayran kitlesi tarafından asla yadırganmıyor, popülerliğini ya da tanınırlığını tehdit etmiyor, john lennon'ı ortadan kaldırmıyor. bunun arkasında da john lennon'ın müzisyen kimliğinden öte; parıldayan sivri zekâsı ve bunun uzantısı olarak mizah yeteneği geliyor.
john lennon'ın bütün müzik kariyerinin -ister the beatles'la ister solo olarak olsun- bir müzisyen için ulaşılması çok güç bir ''zirve'' olduğu açık:
the beatles'la ilk dönemi (kabaca 1964 senesine kadar olan dönem denebilir), alt-orta sınıf menşeli grubunun popülerleştiği, hamburg'daki ikinci sınıf barlardan birleşik krallık'taki konser salonlarına kadar uzanan, neticede popüler kültürde görülmemiş bir başarıyla taçlanmış, muazzam bir dönem. john lennonbu dönem içerisinde, sahnede her türlü aşırılığa kaçıp the beatles'la birlikte seyircilerden çok eğlenirken, tartışmasız grubun lideri konumundaydı. politik ya da sosyal herhangi belirli bir tavrı ya da duruşu yoktu, agresif/saldırgan bir çocuktan farksızdı, ancak mizah ve gözlem yeteneği kendisini bu dönemden başlayarak belli etti. (the beatles üyelerinin her biri belli özellikleriyle ortaya çıktı, elbette ki yüksek enerjili bir ''teen'' grubuydular, ancak bu duruşun hakkını en çok veren isim kuşkusuz ki john lennon oldu.) lise yıllarında sevgililerini dövdüğü, kendisinden zayıf olanlarla kavgadan hiç çekinmediği, kendisinden güçlü olanlarla da kendince psikolojik savaşa girdiği ve sürekli olarak onları mizahıyla(çenesiyle) alt etmeye, alay etmeye, sinir bozmaya çalışması mâlumdur. ilk karısı cynthia ile evliliğinin temel sebebi olarak cynthia'nın hamile kalması olduğunu da itiraf etmiştir. doğru ya da yanlış, john lennon böyle birisiydi o dönemlerde. böyle bir ortamda(ki ''bireyci'' müzik yapan sadece bob dylan ve muadili folk müzisyenleri vardı henüz), john lennon için müzik bir anlamda kendisini tatmin etme, enerjisini/mizahını ortaya koyma, ilkgençlik yıllarının acısını çıkarma dönemi olarak geçti. elbette ki alt-orta sınıf duruşu ve maço ve ukala tavrıyla sahnede nasıl birisi olduğunu belli ediyordu, ancak şarkı sözleri ve müziği, onun nazarında idolü olan insanlar gibi müzik üretebilmek ve motown yakıcılığında şarkılar yazmaktan ibaretti. paul ise ilk döneminden itibaren sanat çevreleriyle ve değişik türde müziklerle haşır neşir olmuş ve müziğini değiştirmeye/dönüştürmeye çalışmıştır. john ise ekolcülükten uzak durmuş, bütün müziği ve sanat dünyasını etkilendikleri üzerinden ortaya koymayı tercih etmiştir. bu şu demek: john'un ilkgençlik yıllarında gençler için caz ve klasik müzik, sıkıcı, yaşlı işiydi. bu john'a da sirâyet etmişti ve john bu müziklerden her zaman uzak durdu. paul'un kimi şarkılarının değişik janrları ihtiva etmesi ya da ilkleri barındırması umrunda değildi örneğin, ona göre aptalca ya da berbat ise geri kalanı teferruattı. bu anlamda müzikal anlamda daha dar kalıplı hareket etmiştir john lennon; bireyciliğinden ve kendi zevklerinden taviz vermemiştir. etkilendiği her şeyi müziğine katmaktan çekinmemiştir, ancak mesafeli durduğu her şeye de sırtını dönmesini bilmiştir. bu yüzden the beatles'ın country, reggae ya da barok esintili her türlü denemesinin altından tek bir isim çıkar: paul mccartney.
ilk dönemini sonlandıran olay, kanımca john lennon'ın bob dylan gerçeği ile tanışması olmuştur. john'un dylan'ın politik kimliğinin içeriğinden etkilendiğini o dönem için hiç zannetmiyorum. john'u etkileyen, dylan'daki söz söyleme sanatı ve her anlamda kendisini gösteren bağımsız bir ''bireyci'' müzikti. gerçekten de bob dylan, öncülü olan folk müzisyenlerinden farklı olarak, sadece ''politik/sosyal gerçekleri anlatma'' işlevinden çabuk sıyrılmış, kendisine yapılan ''şair'' yakıştırmasının hakkını vererek kendi dünyasından, kendi fikirlerinden ve kendi ''istediği her şeyden'' bahseden birisi hâline gelmiştir. dizelerindeki güçlü söyleyiş biçimi, dylan'ın da kendisine has zekası ve mizahıyla birleşince john lennon'ı yakalamış olmalı. nitekim the beatles'la bütün bağlarını kopardıktan sonra john lennon, tam bir dylan edasıyla politikleşmiş ve müzik üretmiştir. (elbette ki hayatı kararsızlıklarla ve çelişkilerle dolu birisi için bu dönemin de geçici olduğunu tahmin etmek güç olmamalı.) bu dönem şarkıları, içerik olarak politik olmasa da, gözle görülür şekilde bireyci ve grubun o döneme kadar olan şarkılarında pek de merkezde olmayan, -olsa da temel rock'n'roll atmosferi içinde olan, örneğin i saw her standing there- ''ben''i içerir: i'm a loser, i don't want to spoil the party ve i'll cry ınstead gibi. bu şarkılardaki anlatımın, tipik rock'n'roll kalıplarının dışında, tek tipleşmemiş ve gerçek tecrübelerden esinlenildiği açıktır.
john lennon'ın ikinci dönemi, the beatles'ın her anlamda en olgun ve zirvede konuşlanan eserlerini verdiği 1965-1968 arasını kapsar kabaca. bu dönem, grup liderliğinin açık şekilde paul mccartney'de olduğu, george harrison'ın bir besteci olarak yükselmeye ve the beatles'ı da etkilemeye başladığı bir dönemdir. john lennon, sahip olduğu bütün özellikleriyle the beatles için müzik üretse de, aslında bir anlamda prodüktörü de olan paul mccartney dokunuşlarıyla beste üretmektedir. paul'un ve george'un şahsî müzik zevkleri ve etkilenimleri bu dönem müziğine yön vermiştir. john bunları paylaşmış, eşlik etmiş, üretmiş, ancak hiçbir zaman tam anlamıyla bir mürit ya da hayran olmamıştır.(zaten herhangi bir yolun kesin yolcusu olmak john lennon'la taban tabana zıt bir özellik!) psychedelic rock, hint müziği, barok müzik; hepsi the beatles eserlerine tesir etmiş olsa da john lennon bu türlerin hiçbirinin neferi sayılmaz. john lennon sadece kendi müziğinin, john lennon'ın neferi olagelmiştir. şarkı sözleri ise bu deneyimlerinin her birinin toplamı olmuş, john'un asit deneyiminden de, çelişkilerinden de, mizahından da, kişiliğinden de nasiplenmiş; mükemmel şekilde edebîleşip bireyleşmiştir. gerçekten de, pasaj pasaj kendisini anlatmıştır john lennon: help ile arayıştaki, depresyondaki, kendisini sorgulayan çaresiz çığlığını, nowhere man ile aslında kendi yalnızlığını, müzik grubunun mantığını ve ıssızlığını ve i'm only sleeping ile uyuşturucuya kendini fazlaca vurup evde sadece uyuyup aylaklık edip tv izlediği bir zamanını hatırlamak gerek. eskiden beri (bu paul için de böyledir biraz) okuduğu gazete haberlerinden, kendisine tesir eden manşetlerden ve yerel gazetelerde de olsa karşısına çıkan ilginç olaylardan etkilenmiş, bunları kendi dünyası ve algılayış biçimiyle harmanlayarak da şarkılar yazmıştır tabii: a day in the life ve being for the benefit of mr. kite! gibi. the beatles'ın en ''parlak'' olduğu, en fazla hafızalarda yer ettiği bu dönemde, john lennon hiçbir zaman bir entellektüel ya da profesyonel olarak değişik müzikleri takip etmemiş, the beatles ile yaptığı müziği daha sanatsal ya da ''en iyi'' yapmak için çaba göstermemiştir, zira bu çabayla ilgilenmeyecek kadar bireyci ve kendi içerisinde sorularla doludur. sgt. pepper's lonely hearts club band konseptine hiçbir zaman sarılmamıştır örneğin, bu tamamen paul'un marifeti olmuştur. belli bir albüm bütünlüğü oluşturmak, konsept albüm yapmak, şarkı sözleriyle müzik arasında belli bir uyum sağlayabilmek gibi pop müziğe o zamana kadar uzak (ancak the beatles ile gerçeğe dönüşmüş) çabalar john'un dünya görüşüne uzak oldu her zaman. kritikler, başka müzisyenlerle rekabet etmek ya da ağır prodüksiyon hamleleri john için uzaktı. gerçekten bayılmadığı, sevmediği müzik türlerinin, enstrümanların, soloların, müzisyenlerin peşinde koşmadı, onları anlamaya çalışmadı. bunu yapmaya ne vakti oldu ne de isteği. eğer birisini takdir ettiyse, ondan kendi anladığı, gördüğü, kendisine rol model olabilecek şeyleri takdir ediyor ve bunu yine kendince şarkılarına yansıtıyordu. psychedelic rock'ın marşı olan lucy in the sky with diamonds, john lennon'ın çok sevdiği alice in wonderland, oğlu julian'ın meşhur çizimi ve kendi lsd deneyimlerinin bir harmanıydı. şarkının en belirgin iki motifi olan baslar ve organın paul tarafından çalınması ilginçtir ve paul'un bu dönemde grubun müziği üzerinde olan hâkimiyetinin bir göstergesidir. bu, müzikal formdan john'un büsbütün uzak kaldığı anlamına gelmemeli; john'un şarkılarına john'un onayı olmadan müdahale edilemezdi muhakkak. ancak öncü konumda olan bu dönemde mccartney olmuştur. işin george tarafında ise, george'un 1965'ten beri kendisini hint müziğine adamış olması john'u ne kadar etkilemiştir bilemiyorum, ancak george'u ve grubun müziğini derinden etkilemiştir. george da tıpkı john gibi ''kendi'' müziğinin inşasına girişmiş, kendi temalarını, yaşam tarzını yansıtmıştır. ancak john'dan farklı olarak ilk döneminden ölene kadar bu etkilerin izlerini taşımış, bunları zaman zaman reddedip zaman zaman kendini bunların kucağında bulmamış, inkâra girişmemiş ve sürekli değişmemiştir.
1966 senesi hiç kuşkusuz için john lennon için bir dönüm noktası olmuştur, zira yoko ono'yla tanışmıştır. bu aykırı, samimiyeti ve dünya görüşü, sanat anlayışı her zaman tartışılabilecek kadın, sanıyorum john'u en çok bu tartışmalı ve tepki çeken yönleriyle cezbetmiş ve etkilemiştir. burada yoko'nun işlerini tartışmaya niyetli değilim, zaten buna ne bilgim ne de aklım yeter, ancak john için, hele ki bir sene önce help gibi gerçek bir yardım çığlığını yazmış john için yoko, dışarıdan bakıldığında ifade edebileceğinden çok daha fazla şey ifade etmiştir ve john çarpılmış gibi aşık olmuştur. o döneme kadar azalmış da olsa izlerini sürdüren maço, karşı cinsi pek de anlamadan hareket eden, anlamaya çalışmayan, zaman zaman sahnede ırkçı/aşağılayıcı şakalar yapmaktan geri durmayan bu sivri zekâlı ve dilli adam için gerçek bir şok ve darbe etkisi yarattığını tahmin etmek zor değil yoko'nun. bu anlamda bob dylan'dan sonra kendisini şekillendiren ikinci isim yoko olmuştur john için. elbette bunlar mahrem, sır; yoko'nun john'un hangi yönlerine hitap ettiği belirsiz doğal olarak, ancak neticede hitap ettiği ayan beyan bir gerçek. ve bu değişim/dönüşüm, yavaş yavaş suyu ısınan the beatles birlikteliğini başka bir boyuta taşımış, sonlandıran yola düşüren faktörlerden birisi olmuştur. bu kopuşu yanlış ya da gayriahlâki bulup yoko ya da john'u eleştirmekse demode bir saygısızlık artık; miadını doldurup kendini tüketmeseydi the beatles devam ederdi zaten, kendisini tekrar tanımlayarak ve değişerek tabii ki.
john böyle bir atmosferde the beatles'ın en parlak dönemini yaşadı; aslına bakılırsa kendisiyle, dünyasıyla, kafasını kurcalayan sorularla meşgul olmaktan bu dönemin tadını pek de çıkaramamış gibi duruyor şimdi bakınca. (yine 1966 senesinde the beatles'ın isa'dan daha meşhur olduğunu söylemesi üzerine sözlü olarak linç edilmesi, ölüm tehditleri almaları, tepki çekmeleri kendisini derinden sarsmış, etkilemiş, düşündürmüştür.) pop müzik bu gelgitlerden, sorulardan, cinnetlerden, depresyonlardan nasiplenmiş; john lennon'ın müzisyen, şair, edip, mizahşör kimliğiyle ortaya sanat eseri sayılabilecek pop müzik eserleri çıkmıştır.
üçüncü the beatles dönemi ise, 1968 senesinden the beatles'ın dağılmasına kadar geçen süredir kabaca. bu dönemde artık kafasında bazı sorular -geçici de olsa- cevabını bulmuş, neyi isteyip neyi istemediğini açıkça belli eden, eski agresif/maço tavrını hayattaki duruşuna belli ölçüde kararlılık olarak aks ettirmiş bir john lennon var: ilk dönemdeki mizahına daha yakın bir mizah ve umursamazlığa sahip: bungalow bill ya da sexy sadie gibi ''dalga'' şarkılar yazıyor. belli oranda politize olmuş -altındaki entellektüel birikimi ne ölçüde güvenilir ya da sağlam orası tartışmalı- ancak gördüklerinden, yaşadıklarından, şahit olduklarından kotardıklarıyla artık kitleleri harekete geçirmeyi, sosyal yapıdaki boşluklara ve çelişkilere işaret ederek insanlar üzerinde belli bir izlenim bırakmayı ve insanları yönlendirmeyi düşlüyor: all you need is loveve revolution'u yazıyor. vietnam savaşı, öğrenci hareketleri ve hippiler bu anlamda john lennon'ın yardımına yetişiyor zira bir anlamda artık her şekilde politize olacak (bob dylan'ın ilk dönemini ya da phil ochs'u çağrıştıracak kadar politik hem de). ve ortaya çıkmaya, mesajlar vermesine uygun bir ''devrimci'' atmosfer var o dönemde. john kendisini buna tamamen adadı, bir anlamda help!'teki feryatlarının karşılığını buldu ve bütün bireyselliğiyle, yeteneği ve ilk kez bu denli ortaya çıkan ''ego''suyla (kendisi dahil her şeyi hicvetme yeteneğiyle bu egoyu insanlar için mazur gösterebiliyordu, böylelikle gerçek bir politik müzik ikonu olarak rahatlıkla yetkinliği, birikimi tartışılmadan mesajlar verebiliyor, basının ilgisini çekebiliyor ve bu anlamda basını kullanarak insanlarla iletişim sağlayabiliyordu. sevgi ve savaş karşıtlığı gibi çok ''temel'' temalar üzerinde durması ise john lennon'ın kavrama yeteneğini gösterir. plastic ono band ile çok daha detaycı şekilde; çok daha felsefî, çok daha tartışmalı ve girift konulara değinmiş olsa da (bkz: working class hero), (bkz: isolation), (bkz: god) (bkz: john sinclair) temel mesajları verme konusunda her zaman çok daha açık ve basit olmuştur (bkz: all you need is love) (bkz: happy xmas (war ıs over)) (bkz: imagine) bu dönemde yoko ono ve avantgarde müzik/sanat çevrelerinden etkilenmiş, edindiği yeni çevre ve dünya görüşü ekseninde yavaş yavaş ne istediğini belirleyerek the beatles fikrinden giderek uzaklaşmıştır. şarkıda da belirttiği gibi ''sadece kendisine inanıyordur artık, yoko'ya ve kendisine''.
the beatles'ın sonlanışının sadece bir sebebidir john lennon ; ancak john lennon'a ve yaptıklarına şöyle bir bakacak olursak da, bu meşrepte değişken, sorgulayan, düşünen ve farklılaşan birinin bir müzik grubu ile aşağı yukarı 8 sene birlikte müzik yapması fikri bile fazla gelir. paul'un 1965'ten beri açık olan lider karakteri elbette ki dağılmanın sorumluluğunu paul'un omuzlarında bıraktı, john'un uzun süredir yaşadığı gelgitlerden, sorgulamalardan ve arayışlardan bir nebze olsun kurtulmuş olması kendi kurduğu ve öncülüğünü yaptığı grubun gözünün yaşına bile bakmamasına yol açtı. john, her şeyin bir sonu olduğunu, bir gruba bu kadar anlam yüklemenin gereksiz olduğunu düşünüyor ve the beatles'ın birlikte olmasını anlamsız buluyordu. kurulmuşlardı ve dağılıyorlardı. nitekim john'un dediği şekilde oldu, gürültülü bir şekilde, karşılıklı kırgınlıklar ve kavgalarla dağıldılar, solo kariyerlerine de yansıyacak laf dalaşlarıyla noktaladılar the beatles çağını.
john bu dönemde, ki aşağı yukarı 1970'lerin başına denk geliyor, istediği şeyi yaptı: 30 yaşında she loves you söylemek istemiyordu. reddetti ve bir arada olmalarının bir anlamı da olmayacaktı ki grup dağıldı. ancak john ilginç şekilde, the beatles'a karşı (özellikle paul'a karşı) yoğun bir tepki geliştirdi. george martin'i yeterli bulmadığını söyledi, paul'u ''asansör müziği'' yapmakla eleştirdi, pek çok şarkısının mahvedildiğini, fırsatı olsa yeniden kaydetmek isteyeceğini söyledi ve konserlerde the beatles döneminden şarkı çalmayı reddetti. bir anlamda the beatles ve kendisine çağrıştırdıklarını ''kendisi'' olmasına en büyük engel olarak gördü sanırım ki böyle toptan bir redde girişti. ve kendi hatıralarına, tecrübelerine ve duygu dünyasına tamamen odaklanma şansını ilk kez topyekün elde etmiş oldu aslında. john için the beatles'ı bütün bu arzuladıkları adına feda etmek kadar kolay ve gerekli bir şey de yoktu açıkçası. politik kaygılarla kıvranırken maxwell's silver hammer'ı kaydetmeye çalışmak zor olmalı. yollar çoktan ayrılmıştı aslında, john gruba emaneten verdiği ''kendisini'' geri alıyordu sadece.
geriye kalan, bütün solo kariyerini de baştan aşağı özetleyebilecek bir ''yerli yerine oturmuş'' john lennon aslında: çocukluk hatıraları, avantgarde çevre ve sıklıkla katıldığı psikoterapilerden edindikleriyle yaşadıklarını anlatma biçimi, her zaman etkisini hissettiren ve yorulmak bilmeyen hiciv yeteneği, the beatles dönemine ve o dönemin yaşattıklarına koyduğu mesafe, yoko'ya olan aşkı, ergenlik döneminden kalan aşırılıklarına duyduğu pişmanlık ve politik duruşu. geriye kalanlar; john'un yorulmak bilmeden değişen bir sorgulama, arayışa sahip olduğu ve 18 yaşında müzik kariyerine başlamış bir çocuğun büyüdüğü, 30'unu geçtiği, baba olduğu gerçeğiyle birlikte düşünülmesini gerektiriyor.
1970'lerdeki john lennon'ı takip ederek, şarkılarını dinleyerek, röportajlarını okuyarak ve yakın çevresine bakarak o dönemin aktivist çevrelerine yönelik türlü eleştiriler yapılabilir elbette, paradoksal ''zengin sanatçı/şarkılarda fakirlik teması'' çelişkisinden tutun da sanatçının plak şirketleriyle olan ilişkisine, tatile gittiği yerlere, konserlerdeki bilet fiyatlarına kadar. ancak john lennon, bütün bu sorgulamaların ötesinde, rahat ve konforlu bir 30'lu yaş tecrübesini elinin tersiyle itmesiyle bile takdiri hak ediyor. ve bunu da sadece politizmden dem vurarak değil, bizatihi tecrübe ettikleriyle, kendi gelgitleriyle yaşayarak insanlara aktarmayı tercih ediyor ki bu da john lennon'ın üst düzey bireyciliğinin ürünü. phil ochs ya da joan baez'deki politik tavırdan onu ayırdan da bu özelliği oluyor, bu yüzden pek çok solo sanatçı için hâlâ john lennon ismi, solo kariyeriyle bir mihenk taşı olarak duruyor.
70'lerin ortasında yoko'yla ayrılma kararı almaları, depresyona girmesi, tekrar birbirlerine dönmeleri, paul ile barışmaları ve değişmesi, aslında tam da beklenebilecek bir şeydi john'dan. lost weekend'i şarkılarında hissediyor, yaşıyorsunuz; tıpkı in my life'ı tecrübe ettiğiniz gibi. bu aktarım yeteneği bir sanatçı için gerçek anlamda büyüleyici.
bu kariyer ne yazık ki talihsiz şekilde bir katliamla sonlandı. double fantasy, john'un 5 yıllık arasından sonra duyulan ilk albüm oldu; john'un 70'lerin sonuna doğru giderek azalan politik/aktivist kimliğinin sonlandığını göstermesinin yanında, artık 40 yaşına gelmiş, 10 yıllık bir müzik grubu, 10 yıllık da solo kariyer sahibi bir adamın yaşadıkları, hissettikleri ve şarkılarıydı albümdekiler. eski agresifliği, kötümserliği azalmış, gerçekten kendince bir başlangıç yapmak isteyen bir john vardı. ne yazık ki mark chapman ve ecel, bu başlangıca müsaade etmedi; her anlamda sivri, aykırı ve muhteşem bir ''tüm zamanlar figürü'' bir figürden beklenecek kadar trajik bir hadiseyle yaşama veda etti ve topluma mâl oldu.
şahsım adına son olarak şunu söyleyebilirim ki, bütün solo müzisyenler tarafından john lennon'ın 1970 tarihli john lennon/plastic ono band albümü hatmedilmeli, buradaki anlatım, müzik, dil ve vokal teknikleri belleklere kazınmalıdır. zira john lennon'ın bütün bu yukarıda sayıp döktüğümüz kişisel özelliklerinin her damlasını, her parçasını bu albüme dair her şeyde(albüm kapağı da dahil olmak üzere) bulmak mümkündür, manifestodur bu albüm.
john lennon, yolunu kendisinin çizdiği bir bireycilik içerisinde, sadece kendisinin neferi olarak müzik yapmış, şarkılarında önce kendisini anlatmayı tercih etmiştir. ve büyüyen, çocukluğundan 40 yaşına kadar gelen her modern çağ erkeği (ve her insan) john'un şarkılarında, tavrında, sözlerinde kendisini bulacaktır.
bu yönüyle john lennon'ın yeri müzik tarihinde de eşsizdir, değişmezdir.