90'lı Yıllarda Anneler ve Babalar Neden Çocukların Atari Oynamasına Negatif Bakıyordu?

90'larda neden atariye karşıydı ailelerimiz? Bunun altında yatan olası psikolojik sebepleri inceleyelim.

90'larda tüm ebeveynlerin atariye karşı olması... bu, sadece atariyle değil; her kuşak çatışmasının merkezinde yer alan evrensel bir gerçek. 90’ların ana-babaları teknolojik geçiş döneminde sıkışmış bir kuşağın temsilcisiydi.

kendileri radyo ve siyah-beyaz televizyonla büyümüşken, çocukları bir anda 8-bit dünyalarda mario kovalıyor, uzaylı vuruyor, fantastik hikayelere dalıyordu. bu, onlar için anlamlandıramadıkları bir “kültürel kopuş” gibiydi.

bizim ailede bu darlamayı yapan annem demiştim; “sosyal ol, kitap oku, ders çalış” beklentisi vardı onda. bu üçleme, 90'ların ebeveyn mottosuydu belki de. çünkü başarı demek okuldu ve okul dışı her uğraş, hele ki eğlence odaklıysa, zararlı potansiyel taşıyan bir sapma olarak görülüyordu. yani çocuk “kitap okuyorsa” makbuldü, ama jill of the jungle oynuyorsa değil. biri meşruydu, diğeri değildi. hatta kitap okumada bile bir çizgi-roman kitap olarak sayılamayabiliyordu da.

açık havada fiziksel oyunlar elbette çok kıymetliydi. ama bilgisayar oyunlarının da ince motor becerileri, dikkat süresi, problem çözme, strateji geliştirme gibi alanlarda ciddi katkıları vardı. ama onların kuşağı için bu tartılabilir bir durum değildi. bunu görememelerinin sebebi, onların oyun algısının fiziksel oyuna indirgenmiş bir anlayışa sahip olmalarıydı. yani bilgisayar başında oyun oynamak hareketsizlik, yani o da eşittir tembellik gibi bir denkleme ulaşıyordu.

en çarpıcı olan belki de bu; atari ya da bilgisayar oyunları, onların bildiği dünyaya tematik olarak tamamen yabancıydı. onlar için gerçeklik kendi çocukluklarından gelen bir hatıraydı ve bu da toprağa dokunmak, taş sektirmek, çelik-çomak yuvarlamak, sokakta arkadaşla koşmak gibi şeylerle örülüydü.

çocuklarının prenses kurtaran tesisatçıları, ejderha avlayan kahramanları, uzay savaşçılarını kontrol etmesi gerçeklikten uzak, hatta saçma geliyordu.

ve şunu da unutmamak lazım onların perspektifinde; dünya, aileden, gelenekten ve toplumdan devralınan bir şeydi; oyunla kurulacak bir evren değildi.

sonuç olarak

atari/bilgisayara karşı oluş, yeniye karşı güvensizlik, disiplin beklentisi, anlamlandıramama, ve otoritenin kontrolünü kaybetme korkusu gibi birçok dinamiğin iç içe geçtiği bir durumdu. ama bugün baktığımızda, ekran başında oyunla büyüyen nesil de şimdi kendi çocuklarına oyun oynarken daha anlayışlı olabiliyor. tek fark, o zamanki ebeveynler kendi çocukluklarını “biz çamurla oynardık, ne güzel büyüdük” diye anlatırken, şimdiki ebeveynler ise bugün çocuklarını toprağa değdiğinde “ellerini yıka, mikrop kaparsın” diye uyarıyor. otorite el değiştiriyor belki ama kaygı kalıyor; yalnızca biçim değiştirerek.