ABD-İsrail Arasındaki Diplomatik İlişkilerin 1948'den Günümüze Kadarki Özeti
abd hakkında yine klasik olarak süregelen tartışmaları bir kenara bırakarak, bu sefer kendisinin israil ile ilişkilerine değinmek istiyorum. özellikle ülkemiz sağ cenahında (tabii ki başka ülkelerden aldıkları uyduruk komplo teorileriyle çünkü ülkemizde bırakın bir fikri, komplo teorisi bile üretilmiyor. bu ülkede istisnasız her şey ithaldir) çokça konu edilen diplomatik ilişkiler, hiç de iddia edildiği gibi birbirine göbekten bağlı değildir. bu yakınlaşma 1980'lerden itibaren başlar. gelin inceleyelim:
israil kurulduğu 1948 yılında bölgesinde istisnasız bütün arap devletlerini karşısına almış ve takdir edilecek şekilde tek başına şanlı bir bağımsızlık savaşı vermişti. bu dönemlerde abd, bölgede herhangi bir taraf tutmak istemiyordu. çünkü araplarla da gayet iyi ilişkiler kurma niyetindeydi. israil'in kurulma sürecinde de hükümet kanadında genel olarak böyle bir tutum vardı. seçim yılında olan abd'de israil'in tanınmasının başkan harry s truman'ın kariyerine zarar vereceğini söyleyenler de vardı. truman'sa taa başından beri siyonistleri fikren destekliyordu. ama hükümetindeki kararsızlığa da sessiz kalmak istemiyordu. buna rağmen bağımsızlığı ilk tanıyan ülke abd olmuştur. bununla beraber ingiltere ve fransa'yla beraber yeni sınırların garantörü olduğunu bir deklarasyonla belirtmiştir.
süveyş krizi zamanında abd, sovyetler birliği ve birleşmiş milletler'le beraber açık açık mısır'ı desteklemiştir ki soğuk savaş döneminde abd ve sovyetler'in beraber hareket ettikleri nadir olaylardan biridir bu. bundan sonra abd'nin ortadoğu politikası her iki tarafı da destekleme gibi bir yola girmiştir. tabii ki bunda arap devletlerinin sovyetler'e yakınlaşmaya çalışması çok etkilidir. bu noktada orta doğu'da komünizm tehlikesi gören abd, hem israil'e hem arap ülkelerine savunma amaçlı silahlar satmaya başlamıştır. ama bunu da başka ülkeler eliyle, dolaylı yoldan gerçekleştirme eğilimindedir. çünkü aralarındaki çatışmalarda hala bir taraf tutma gibi bir düşüncesi yoktur. aslında john fitzgerald kennedy zamanında bir ittifak içine girme gibi bir düşünce doğmuşsa da abd'nin arap ülkelerini karşısına almak gibi bir riske girmesi o dönemlerde zordur.
asıl kırılma noktası, altı gün savaşı'ndan sonradır
çünkü arap ülkeleri artık sovyetler'e çok daha yaklaşmaya başlamış, aralarında sıkı bir silah ticareti doğmuştur. hatta söz konusu savaşta zaten mısır tarafında savaşan sovyet askerleri de vardır. bu da abd'yi artık israil'i açıktan destekleme yoluna iter. ilginçtir ki bu savaş sırasında mısır açıklarında bir abd istihbarat gemisi, israil jetleri ve torpidobotları tarafından batırılır. israil hükümeti yanlışlık olduğunu, geminin mısır gemisi zannedildiğini, tazminat ödemeye hazır olduklarını belirtir. abd özrü kabul eder, tazminatlar da zaman içerisinde ödenir. komplo teorisyenlerine göre bu olay çok tartışmalı bir meseledir. dediğim gibi abd-israil ilişkilerinin bu noktadan sonra yakınlaşması ve sonunda ittifaka gitmesi, komplo teorisyenlerinin en büyük savlarından biridir zaten.
israil'i açıktan destekleme kararı alan, hatta direkt phantom uçaklarını satmayı kabul eden abd; arap ülkelerini de tümden boşa düşürmek istememektedir. sovyetler'in bölgedeki etki gücünü kırmak için suudi arabistan ve lübnan'a (ki başından beri abd'yle arası çok iyi iki devlettir bunlar) silah satmaya devam eder.
yıpratma savaşı'nda israil komandoları, sovyet yapımı bir mobil radar istasyonunu çalarak bilgilerini abd'yle paylaşır. 1967'de de fransa'dan yedikleri ambargo üzerine mirage 5'in planlarını çalan israil ajanları, bu bilgileri de aynen abd'ye iletir. bununla beraber bu savaşın bir diğer önemi de barışın abd eliyle gelmiş olmasıdır. ayrıca israil'in altı gün savaşı'nda ele geçirdiği toprakları terk etmesini ve her iki devletin de birbirini tanımasını istemiştir. mısır hemen kabul etmiştir ama israil kamuoyu ikiye bölünmüş, sonunda reddedilmiş ve sorunun çözümü birkaç yıl sonrasına kalmıştır.
yom kippur savaşı abd'nin israil'i direkt desteklediği ilk savaştır. burada israil, çok akıllıca bir hareket yapmıştır. bütün arap-israil savaşlarında olduğu gibi yine savunma durumunda olan israil'in başbakanı golda meir, saldırının başlayacağını önceden haber almasına rağmen önleyici savaş taktiklerine başvurmamıştır. böylece direkt olarak bölgesel istikrarın araplar tarafından bozulduğu, israil'in işgal edildiği (aslında başından beri gerçek de budur zaten ama neyse) politikasını rahatlıkla yürütebilmiştir. bu da abd'nin israil'i desteklemesini sağlamıştır. savaşın sonunda da yıpratma savaşı'nın sonunda koyduğu teklifleri kabul ettirmiş ve 30 yıl süren arap-israil savaşlarına artık son verebilmiştir (gerçi israil sonrasında rahat durmayacak ve lübnan iç savaşı'na müdahil olacak ama o, buranın konusu değil).
abd'nin bu desteği, 1973 petrol krizi'nin ortaya çıkmasına ve taa 80'lere kadar abd ekonomisinin (ve bir yandan da türkiye'nin tabi ki. denildiği gibi, afrika savanalarında iki kabile birbirine mızrak atsa mutlaka bu memleketin bir yerlerine saplanıyor) sarsılmasına neden olmuştur. takdir edersiniz ki abd'nin israil'i destekleme kararı, arap devletlerini hiçbir şekilde memnun etmemiştir. buna rağmen savaştan sonra yıllar süren çabalar, mısır-israil-abd arasında camp david antlaşması'nın imzalanmasını sağlamış ve abd, böylece tek taşla iki kuş birden vurmuştur. hem sovyet etkisini ağır şekilde kırmış hem de arap-israil çatışmasını engelleyerek iki tarafla da çalışabilir duruma gelmiştir. tabii ki israil'le daha da yakınlaşacaktır.
ronald reagan dönemi başladığında hükümette yer alan pek çok bakan, arap dünyasıyla iş yapan ve abd'deki arap toplumuyla iyi ilişkiler içinde bulunan kişilerdi. bu nedenle reagan'ın ortadoğu politikasının değişeceği düşünülmüştü. buna rağmen tam tersi gerçekleşmiş; abd-israil arasında önce stratejik işbirliği antlaşması, ardından kredi desteği, artık 1989'da "nato-dışı müttefik" ilişkileri sağlanmıştır. bununla beraber israil ve arap dünyası (özellikle de filistin) arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk görevini artık abd net olarak üstlenmiştir. israil-ürdün antlaşmasında da, oslo antlaşması'nda da, birleşik arap emirlikleri, bahreyn, sudan, umman, katar ve fas'ın israil'i tanımasında da hep abd etkili olmuştur.
donald trump'ın başkanlığı döneminde abd yönetimi kudüs'ü israil'in başkenti olarak tanımış, ayrıca golan tepeleri'nin israil toprağı olduğunu da kabul etmiştir.
tabi bu yazıda ayrıca abd'deki yahudi lobisinden de bahsetmek gerekirdi ama ben yalnızca iki devlet arasındaki diplomat ilişkileri ele almak istedim.