Aykut Kocaman Üzerinden Fenerbahçe Camiasının Arkasında Dönenlere Dair Sıkı Bir Dedikodu
ali koç'un, aykut kocaman'ın geride bıraktığı ekibiyle ilgili yaptığı açıklamalar, çok şükür türk futbolunun son 30 yılı hakkında sağlam bir hafızaya sahip olduğum için, beni hiç şaşırtmamıştır...
aykut kocaman fenerbahçe'ye, sakaryaspor'dan 1988 yazında geldi. kulüpten gidişiyse 1996 yazına denk geldi.
kulüpte geçirdiği sekiz sezona bakıldığında o dönemde fenerbahçe iki şampiyonluk gördü. biri ilk sezonu olan 1988-89 sezonunda, biri de son sezonu olan 1995-96 sezonunda...
ilk sezonunda çaylaklık dönemindeydi ve takım içerisinde herhangi bir ağırlığı yoktu. son sezonunda da, yaşının da etkisiyle artık geri planda kalmaya başlamıştı. sezon başladığında takımın ideal forvet ikilisi elvir boliç-dalian atkinson'di, hatta bu ikilinin ilk alternatifi de feyyaz uçar'dı. daha sonra feyyaz'ın ara transferde ayrılması ve atkinson'ın da sezonun ikinci yarısında yaşadığı sakatlıklar, sezonun son bölümünde aykut'un tekrar forma şansı bulmasına yol açmıştı. zaten meşhur trabzon maçındaki golü de bu esnada gelmişti.
aykut'un takımın önde gelen isimlerinden olduğu 1989-1995 aralığındaysa fenerbahçe, tarihinin en uzun şampiyon olamama dönemini yaşadı... bu altı sezonda üç ikincilik, bir dördüncülük, iki de beşincilik elde edildi. aykut kocaman ve oğuz çetin'in başını çektiği "sakaryalılar grubu" adında bir çeteleşmenin, takım içerisindeki etkinliği de sağır sultan tarafından bile duyulmuştu. özellikle 1991 yazında tanju çolak'ın transferi sonrasında oğuz ile birlikte tanju'ya karşı cephe aldıklarını görmemek için kör olmak gerekiyordu. oğuz'un pas tercihleri hep aykut'aydı, tanju'nun attığı gollerde de genelde gerson, novak ve rıdvan asist yapıyordu...
gelelim ali şen tarafından 1996 yazında, oğuz ile birlikte kulüpten gönderilmesine
ali şen, bu kararın gerekçesi olarak kritik trabzon maçı öncesinde söz konusu ikilinin, kendisiyle prim pazarlığı yapmaya kalkışmasını, özellikle de aykut'un bu konuda çok ısrarcı ve negatif bir tavır takınmasını göstermişti...
ancak aykut, trabzon maçı sonrasında öyle bir hamle yapmıştı ki, ali şen'in bu açıklamaları yıllar yılı ciddiye bile alınmadı.
aykut, maçta galibiyet golünü atmıştı ve şampiyonluğun kilidi de 2-1'lik galibiyetle açılmıştı. ancak aykut, ali şen ile yaptığı son görüşmenin ardından, başkanın kendisini gelecek sezon için kadroda tutmayacağını da adı gibi biliyordu... hazır eli de güçlüyken, maçın hemen ardından, sıcağı sıcağına, futbol kamuoyunun hiç alışık olmadığı bir açıklama yaptı mikrofonlara. trabzonlu oyuncuların da en az kendileri kadar emek sarf ettiğini, onların da şampiyonluğu en az kendileri kadar hak ettiğini, ancak bugün alınan sonuçtan sonra onların hiç de hak etmedikleri bir kötü muameleyle karşı karşıya kalacaklarını bildiğini, bu yüzden de attığı gole doyasıya sevinemediğini ifade ediyordu.
sadece söylenenlere bakıldığında dünya futbol literatürüne girecek cinsten bir fair-play örneğiydi belki bu. ama ardındaki niyet, sezon sonunda gönderildiğinde "ali şen, aykut'u malum açıklamaları içine sindiremediği için gönderdi" algısını kamuoyunda yaratmaktı. gerçekten de bu konuda son derece başarılı oldu. bugün bile insanlara sorsanız, çoğunluk "ali şen, aykut'u o açıklamaları için gönderdi" der. e peki aykut'un yanında oğuz niye gitti, düşünmez...
aykut kocaman, fenerbahçe'den futbolcu olarak ayrıldıktan yaklaşık dört sene sonra teknik adamlığa başladı
2005-2006 sezonundaysa, fenerbahçe üst üste üçüncü şampiyonluğuna giderken, 1 ekim 2005 konyaspor-fenerbahçe maçı ile birlikte fenerbahçe'yle arasındaki ilk ciddi gerilimi de yaşıyordu... maçta fenerbahçe 2-0 geriye düşmüş, nicolas anelka'nın konya kalecisine eliyle yaptığı faulü hakem özgüç türkalp'ın görmemesi neticesinde bulduğu golle farkı bire indirmiş, ardından da pes peşe üç gol daha bularak sahadan 4-2'lik galibiyetle ayrılmıştı. maçın ardındansa aykut kocaman, açık açık fenerbahçe'nin hakemi ayarladığını ima ederek "bu kirli düzen, düzelmek için bir kurban istiyor, bu maçla birlikte futbol kariyerimi sonlandırıyorum" diyordu...
sonrasında elbette aykut kocaman futbol kariyerini falan sonlandırmadı ama fenerbahçe'nin zirve yolundaki üç rakibi birden ertesi gün sahaya "el değmemiş temiz bir lig istiyoruz" pankartlarıyla çıktı ve sezon boyunca da kamuyounda fenerbahçe'nin masabaşı oyunlarla zirve yarışına tutunduğu, rakiplerininse alınteri ve emekle bu çirkinliğe karşı mücadele eden birer şövalye gibi olduğu algısı oluşturuldu... bunun sonu da nereye vardı? sezonun denizli'de oynanan son maçında sahaya onlarca defa tecavüz edilmesine rağmen, bütün şartlar maçın tatil edilmesi ve 3-0 fenerbahçe lehine tescil edilmesine işaret ederken, hakem selçuk dereli, en az 30 dakika duraklamış bu maçı sadece 16 dakika uzattı ve sonunda da bitirdi... skor 1-1 olunca da fenerbahçe lider girdiği son haftada şampiyonluğu kaybetmiş oldu... kamuoyunda kimse de, sezon içerisinde oluşturulan o algıdan ötürü fenerbahçe'nin yaşadığı mağduriyeti dile getirmedi. hatta o 16 dakikalık uzatma da bir lütufmuş gibi gösterildi...
daha sonra ne olduysa, aykut kocaman'ın o malum konya maçından sonraki tavrı unutuldu ve kendisi 2009 yazında kulübe sportif direktör olarak getirildi
asıl kayışın kopmasıysa bu esnada yaşandı bence. zira sportif direktörlüğü zamanında yaptıkları, lafı hiç eğip bükmeye gerek yok, düpedüz ahlaksızlıktır...
takımın kadrosu zaten dar. bununla ilgili problemler de 8'de 8 yapılarak başlanan sezonda sonradan kör topal gidilmesiyle kendisini az çok belli etmiş. ikinci yarıda yarışın daha da kızışacağı aşikar. üstelik avrupa ligi'nde de eleme turları başlıyor. böylesine bir dönemde devre arasında roberto carlos ile yollar ayrılmış, keza colin kazım da gönderilmiş. teknik direktör christoph daum transfer isteğini defaatle dile getirmiş. buna karşılık aykut, "kadromuz yeterli" demekle yetinmiş, üstüne de sadece gökhan ünal transferi yapılmış...
sonra ne mi oldu peki? o daracık kadro, özellikle şubat ayında öylesine eksildi ki iç sahadaki lille maçına 13 kişiyle çıkmak zorunda kaldı, şampiyonluk da son maçta tek bir golle kaçtı.
sezon sonundaysa aykut, daum'un yerine teknik direktörlüğe getirildi ve o "yeterli" dediği kadroya mamadou niang, miroslav stoch, joseph yobo, caner erkin ve issiar dia'yı transfer etti...
dahası, çiçeği burnunda fenerbahçe teknik direktörü, bakın sadece 10 hafta önce nasıl bir demeç vermişti:
özellikle şunu da söylemek gerekiyor: belki bu sözlerin açıklaması olabilir. şunu da ifade edebilirim. benim sayın daum'un yerine gelmek gibi bir düşüncem asla ve asla yok. çok net bir şekilde söylüyorum. bu hem kendimi inkar etmek, hem fenerbahçe spor kulübü'nü inkar etmek olur. böyle bir tasarrufum asla olmadı ve asla olmayacak. bunu çok net bir şekilde söylüyorum. ancak sezon sonunda hem pozisyonumla ilgili olarak hem de genel durumla ilgili olarak bir değerlendirme yapma hakkına sahibim.
inanmayanlar için link burda. kaynak da baya baya fenerbahçe resmi sitesi üstelik.
sadece bu demecin 10 hafta sonrasında dediklerinin tam tersi yönde hareket edip daum'un yerine teknik direktör olması ve dört ay evvel "yeterli" dediği kadroya ilk 11'in yarısını değiştirecek kadar transfer yapması bile aykut kocaman'ın ne olduğunu özetler niteliktedir!
ancak bunu da çoğu göz görmek istemedi...
fenerbahçe'de berbat başlayan ilk sezonunda kafayı alex'e takmıştı... fakat devre arasına doğru lider trabzonspor'un sekiz puan gerisinde kalınması neticesinde, muhtemelen azizsilinin de etkisiyle, kendisi alex odaklı eski düzene dönmüş ve alex'in de kariyer rekoru kıran performansı sayesinde şampiyonluk gelmiştir.
lakin sonradan bu şampiyonluğa malum 3 temmuz çamuru sıçradı... aykut da başta kendisini kurtarabilmek için hız sınırı asılmış ama radar bir takıma tutulmuş(!) gibi saçma sapan bir açıklama yaptı lakin sonradan ne hikmetse yine "3 temmuz operasyonuna karşı dik duruş" sergilediği algısını yaratmayı başardı!
bundan sonrasıysa, alex gidene kadar alex ile uğraşmaya devam etti yine
12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı'nda alex'i 75 dakika kulübeye hapsetmesiyse "alex sayesinde bir şampiyonluk daha geleceğine galatasaray kadıköy'de kupa kaldırsın" diyecek kadar kişisel husumetleri yüzünden gözü dönebilecek biri olduğunu gösteriyordu aslında... ertesi sezona girildikten kısa bir süre sonra da muradına erdi ve alex'i kulüpten uzaklaştırdı, hem de aziz babasını da gayet güzel kafalayarak, alex'i sadece göndermekle kalmadı, elinden geldiğince de itibarsızlaştırmaya çalıştı...
aykut kocaman'ın ne denli kötü bir teknik direktör olduğuyla ilgili daha önce ekşi sözlük'te defalarca yazdım.
bunları daha fazla tekrarlamaktansa son olarak kendisinin medyayı nasıl kullandığına da az çok değinip, dün ali koç'un yaptığı açıklamalar doğrultusunda perde arkasında neler çevirmiş olabileceğini biraz daha iyi anlamaya çalışmakta fayda var...
öncelikle türk spor medyasının yapısından biraz bahsetmek lazım
(bunu da bizzat içine girip o yapıyı görmüş ve fazlasıyla overqualified olduğu için bu yapıda barınamamış biri olarak söylüyorum, hariçten gazel okumuyorum - ukalalık yaptığım da sanılmasın, isteyen bugüne dek ekşi'de yazdığım entryleri inceleyip cv'mi üç aşağı beş yukarı görebilir)
türk spor medyası, uzun yıllar boyunca hiç ama hiçbir vasfı olmayan, genellikle ortaokul-lise mezunu asalakların elinde kalmış. 1990'ların sonuna kadar neredeyse bu çaptaki adamlar 17-18 yaşında, basının başka hiçbir köşesinde bir baltaya sap olamayacakları görüldüğü için, "sen de falanca takımın antrenmanlarına git, muhabir olarak işe başla o zaman" diye baştan savılırcasına spor muhabirliğine yönlendirilmiş, yıllarca salla başını al maaşını şeklinde çalışınca da yavaş yavaş bulunduğu yerde yükselmiş ve yaklaşık 25-30 yıllık bir süreç sonunda da spor servisi müdürlüğü ve köşe yazarlığı gibi yerlere gelmişler, bunun ardından da hak ettiklerinin üstünde kazanmaya ve hak ettiklerinin çok ötesinde şöhrete sahip olmaya başlamışlardır.
bu adamların yönetici olduğu bir medyada haliyle en son önem verilecek şey de liyakattır. zira bu adamlar, altında çalışacak kişileri çok iyi seviyede yabancı dil bilen, çok iyi okullarda okumuş, futbol dünyasında olup biten her şeyi çok iyi takip eden, futbol haricinde de ciddi anlamda genel kültüre sahip kişilerden seçseler, kısa süre içerisinde kendi yeterlilikleri sorgulanır hale gelecektir... o yüzden bu tipler, spor basınında yükselmenin koşulu olarak, kendi sahip oldukları tek vasfı ön plana çıkarma yoluna gitmişlerdir. nedir o? eski olmak, kıdemli olmak! hiçbir yabancı dili bilmeyen, cahil cühela tipleri alıp muhabirlikten yetiştirmeye başlamak, bu yöneticiler için en sağlıklı yoldur zira bu yeni yetiştirilen isimler, kendileri daha eski, daha kıdemli oldukları için onların ayağını kaydıramaz...
peki böyle yetişen muhabirler nasıl habere ulaşabilir? hiçbir yabancı dili olmayan bir muhabir, bir yabancı hocayla muhatap olabilir mi örneğin? alın size türk medyasındaki yabancı hoca düşmanlığı ve yerli hoca fetişizminin en temel sebebi...
yabancı hocalarla muhatap olma şansı olmayan muhabir, bunun aksine yerli hocalara bir cep telefonu uzaklığındadır. yerli hocalar da zaten kendilerini deli gibi savunan bu asalaklara, çıkar ilişkisinden dolayı çok samimi yaklaşırlar: "aman sayın hocam, aman canım hocam, şöyle büyüksünüz hocam, böyle muhteşemsiniz hocam" şeklinde yapılan yalakalık girizgahlarının ardından da yalanan bu teknik direktörler, muhabirlere ihtiyaç duydukları dedikodu malzemesinin birçoğunu verir... muhabir, haberi için malzeme elde eder, teknik direktör de yalanma ve gazete sütunlarında korunma ihtiyacını karşılamış olur ve bu simbiyoz ilişki de yıllardır bozulmadan bu şekilde devam eder...
aykut kocaman da bu düzenin çok iyi farkına varmış bir isimdi ve görev yaptığı süre içerisinde ahmet ercanlar ve emre bol başta olmak üzere birçok muhabiri gayet güzel beslemişti...
alex'in gönderilmesine yakın, ahmet ercanlar'ın "alex'in faydalı koşu mesafeleri", "alex'in sprint mesafeleri" gibi bilgileri geçip haber yapmasını falan bir hatırlayın hele...
aykut kocaman bu insanları sonraki dönemlerde de hep beslemeye devam etti
onlar da her şartta aykut hocalarını savunmak, onun yararına kamuoyunda algı oluşturmak için ellerinden geleni yaptılar. bu sayede fenerbahçe'nin ligde elde ettiği ikincilikler aslında başarıymış gibi görülmeye başlandı... sezon boyunca liderin yanına yaklaşamayan takım, son haftalarda çoktan ununu eleyip eleğini asmış takımlarla oynayıp bunlara karşı bol gol atıp kazanınca da "hocaya savunmacı diyordunuz ama bu takım şampiyonluğu sadece üç puan farkla kaçırdı, en çok gol atan takım oldu" diye ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söylediler... hiçbiri söz konusu dönemde tek ciddi maçın akhisar'a karşı kaybedilen kupa finali olduğunu, galatasaray şampiyon olamasaydı onun yerini, (bu durumda tt arena'dan puan çıkartacak olan) başakşehir veya beşiktaş'ın alacağını söylemedi mesela...
mevcut sezonda da, aykut kocaman artık fenerbahçe'nin başında olmamasına rağmen, bu kalemşörler bu algılara devam ettiler...
öte yandan takım, kulüp tarihinin en kötü lig başlangıcı performansını ortaya koyunca da kalemler iyice sivriltildi, hepsi aykut geri gelsin diye gazel okumaya başladı... tüm bunlar olurken bugün ali koç'un açıklamalarından görüyoruz ki bu yapılanma sadece medya ile de sınırlı değilmiş... aykut kocaman'ın eski ekibinden olan ve göreve devam eden antrenörler de ciddi ciddi kulüp içinde sabotaj yapmakla meşgullermiş.
bu adamların, ağababalarından direktif almadan böylesine bir sabotaja kalkışacaklarını düşenecek kadar da naif olmayalım tabi. hele bir de aykut kocaman'ın geçmişte özetlediğim davranışlarını göz önüne alırsak... zaten ali koç'un konuşması sonrasında konuşmayı yorumlamaya çalışan bir yorumcunun "ya ne varmış antrenman bilgilerinin dışarı gitmesinde, doktorlar bile hasta raporlarını yeri geldiğinde başka doktorlara göstermiyor mu fikir almak için, ehe ehe" şeklindeki sözleri bile aykut önderliğindeki bu çetenin varlığının delili niteliğindeydi...
ezcümle
aykut kocaman, fenerbahçe kulübünün şu an içinde bulunduğu kötü durumun baş müsebbiblerindendir.
hala daha kendisini savunanların bir an önce o derin gaflet uykularından uyanmalarını diliyorum...
özellikle dün açıklanan rezaletlerden sonra da taraftarın öncelikli görevi, ne olursa olsun bu zatın ve yancılarının bir daha bu kulübün önünden bile geçmemesi için uyanık olmalarıdır. yapılacak protestolar, alınacak pozisyonlar öncesinde hep bu husus akıllara getirilmelidir...