EDEBİYAT 27 Mayıs 2020
30,9b OKUNMA     709 PAYLAŞIM

Bir Okuryazarın Beyni Nasıl Çalışır?

Düzenli olarak yazılı şeyler okuyan biri, okumayan birine göre neleri farklı düşünür? Yazılı ve sözlü kültür arasındaki farklar nelerdir? Basit bir şekilde öğrenelim.
iStock

içinde çok az okuryazar olan bir köye giden dil bilim araştırmacıları, yazının ve matbaanın insanın düşünce sistemine nasıl sinsi bir örümcek gibi girdiğini çok ilginç ve eğlenceli olan deneylerle fark ettiler. yazı ve matbaanın nasıl bir örümcek haline gelip beynimizi sardığını anlamadan önce okuryazar olmayan insanlar üzerinde yapılmış şu testlere bir göz atalım isterseniz:

okuryazar olmayan bu insanlara sorulan ilk soru gayet basitti. önlerinde bir balta, bir çekiç, bir testere ve bir odun parçası vardı ve bunları biri dışarıda kalacak şekilde gruplandırmaları isteniyordu. ne kadar basit değil mi?

cevap, odun dışarıda kalır; balta, çekiç ve testere aynı gruptadır. çünkü balta, testere ve çekiç birer aletken; odun bir alet değil eşyadır. ama işler araştırmacaların istediği gibi gitmedi. köylüler, bu nesneleri gruplandırmayı reddettiler.

neden gruplara ayırmamızı istiyorsunuz, ne gerek var ki diye cevap verdiler ve bunda direttiler. eşyaların hiçbirini dışlamadılar. çok az okuryazar olan biri ise, baltayı dışarıda bırakacağını, çünkü odunu kesmek için testerenin yeterli olduğunu söyledi. çok ilginç değil mi? devam edelim...

ikinci soru şöyleydi: kuzeyde ve buzla kaplı olan yerlerde ayılar beyazdır, antartika kuzeyde ve buzla kaplı bir yerdir, öyleyse antartika'daki ayılar ne renktir? içinizden bu ne biçim soru böyle diyebilirsiniz. cevabı çok açık ve kesin olmak üzere "beyaz" olan bu soruyu okuryazar olmayan bu gruptakiler, "ben ne bileyim?" diyerek cevapladılar.

ben sadece kahverengi ayı gördüm, dedi bazısı, bazısı bana ne ne renkse ne renktir... çok az okuryazar olan biri ise, "sizin dediklerinize bakılırsa, orada ayılar beyaz." diyerek cevap verdi. bir öncekinden daha ilginç bir örnek. devam edelim:

üçüncü olarak bu gruba "kendinizi nasıl tanımlarsınız?" diye sordular. ilki, "falanca yerden geldim, iki kızım var, koyun bakıyorum." dedi. peki dediler güzel, ama tam bu değil, bazı insan sinirlidir, bazı insan cimridir, bazısı yardımseverdir. sen nasıl bir insansın? "ben bilmem, beni arkadaşlarıma sorun onlar anlatsın." dedi okuryazar olmayan bu "saf" insan. gruptakilerin hiçbiri kendini tanımlayamadı. neden biliyor musunuz?

çünkü sözlü kültür insanı tanımlarla uğraşmaz. buna ihtiyacı yoktur. o, o an içinde bulunduğu gerçek dünyayı yaşar ve soyut düşünmeye gerek duymaz. neden duysun ki?

kutuptaki ayıların ne renk olduğunun onun için herhangi bir önemi yoktur ve o ayıyı görmeden, onun beyaz olduğuna inanmayacaktır. kendini sadece gerçek ve somut olgularla tanımlar. hatta onu bile zor yapar; çünkü soyut düşünemez.

size "maalesef" kelimesini düşünün dersem, beyniniz, siz fark etmeden öncelikle kelimenin yazılışını gözünüzün önüne getirecektir. siz "ağaç" yazdığınızda yazdığınız kelime, ağaçtan ayrı bir nesne olarak kendine mekanda yer edinir. sözlü kültür insanı ağaç der ve o ses havada yok olup gider. daha ç harfini söylemeden a harfi yok olup gitmiştir.

o yüzden yazıyla bir bağı olmayan toplumlarda, bilgi sadece insan hafızasındadır. o yüzden bilgiyi sürekli tekrar etmek gerekir. bu da büyük bir enerji yatırımı demektir ve bu yüzden insan başka bir şey düşünemez. bu da onun başka yönlere eğilmesinin önüne geçer. o yüzden insanlık tarihindeki en büyük sıçrayışlar yazıdan sonra olmuştur. 

okuryazar olmayanlara sorulan sorular, yazılı kültürün sınav sorularıdır. sözlü kültür bu sorularla ilgilenmez.

bu fark algılanamadığı için eski insanlar hep kaba saba tasvir edildiler. oysa onlar bizden çok farklı düşünüyorlardı. çok az okuryazar olan bir insanın bile okuryazar olmayanlardan ne kadar farklı olduğunu yukarıdaki üç soruya verilen cevaplarda gördük. biz yazıyı bulduk, matbaayı bulup yazıyı mekana hapsettik, o insanlardan ne kadar farklı olduğumuzu tahayyül edin. düşünce sistemlerimiz taban tabana zıt.

yazı olmasaydı maalesef şu an bunları okuyamıyor olacaktınız. bir önceki cümlede geçen "maalesef" kelimesini düşünemeyecektiniz. bu, insana çok uzak ve imkansız gibi geliyor. yazının getirdiği alışkanlıklardan kurtulmak mümkün değil.

edit: antartika burada tamamen hipotetik. mesele soru değil, cevap olduğu için antartika yerine istediğiniz her şeyi koyabilirsiniz. okuryazar beyni burada da devreye giriyor maalesef.

kaynak: walter j. ong - sözlü ve yazılı kültür

Ekleme: Araştırmayı biraz daha detaylandıralım

araştırmanın orijinali: alexander luria isimli rus bir psikologun, 1930'lu yılların başında özbekistan ve kırgızistan'ın bazı bölgelerinde karşılaştırmalı etnografik çalışmalarda bulunması. bu bölgelerin tamamına yakınının okuryazar olmadığı belirtiliyor.

burada dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan birisi araştırmanın sadece okuma yazma bilmeyen gruplara yönelik olmadığıdır. araştırmada farklı gruplar da incelenmektedir. mesela uzak ve dağlık köylerde yaşayan okuma yazma bilmeyen kadınlar bir grubu temsil etmekte iken bir başka araştırma grubu ise çiftçilik ve bahçe işlerinin yapıldığı köylerde yaşayan hiç eğitim almamış insanlar; ya da çocukluk yıllarında örgün eğitimden ziyade kısa süreliğine bazı kurslara katılmış olan hiç eğitim almamış olanlara nazaran nispeten daha eğitim görmüş oldukları varsayılan kimseler de bir grubu temsil etmektedir. bir başka grup olarak zamanın feodal düzende devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda hiç eğitim almamış köy ağaları da araştırılan grupların içerisinde bulunmaktadır. araştırmada özellikle bu grupların yaşadıkları çevresel şartlara özellikle yer verilmektedir. bazı bölgelerin hayvancılıkla ilgilendiği görülürken bazı bölgelerin ise tarımla ilgilendiği görülmektedir.

işte araştırmanın temelini oluşturan kısım da burasıdır. aslında araştırma genel olarak değerlendirildiğinde okuryazarlık durumuyla birlikte okuryazarlık durumuna sosyal ve kültürel yaşam olanaklarının etkilerinin de belirlenmeye çalışıldığı belirtilmektedir. okuma semboller vasıtasıyla olduğu için soyut düşünme becerilerinin etkisi de burada başlıyor. soyut düşünme, dilsel kodlama ve bilişsel aktivitelerin işleyişi psikolojik yönüyle değerlendirilerek insanların bakış açılarına etkisi incelenmektedir. bir nevi okuma (öğrenme) ve sosyal çevre faktörleri arasındaki sıkı ilişki araştırmanın temelindedir.

genel olarak ilgili araştırma ile ilgili oldukça fazla konuşulabilir ancak araştırmacı bununla ilgili bilimsel bir kitap yazmış ve araştırmasını orada detaylandırmış. merak eden ve öğrenmek isteyenlerin olacağını düşünerek asıl kaynağı paylaşmak isterim.

araştırma sadece okuryazarlık bağlamında değerlendirilmemeli, aksine okuryazarlık becerisinin ilişkisel bağlamda düşünülerek araştırma çıktılarından birisi olarak görülmesi gerekir.

kaynak: ilgili araştırmaya atıfta bulunan türkçe kaynak olarak "öküzün a'sı" isimli kitabı gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. asıl kaynak olarak incelemek isteyen olursa da ingilizce olarak yayınlanan "cognitive development its cultural and social foundations" (bilişsel gelişimin kültürel ve sosyal temelleri) isimli kitabı bilgilerinize sunarım. 

Dolar Neden Yükselir ve Neden Düşer?

Çok Fazla Kitap Okumanın İnsan Hayatına Sağladığı Mükemmel Faydaları