SİNEMA 12 Kasım 2019
79,5b OKUNMA     761 PAYLAŞIM

Borderline Kişilik Bozukluğu Hakkında Hem Öğretici Hem de Etkileyici Filmler

Her şeyi sınırlarda yaşama hastalığı da denilen borderline kişilik bozukluğuna çeşitli şekillerde bulaşmışsanız bu filmler kesinlikle iyi birer deneyim sunuyor.

Betty Blue (1986)

"duvardan atlarken liflerini koparan ve ayağa kalkmaya çalışan vahşi bir attı. çayır sandığı şey kasvetli bir ağıldı."

her şeyden önce, aşk filmi değil. esas mesele aşk değil yahut. her neyse... borderline kişilik bozukluğu, kontrolsüzlük, delilik... deliliğe övgüymüş gibi izlenmesin ne olur bu film. öyle değil çünkü. betty'nin tarifi pek de mümkün olmayan acılarına da özenmesin kimse. yaşamla olan bağı neşe dolu olduğu anlarda dahi her an kopabilecek çelimsiz bir ipten ibaret olan bir kadının çaresizliğine, yalnızlığına ve en çok da mutsuzluğuna işaret ediyor film, onun farklılığına ve özel'liğine falan değil. ve çokça rahatsız ediyor, evet.

Burnt (2015)

neredeyse her sene çıkan "aşırı çalışkanlıktan ve hırstan kendini sikmeli filmler" listesinin son üyesi. izlerken keyif aldım açıkçası. ortalamanın gayet üstü bir yemek yeteneğim vardır halbuki, aşçılığın bu kadar tutku isteyen bir iş olduğunu az çok biliyordum da bu denli psikopatlaşıldığını bilmiyordum. bradley cooper'a dibe vurup birden zirveye çıkan adam rolleri zaten çok yakışıyor, daniel brühl de tam mevki makam sahibi ukala eleman rollerinin adamı. yine şaşırtmadılar.

Girl, Interrupted (1999)

6o'ların ikinci yarısında geçen, başrollerinde winona ryder ve angelina jolie'nin oynadığı, angelina jolie'ye en iyi yardımcı kadın oyuncu oscar'ını getiren film. susanna (winona ryder) intihar teşebüssü gerekçesiyle küçük bir akıl hastanesinde tedavi görmeye başlar ve orada lisa (angelina jolie) ile ve diğer kızlarla tanışır...

Patch Adams (1998)

“kimsenin göremediğini görmeye çalış. korkudan, tembellikten ve herkese uymaktan dolayı başkalarının görmek istemediği şeyleri görmeye çalış. tüm dünyayı her gün yeni bir biçimde görmeye çalış. gerçek şu ki; emin adımlarla ilerliyorsun. eğer burada çılgın ve sinirli yaşlı bir adamdan başka bir şey görmeseydin buraya ilk gelen sen olmazdın.”

şöyle bir muhteşem repliğe sahip olan başrolünde robin williams'ın olduğu 1998 yapımı drama, komedi ve biyografi türlerini barındıran hoş bir film.

My Week With Marilyn (2011)

beklediğimden ve umduğumdan çok daha fazla beğendiğim, gerçekten etkileyici film. gerçekleri çarpıtmayan, alttan altta marilyn monroe'nun karmakarışık iç dünyasını anlayabilmenin asla mümkün olmadığı mesajını veren doğrucu davut bir film olmuş bu. kıt oyunculuk anlayışımla değerlendirdiğimde michelle williams'ın oscar'a en azından aday olması gerektiğini düşünüyorum. marilyn monroe gibi bir efsaneyi hayata geçirmek gibi zor bir görevi layıkıyla başarmış olması bir yana, monroe ile heath ledger'ın hayatlarındaki paralellikler yüzünden bu rolün williams için duygusal olarak da çok yorucu olduğunu göz önünde bulundurmak lazım. buna rağmen üstesinden gelmesi ve bu kadar başarılı olması takdire şayan.

Poison Ivy (1992)

all about eve'de bette davis'in yaşamına sahip olup, yerine geçmek isteyen, anne baxter'ın canlandırdığı eve harrington karakterini anımsatan bir karakterdir poison ivy. onun modernize edimiş, daha küçük hesaplar peşinde olan bir versiyonudur. filmde kıskançlık ve yoksunluk duygularıyla yönetilen, acımasız bir karakterin insanların yaşamlarına sızmasıyla yarattığı kabus anlatılır. katt shea'nın imzasını taşıyan 1992 yapımı bu filmi izlenilesi kılan tek şey zehirli sarmaşık rolündeki drew barrymore'dur. film, barrymore'un salıncakta sallanışıyla açılır ve filmin en güzel yeri de (bence) burasıdır. gişede başarılı olduğu için devam filmleri çekilir ancak barryore yoktur ve aynı başarıyı elde edemezler. filmin, sinemaya faydasından çok barrymore'un yerlere sürünen kariyeri adına şahane katkıları olmuştur. drew barrymore'un et ile kazandığı çocuk yıldız unvanının, genç oyuncu unvanıyla değiştirmesine tanıklık etmiş, oyuncuyu terfi ettirmiş filmdir.

Sans Toit Ni Loi (1985)

sokakta kaldım dün gece. mona'yı yaşattım. hala geçmiş yıllarda kalan insanların filmi bu. votka sarhoşluğuyla koşarken nefes alış-verişin hızı dinmeden izlemeye başladım. hala nefes almanın hızını azaltacağı yerde arttırıyor bu. bu filmler, karakterler niye benim aklıma gelmiyor düzenini sikeyim diye söylendim film bitince. sabaha filmin imgesi hala zihnimdeydi. şişelerce alkol aldırabilir. zamanı yok bu filmin. zamanı olan bir şey de yok zaten.

Wild (2014)

cumartesi üzerimde kara bulutlar dolanırken iyi gelen filmdir. bir kez daha hatırlatır insana bizi mutlu edecek de mutsuz edecek de biz kendimiziz ötesi yok. ve yaşadığımız hersey bizi biz yapandır o yüzden iyi ki yaşanmıştır. bir de uzun zamandır görmezden geldiğim bahar gelse de çadırımı alıp kamp atsam duygularımı yeniden dile getirmiştir. bu iyi olmamıştır işte.

Mad Love (1995)

drew barrymore'un gördüğüm en iyi performansı. filmi ilk izlediğimde drew'a aşık olmuştum. ki bence en güzel hali o filmdedir. casey (drew) kasabaya yeni taşınır. matt (chris o donnell), farklı görünen bu kıza hemen vurulur. fakat casey'in sorunları vardır. ikisi beraber yola çıkarlar (hatta kaçarlar). başlarından olaylar geçer ve sonunda eve dönerler.

After Hours (1985)

martin scorsese'in underrated filmlerinden biri. zamanında hak ettiği değeri bulamamış muhteşem bir kara mizah örneği. diyalogları, olayların gelişimi her şey ile izleyeni güldürmekten öte şaşırtan; griffin dune'un canlandırdığı paul hackett ile takdir topladığı bir film. heralde paul heckett'ın o tek bir gecede başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

pepe: art sure is ugly.
neil: shows how much you know about art. the uglier the art, the more it's worth.
pepe: this must be worth a fortune, man.

Her Şeyi Sınırda Yaşama Durumu: Borderline Kişilik Bozukluğu

Platon'un Gerçekliği Sorgulayan Mağara Alegorisi ile İlgili Ufuk Açan Filmler