Cem Yılmaz'ın Farklı Bir Formatta Yayınladığı Karakomik Filmler'in İncelemesi
cem yılmaz, yaptığı işlerde her zaman kalitenin peşinde olan bir isim. özellikle stand-up alanında çıtayı sürekli yukarı taşıyor. türk sinema tarihine geçen her şey çok güzel olacak, g.o.r.a., hokkabaz ve a.r.o.g gibi önemli ve büyük işlere de imza attı kendisi. bu filmlerin ortak özelliği geniş kitlelere ulaşmak için içerikten asla taviz vermemeleri. mesela g.o.r.a.'daki arif, halkın arasından çıkmış büyük kitleleri güldürmek için yazılmış bir karakter gibi dursa da film temelde "türk insanı uzaya giderse ne olur?" gibi bir fikri amerikan film klişelerinden mizah çıkararak çok başarılı bir şekilde işlemişti.
mesela fundamentals gösterisi de hem çok olumlu eleştiriler aldı hem sinemada yayınlandığında çok iyi gişe elde etti. başka insan olsa iki seneye bir bu tür projeler yapardı. ancak cem yılmaz bu işlerden sonra olduğu yerde kalmayı değil sürekli yeni şeyler aramayı tercih etti ve biraz hakkı yenen ancak nihayetinde eli yüzü düzgün bir drama olan pek yakında filmini ve haklı şekilde eleştirilen ali baba ve 7 cüceler adlı daha aksiyona yakın bir film yaptı. karakomik filmler projesi öncesinde de cem yılmaz'ın türk pop sevgisini bilim kurgu merakıyla birleştirdiği arif v 216 filmini izledik. bu film ise karışık yorumlar aldı.
bundan sonra cem yılmaz karşımıza karakomik filmler adlı yine farklı bir proje ile çıktı
bu projeyle cem yılmaz aynı anda hem sevdiği dramalardan birini yapacak hem de bilim kurgu işine girecekti. fikir güzel görünüyor ancak bir de uygulama var tabi. şimdi biz de bu projenin fikri nasıl işletilmiş birlikte bakalım.
Buradan itibaren spoiler başlıyor.
incelememize izleme sırasıyla başlayalım. ilk filmimiz 2 arada cem yılmaz'ın çok sevdiği köşeye atılmış, biraz da ezilmiş karakterlerin hikayesi gibi başlıyor. cem yılmaz bu tip nahif insanları daha öncesinde de başarıyla canlandırmıştı ancak bu hikaye diğerlerinden farklı. çünkü ayzek'in hayal kısmında anlatılanlar normal cem yılmaz filmlerinden daha farklı tonlara sahip.
cem yılmaz filmlerinde "kardeşlik, birlikte olursak yapabiliriz" gibi mesajlar vermeyi sever. merkezde hep bir ekip ruhu vardır mesela. bu filmdeki ayzek ise pek böyle değil. kendisi etrafı tarafından dışlanıyor ve daha sonra her şeyin kontrolünü ele geçirdiği işlerin gittikçe kötüleştiği öfkesinden çıkan bir dizi olay hayal ediyor.
şunu söyleyeyim; bu konu orta metraj değil de uzun metraja yayılsa baya sağlam bir drama / gerilim çıkarmış ortaya. bunu süre tercihine sorun olduğu için söylemiyorum bu arada. yanlış anlaşılmasın. konuyu gayet derin buldum ve genişletilmeye müsait diyorum sadece.
bir de ayzek'in hikayesi anlatılırken çok ölçülü davranılmış. filmdeki dramatik yada stresli anlar sizi boğmuyor. daha öncesinde gişe memuru filmi için söylemiştim buna benzer bir şeyi. o filmdeki kenan'ın gayet sıkıcı ve bunaltıcı bir hayatı vardı ancak yönetmen tolga karaçelik bu karakterin hayatını filmi sıkıcı yapmadan anlatmayı başarmış demiştim. aynı durum 2 arada için de geçerli. çünkü farklı bir insanın elinde ya ayzek'in aşırı acıklı hikayesini izlerdik ya da 5 dakikalık planda sigara içişini, 3 dakikalık planda güvertede yürümesini, 1 dakikalık planda da para uzatan birinin yüzüne bakışını izlemek zorunda kalabilirdik. bu filmde ise belki de sürenin avantajıyla sürekli akan bir hikaye izliyoruz. bu yüzden hikayenin tonu tam yerinde olmuş.
filmin final yapma şekli ise akla iki soru getiriyor. neden hayal sekansı? neden her şey iyi bitiyor? açıkçası filmden ilk çıktığımda ben de kendime bunları sordum çünkü ayzek'in eline geçen güç ile kontrolü yitirip boş feribotta çay dağıtmaya çıktığı sahne çok etkileyiciydi. ancak biraz daha düşününce şuna karar verdim. entry'nin başında söylediğim gibi cem yılmaz bu tip karakterleri seviyor. muhtemelen ayzek'i yazdı ancak sonunda ona "kıyamadı". bu yüzden finalde önce parasını buldurdu daha sonra da arkadaşlarının arasındaki güvenli dünyasına geri bıraktı. bu durum ise aslında bir problem değil. yani yazımda yapılan teknik bir kusur değil bu. çünkü yazı yazmak çok kişisel bir iş aslında. kendi karakterinizi, geçmişinizi, düşündüklerinizi ayıramazsınız bundan. bu yüzden bu filmi cem yılmaz yazdığı için finali de böyle. "neden başka türlü yazmadın?" demek, "neden cem yılmaz olarak yazıyorsun?" demek kadar garip olurdu.
filmde ayzek dışında diğer karakterler de gayet iyi yazılmış ve canlandırılmış. örneğin zafer algöz'ün canlandırdığı çarkçı çok derin bir karakter. bu karaktere biraz daha zaman ayrılıp en azından geçmişi falan anlatılsaydı yine filme çok katkısı olurdu diye düşünüyorum. yine gemide çalışan önder karakteri de çok iyi bir gözlem sonucu ortaya çıkarılmış. çünkü aşağı yukarı her iş yerinde önder gibi bir karakter vardır. çok sevilmez ama gitmesini de istemezsiniz. böyle arada kalmış bir ilişkisi vardır herkesle. dikkat çeken bir diğer oyuncu da cem davran. kendisi hem otoriter hem mesafeli hem de çalışanlarını koruyan çok katmanlı bir insanı bütün katmanlar arasındaki farkı göstererek çok iyi oynamış. bir bakışı yada jestiyle karakterin o katmanlar arası geçişini başarıyla izleyiciye aktarmış. zaten yıllardır tiyatro sahnelerinde bu yüzden şaşırmamak da gerekir sanırım bu başarısına.
sonuç olarak 2 arada cem yılmaz'ın kaleminden ya da oyunculuğundan beklediğiniz her şeyi hatta fazlasını size veren başarılı bir film. mesela finalden önce gelen o dövüş sahnesinde uraz kaygılaroğlu gayet korkutucu bile olmuş. o yüzden ben ilk filmi gayet başarılı buldum.
ikinci film olan kaçamak ise ilk filmden daha zor bir işe girişmiş
herkes filmi arrival'a benzetmiş ancak ben senaryo mekaniği olarak the world's end'e daha çok benzediğini düşünüyorum. iki film de komedi olarak başlayıp daha bilimkurgu havasında ilerliyordu. izlememiş olanlar için spoiler yapmayayım ancak the world's end de hayli sert sahnelere sahipti.
peki bu senaryo mekaniğini uygulamak neden zor? çünkü bu mekanikte aynı anda hem komedinin hem bilimkurgunun hakkını vermeniz lazım. bir de ton meselesi var. yani filmin ilk yarısında komedi yaptınız ancak her komedi unsurunu ikinci yarıya taşıyamazsınız. mesela the world's end filminde komedi genelde simon pegg'in canlandırdığı efsanevi gary king üzerinden ilerliyordu. gary, gençliğinde uçarı bir insandı ve bu özelliğini asla kaybetmediği için "büyüyüp" ciddi işlere ve aile meselelerine boğulmuş, sorumluluk sahibi arkadaşları karşısında tezat oluşturuyordu. böylece durum komedisi çıkıyordu ortaya. filmin ikinci yarısındaki ciddi kısımla durum komedisi çelişmediği için de gary'nin garip hallerini ve iflah olmaz bira içme isteğini istedikleri yerde kullanabiliyorlardı.
bu filmin ise temalar konusunda biraz kafası karışık. öncelikle filmin oturduğu mizah zemini çok sağlam değil. mesela arif gibi 216 gibi yada bob marley faruk gibi mizahı taşıyacak farklı karakterleri yok. ayrıca bayi toplantısı bahanesiyle otelde zamparalık yapan insan üzerine mizah bir çok sefer yapıldı zaten. bu da karakterlerin akılda kalıcı olmasını engelliyor biraz.
film bu haliyle yine olurdu. yani parodiye kayar buradan mizah yaparlardı. ne bileyim uzaylıyla dalga geçilirdi, bir şeyler yapılırdı. ancak o amerikan askerleri, klişe olsun diye yazılan ancak filme katkı sağlamayan general, uzaylının finalde verdiği mesaj falan filmin hazırlanmadığı bir ciddiyete kaymış.
yani buradaki asıl sorun, filmin parodi çıkaracağı şeyleri daha sonradan ciddi olarak anlatması. bu yüzden filmin başı ve sonundaki ton farkı tam olarak oturmamış. köpeğinin peşinden uzay gemisine girmeye çalışan adam fikri eğlenceli evet ama ondan sonra uzaylının köpeğin parazitlerini temizlemek için onu alması tam uyuşmuyor birbiriyle. ne bileyim bundan sonra ya uzaylının gezegeniniz otoyolun üstünde bu yüzden yıkacağız demesi falan gerekiyor ki bir absürtlük çıksın ortaya. ya da o köpek kısmına girmeden komediyi bir yerde kesip tümden ciddiyete geçmek gerekiyordu.
sonuç olarak o ton ve geçiş tam olarak tutturulamamış ancak bu tonu tutturmak zaten çok çok çok zor bir iş. yani iki farklı temayı aynı filmde işlemek istiyorsanız metni hem çok dengeli yazmalısınız hem dengeli çekmelisiniz hem de dengeli kurgulamalısınız. bu yüzden evet, sonuç çok güçlü değil ancak bunu uç bir deneme olarak düşünüyorum ben o yüzden izlerken ya da sonrasında çok da problem etmedim açıkçası.
Spoiler'ın sonu.
sonuç olarak, türk sinemasında adından böyle söz ettirebilen filmlerin sayısı hızla düşüyor
bu nedenle bu ortamda yeni şeyler deneme cesareti gösterdiği için cem yılmaz'ı tebrik etmek gerekiyor. ayrıca yaptığı dramalara gerilim gibi daha önce kullanmadığı bir ögeyi de başarıyla eklemiş.
bu yüzden cem yılmaz'ın sineması dönüşmeye ve gelişmeye devam ediyor diyebiliriz. dediğim gibi kaçamak çok iyi oturtulamamış belki ama bir iki seneye belki de bu mekanik üzerinden çok iyi bir film yapacak cem yılmaz, bunu bilemeyiz. bu da bizim sinemamızdaki bir soruna işaret ediyor zaten. normalde bir sinemacıdan senede bir ya da iki senede bir film yapması beklenir. böylece yapa yapa kendilerini geliştirirler. (öyle olmayan yönetmenler de var biliyorum ama burada bir genelleme söz konusu) mesela martin scorsese çıkıp birdenbire casino'yu yapmadı. bunun öncesinde i call first, mean streets, boxcar bertha gibi filmlerle başladı ve bir yere geldi. bu yüzden türkiye'deki sinemacıları değerlendirirken bu deneme ve kendilerini geliştirme şanslarının pek olmadığını da göz önünde bulundurmak lazım sanırım.