SPOR 6 Mart 2019
39,6b OKUNMA     876 PAYLAŞIM

Ekipmansız Tırmanışlarını İzlerken Kafayı Yiyeceğiniz İnsanüstü Varlık: Alex Honnold

Yaklaşık 900 metrelik düz duvar El Capitan'a tamamen ekipmansız tırmanan ve bu tırmanışını konu olan Free Solo adlı yapımla En İyi Belgesel Oscarı'nı kazanan Alex Honnold, gerçekten insanüstü bir varlık.
National Geographic

Alex Honnold'u Free Solo belgeselinde anlatılan şekliyle tanıyalım

free solo belgesel filminde alex honnold'u önce çelik gibi sinirleriyle, hayata meydan okuyuşuyla tanıyoruz. manyak bu adam diyoruz. aslında manyak değil, ama kendince sebepleri var. yavaş yavaş anlıyoruz.

30'lu yaşlarının başında bir adam görüyoruz. kamyonetinin içine kurduğu, son derece alçak gönüllü bir şekilde (hatta bence perişanlıktan bir adım gerideki) tek göz eviyle, saplantılı bir biçimde bütün hayatını kaya tırmanışlarına adamış. 30larına adım atan her erkek gibi o da kendine bir moby dick belirlemiş: el capitan. 1 km yüksekliğindeki bu kayaya çıplak elleriyle ve halatsız tırmanmak hayatta tek istediği şey. 8 yıldır gece gündüz demeden o an için hazırlanmış.


sonra alex'in çocukluğunu ve ailesini öğreniyoruz. aspergerli bir baba, mükemmeliyetçiliğe saplanmış bir anne, çocuklarına sarılmayı ve 'seni seviyorum' demeyi bilmeyen ebeveynler. teoride bir de kızkardeş var ama onun hakkında hiçbir şey öğrenemiyoruz. anne ve babası alex 18 yaşındayken ayrılmışlar ve alex babasının ancak o andan sonra gerçekten mutlu olup hayatını yaşamaya başladığını söylüyor. ama alex'in babası annesinden boşandıktan bir yıl sonra ölüyor. sanırım burada alex'in bu yaşam tarzını niye seçtiğini artık anlayabiliyoruz.

alex 19 yaşında, üniversiteyi bırakıyor, babasından kalan sigorta parasıyla kendine yeni gibi bir hayat kurmaya başlıyor: her gün hayata meydan okuyarak yaşadığını hissettiği, tek bir hatanın bile affedilmediği bir sporla ve başka hiç kimseye ihtiyaç duymadan. burada annenin mükemmeliyetçiliğine ve babanın ani ölümüne olan göndermeler tokat gibi acıtıyor.


genelde babalarının gölgeleri erkek çocuklar için lanetlidir, ama burada lanet annenin gölgesinden kaynaklanıyor. film sırasında alex annesiyle tek kelime konuşmuyor. annesine ait tek bir sevgi sözcüğü kullanmıyor. babasına ise onu tırmanmayla tanıştırdığı için minnettar. annesi ise alex için "onu mutlu edecek bir şeyi yapmasına izin vermemeye ne hakkım olabilir? ama, alex en azından tırmanacağı günleri bana önceden haber vermiyor, bu sayede huzurumu kaybetmiyorum, çok minnettarım" diyor. annesinin gözünde acı okuyorum, ama pişmanlık yok. hatasını göremeyen suçlu bir insanın "ben yanlış bir şey yapmadım ki" demesine benzer bir ifadeyle konuşuyor anne. burada kendi babamı hatırlıyorum.

sonra alex'in sevgilisini görüyoruz. genç bir kadın. alex'i seviyor, ama kendisini çok daha fazla seviyor. teoride alex'e ve hayat tarzına karışmıyor, ama sık sık alex'e sitem ediyor. alex'e duyuglarını ifade etmesini, sarılmasını, kendine 'dikkat etmesini' söylüyor.


alex ise filmde zaten açıkça söylüyor "ya ben ya tırmanmak diye rest çeken bir kadının hayatımda hiçbir şansı yok." sevgilisi de bunun farkında, ama bana kaybedenler kulübünde nejat işler'in söylediği bir repliği hatırlatırcasına alex'i yoğurmaya çalışıyor: "siz kadınlar önce bizi biz yapan şeyler için aşık olursunuz, sonra da bizi kendi istediğiniz bir şekle sokmak için uğraşırsınız."

nitekim sevgilisi de alex'le zaten bir imza gününde tanışmışlar. şaşırmıyorum. alex ve sevgilisi filmin ortalarında bir ev satın alıyor ve içini döşemeye başlıyorlar. kadın elinde mezura ile deli gibi ortalıkta koşarken alex kılını kıpırdatmıyor. evinde bütün kapkacak filan varken, alex'in çorbasını tencereden kafasına dikmesi gözümden kaçmıyor. alışmış minimalist ve 'yabani' yaşamaya. bana göre alex'i eve kapatmak ve bir aile babası yapmak şu saatten sonra imkansız. umarım sevgilisi de bunu fark eder.


niye bu kadar yazdım? çünkü bu film aslında inanılmaz bir hayat hikayesi, hem de yazılmaya devam edilen bir hayat hikayesi ve bu hikaye beni çok etkiledi. kamera karşısında özel efektler olmadan, hayatını 10 parmağı ve iki ayağına emanet etmiş bir adamın ölümle ve hayatla dans edişini görüyoruz. salondaki diğer herkes gibi ben de yer yer parmaklarımı ısırdım, yer yer haykırdım. çünkü izlediğimiz her şey gerçekti. en son sahnede de alex'in yerine ben ağladım.


neyse işte. hayatın kendisi için anlamını arayan, 30'unu geçmiş her erkek bence izlemeli bu filmi. çünkü herkes kendinden bir şey bulacak, eminim.

Alex'in El Capitan'a tırmanışının bir bölümünün 360 derece videosu