Evrim Teorisinin En İlkel Şeklini Ortaya Atan İyonlu Filozof: Anaksimandros
selefi olmayan thales'in halefidir anaksimandros. thales'in aksine, anaksimandros'un yazılarının bir kısmı peripatosçu lykeion kütüphanesine ulaşmış, ve çok büyük bir ihtimalle aristoteles'in ve theophrastos'un eline geçmiştir(bunlar haricinde apollodoros'un eline geçtiği biliniyor). doğa üzerine yazı yazan, ya da themistios'un deyimiyle "yunanlılar arasında doğa üzerine yazı yayımladığı bilinen ilk kişi"dir. peri physeos'u(doğa üzerine, anaksimandros'un yazısına bu başlığı verdiği şüpheli olsa da genel anlamda ilk filozofların eserlerine bu ad verilir) dolayısıyla ne idiğü belirsiz thales'i incelemekten daha zevkli ve yorumlayana dönüktür kendisi; bu dönüklüğü, bizi kendisinden, ya da yerindeyse arkhesinden daha da uzaklaştırabildiği gibi yakınlaştırma şansı da veriyor.
böylelikle thales'in iki üç kelimelik 'ilk filozof/bilim adamı' sıfatının sınırlı sıkıcılığından uzaklaşıp, apeiron'a/sınırsıza ulaşmış oluyoruz. thales'in biricik etiketi 'su' olduğundan beri, anaksimandros'u da ondan ayırmak, bir tür çizgi çekmek için ilk önce thales'in suyunu gölgeleyen apeiron'u açıklamak ve bunu anaksimandros'un sırtına büyük harflerle yazmak gerek. ama bu çizgiyi çekmeden önce iki kişiyi birleştiren arkhe'nin sudan, ya da thales'ten meydana gelmiş kavramsal havuzuna kafayı sokup kendimize gelmemiz gerek.
arkhe denilen nane, aristoteles'le birlikte kazandığı anlamıyla basitçe 'taşıyıcı'dır. bu arkhe, thales ve anaksimandros gibi batının tarihsel ilk filozoflarının('doğa filozofları') aradığı, her şeyin içinde olan, onlara 'varlık' özelliğini veren temel öğedir, desem yanılmış olmam sanıyorum ki. daha fikir verici olmasına rağmen arkheye 'taşıyıcı' ya da hypokeimenon gibi adlar takmak biraz anakronist bir davranış olur, bunun yerine direkt çevirirsek 'başlangıç' ya da 'kaynak' demek daha doğru olur. ilk filozoflar için arkhe'nin iki temel özelliği var: her şeyi kuşatmak(buraya bir not geçeyim, anaksimandros'un arkhesi apeiron için hippolytos "tüm dünyaları[kozmoi]", aristoteles "tüm gökleri[ouranoi]", theophrastus ise ikisini birden kuşattığını[periekhei] söyler, iki kelimenin de anlamına ve anaksimandros'un hangi kelimeyi kullandığına dair tartışmalar var) ve her şeyi yönetmek(hippolytos'un buna dair bir şey söylememesine rağmen aristoteles söyler: panta kubernan; her şeyi yönetir).
simplikios'un theophrastus'una göre arkheye 'arkhe' diyen ilk kişi anaksimandrostur(aslında bu bilginin geçtiği cümle biraz problemli, simplikios orada "arkhe diyen ilk kişi" değil de "arkheye apeiron diyen ilk kişi" demiş olabilir; iki anlam da çıkıyor, ama dediğim gibi olma ihtimali daha fazla), ama kavramı thales de kullanmıştı muhtemelen, en azından tarihçiler öyle düşünmeyi seviyor. ben birkaç nedenden dolayı thales'in aklındaki arkhe'nin süren ve sonsuz olan değil de sadece ilksel ve sonsal olan, diğer bir deyişle alpha ve omega olan ama beta eta zeta teta olmayan(bazı durumlar haricinde) olduğu kanaatindeydim, ki çoğu da öyledir sanırım; bunun aksine anaksimandros'un arkhesi islamdaki tanrının varoluş şekliyle neredeyse aynıdır; omnipresent, first cause ve anaksimandros'un söylediği sanılana göre agero(eskimeyen) ile athanaton'dur(ölümsüz), ilk filozoflar müslümandı zaten hep, bunu gösteren birçok kanıt var, açın bakın. şaka bir kenara, islamın içine kapanık, özgün bir din olduğunu sananların düşündüğünün tersine, yunan kültürüyle doğu kültürü aslında etkileşimlidir, ve hristiyanlar ölümüne etkilenmiştir, hatta yunan felsefesi için praeparatio evangelica(incile hazırlık) derler, islamın etkilenmemiş olması imkansız.
şimdi apeiron'a etimoloji kapısından girebiliriz: kabul gören teoriye göre apeiron'un kelime anlamı 'sınırsız'dır, 'sınır' olan peras ve 'a' olumsuzuyla meydana gelmiştir; bir başka teoriye göre ise 'peras' değil de 'perao'(deneyimlemek) kökendir, yani kelimemiz 'deneyimlenemez'dir, ama biz sınırsızda kalacağız. yine simplikios, arkhe gibi, apeiron sözcüğünü ilk kullananın anaksimandros olduğunu söyler, da anaksimandros bu sözcüğü kullanırken neyi kastetmiş, ve neden kastetmiştir?
aristoteles, anaksimandros'un 'sınırsız'a karşıtlıklar fikrinden geldiği düşüncesine ulaştırır bizi. şöyle bir fragmanı vardır anaksimandros'un, ve aslında tek fragmanıdır(bu fragmanın ne kadarının fragmana ait olup olmadığı tartışma konusudur, zira fragman geldiği metinde alıntı halindedir ve yunanlılar tırnak işareti kullanmıyordu, fragmanın kendisi de theophrastos'un incelemesinden ya direkt ya da dolaylı gelmiştir, theophrastos'un incelemesi de nalet olsun ki günümüze ulaşmamıştır, simplikios theophrastos'a dayandığını söyler ama bazen direkt değil de üçüncü elden dayandığı da bilinir): "şeyler nelerden hareketle varlığa gelmişlerse yok oluşa geçerken onlara dönerler; çünkü birbirlerine yaptıkları haksızlığın kefaretini öderler zamanın düzenine göre", prima facie biraz saçmaymış gibi gözükebilir olsa da, anaksimandros'un tumturaklı sözlerinden, bazı sonuçlara(en iyi ihtimallere) çıkabiliyoruz; buradaki haksızlık eşitsizliktir, ateş suyun sınırını geçerek alanına girer ve onu yok eder, ardından da su intikam alarak ateşi söndürür, zamanın dengesi karşıtlıkları dengeler; eğer su ya da ateş arkhe olsaydı yok olmaması gerekirdi, öyleyse arkhe sınırsız bir başka şey olmalıdır.
cümlenin öncesinde ise farklı bir şey var, ilk bakışta "nelerden hareketle varlığa" derken apeiron'a gönderme yapılıyor gibi gözükse de, ve vlastos da "nelerden"in çoğul olmasının nedenini apeiron'un birden fazla olması düşüncesine bağlasa da, sonraki cümleyi düşününce muhtemelen karşıtlıkların oluşturduğu ortak ara formlarla(buhar gibi) ilgilidir.
ikinci cümleyle birlikte neden sınırsız olduğuyla ilgili tutarlı ve kabul edilir bir yorumu paylaşarak sorulardan birini cevapladık, şimdi ikinci soruya gelelim: sınırsız denilerek kastedilen nedir? kahn'ın apeiron'un içeriği ile ilgili güzel bir yorumu var. anaksimandros karşıtlıkların oluşumunu apeiron'dan "ayrışma"yla açıklar. bu ayrışmadan kastedilenin gerçekte ne olduğunu bilmiyor olsak da kahn'ın açıklaması bence yeterince çekici: ona göre, apeiron anne rahmine, ve karşıtlıklar da anne rahmindeki çocuğa benzemektedir. apeiron karşıtlıkları pasif bir konumda, karışım halinde içeriyor, ve onları kendisinden ayrıştırarak(apeiron'un sınırsız/üstün olması gereği 'ayrıştırarak' diyorum) aktif hale getiriyor.
bu dediğim süreç de asıl olarak kozmosun oluşumudur. kozmosun doğumundan sonra sürekliliğini ve devamını karşıtların aksiyonları sağlıyor. ayrıştırmayla ilgili theophrastos'tan bir alıntıyla, verdiğim bilgiyi genişletsek fena olmaz: "(anaksimandros)diyor ki, bu kozmosun doğumu sırasında sıcakla soğuğun bir tohumu(gonimon) ebedi tözden ayrılmış ve bu tohumdan, yeri bir ağacın kabuğu(phloios) gibi çepeçevre saran buharın etrafında büyüyen bir alev küresi meydana gelmiş. bu küre parçalanıp halkalar halinde toplaştığı zaman güneş, ay ve yıldızlar varlığa gelmiş." kullanılan kelimeler ve analojiye bakınca çoğu yorumcu gibi anaksimandros'un kozmosunun organik bir şema içerdiğini düşünmek aşırı olmaz. kahn'ın vurguladığı nokta da bu, günümüzün candan yoksun mekanik evren anlayışına o kadar alışmışız ki anaksimandros'un embriyolojik kozmolojisinin çarksız olabileceği aklımıza dahi gelmiyor.
sonlara yaklaşırken hayatını da anlatalım, gerçi sanırım bu tarz şeyler başta anlatılır da koy götüne: praxiades oğlu anaksimandros'un hayatı, thales'in hayatına kaydadeğer bir biçimde benzer. örneğin thales nasıl tutulmayı önceden tahmin edip yaşamları kurtardıysa, cicero'nun de divinatione'de aktardığına göre, anaksimandros da deprem tahmininde bulunarak sparta'da benzer bir kurtarım yapmıştır; diogenes laertius da sparta'ya gittiğine değinir,orada gnomon yaptığını söyler. ikisinin adı da değişik zımbırtıların, hatta bazen de gnomon gibi aynı zımbırtıların, spekülatif mucitliğine tanık olmuştur. spekülatif diyorum, çünkü bu icatları bu isimlere atfetmek imkansız. anaksimandros'un görünüşüyle ilgili bir bilgi de yok, eskiden berlin'deki milesian heykelinin anaksimandros'a ait olduğu sanılıyordu da heykelin bir kadın figürüne ait olduğu anlaşıldı(wolfgang darsow, die kore des anaximandros). diogenes laertius'un dediğine göre iki üç velet anaksimandros'la dalga geçince, şarkı söyleme yetisini geliştirmeye çalışmış, ki elbette bu kuşkusuz ya da az bir kuşkuyla spekülasyondur.
anlatılanlara göre de anaksimandros dünyayı havada askıda, diğer her şeye eşit mesafede düşünürmüş. hippolytos bunu aktarırken dünyanın "hiçbir şey tarafından" hükmedilmediğini de söyler ki bu da önemli bir detay. hippolytos'un anlattığına göre rüzgarlar havanın(aer) en ince buharların ayrışıp(apokrisis) birleşmesi ve devinimiyle meydana gelirmiş:"ayrışıp bir araya gelen havadaki en ince buharlar devindirildiği zaman rüzgarlar meydana gelir; yağmur güneşin etkisiyle yerden çıkan buharlaşmadan meydana gelir." bu konuda bilgi veren ikinci kaynak aetius "en nemli" cümlesini de ekler, arkada kalan daha büyük parçacıklar hakkında bilgi yok sanırım, muhtemelen bulutlardır.
sahte-ploutarkhos'un dediğine göre anaksimandros'ta ilk insanlar da insan olmayan ve nemde doğan bir başka şeyden doğmuş, eğer böyle olmasaymış insanlar yavru halde onları koruyan olmadan yaşam sürdürmüş olamazlarmış. bu konuda ilginç ve genişletici bir notu ise hippolytos aktarır: bu ilk insanlar balıklara benzermiş. yani bir bakıma anaksimandros bize arkaik bir darvinizm sunuyor. bu teori çok daha ilerilere gidebiliyor ama bu kadarı burası için yeterli.
kısaca anaksimandros budur, fakat bir de bahsetmediğim, bahsetmesi güç olan astronomi teorisi var; onun yeri ne burası, ne de anlatımımın seviyesel bütünlüğü bu teoriye uygun. bunların dışında, çoklu(sonsuz/sınırsız) dünyalar teorisine ve nebular hypothesis'e değinen bulanık anekdotlar da var. ama onlar da advanced anaksimandros'a giriyor. son olarak, ilk haritayı anaksimandros'un yaptığı da söylenir, harita elimizde olmasa da herodotos sayesinde hayal edebiliyoruz, en azından şekil şemal olaraktan mappa mundi gibi tripartite map olduğunu söyleyebilirim.
ne yazık ki muasırlarının çok ilerisinde olan anaksimandros'un gerçekte ne demek istediğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz; ama kendisinin seyrek izlerini takip etmek yeni sorular doğuruyor, ve bu soruların cevaplanımı ise sizi sadece tarih yollarında değil, aynı zamanda iflah olmaz postmodernizmin kazığını yememiş pür felsefe yollarında ilerletiyor, çağımızın çöplüğünden uzaklaştırıyor. kimileri de doğa filozoflarını asıl filozoflar sayar, tam takımlı tarihi figürler olmasalar da artık felsefe nesnesi haline getirildikleri kesin. neyse efenim, iyi akşamlar.