SİYASET 29 Haziran 2021
64,7b OKUNMA     1105 PAYLAŞIM

Fakirler Her Şeye Rağmen Neden Ayaklanmıyor?

Bu kadim sorunun cevabı coğrafyadan coğrafyaya değişkenlik gösterebilir elbette ancak bir biraz daha ülkemizdeki versiyonunu inceleyen bir yazıyı paylaşmak istedik, buyrun.
Chicago Halsted Sokak İsyanı, 1877 / iStock

fakirlerin isyan edip ayaklanmama nedeni, kültürel kimliklerle sınıf bilinci arasındaki negatif korelasyondur.

insanlar içinde büyüdükleri ortamın hakim kimliklerinden bağımsız düşünme yeteneğini çoğu zaman kazanamazlar. bana kalırsa kazandıklarını iddia edenler de kazanamaz sadece bunu iddia edebildiklerine göre farkındalık kazandıklarını kabul edebiliriz.

besim dellaloğlu sanırım geçtiğimiz günlerde gazete duvar’da muhafazakarlığın sosyolojisi üzerine yazmıştı. bugün %100 liyakata dayalı bir yapıya geçilse, eşyanın tabiatı gereği bundan en kötü etkilenecek olan kesim toplumun en muhafazakarlarıdır. mevcut iktidar hizmet ve ranta dayalı sermaye birikim modeliyle bu kesime sınıf atlama imkanları tanıdığından dolayı sınıf bilincinin gelişimi baskılanabiliyor.

bugün herhangi bir siyasetçi çıkıp liyakat dediğinde sen ben bir umut besliyoruz ama çok büyük bir kesimin ödü kopuyor. bu sadece kamu ihaleleriyle palazlanmış zengin kesimde olmuyor, aynı zamanda sosyal transferlerle geçinmeye çalışan kesimde de oluyor.

sınıf bilincinin kültürel kimliklere karşı alan kazanma şansı ise nadiren geliyor. bu genelde sermaye birikim modelinin tıkanmasıyla gerçekleşiyor. biz bunu cari açık veremediğimizde ya da aynı cari açık için tl’nin değerini koruyamadığımızda görüyoruz.

bu sürecin gelişiminde ise biat kültürünün çok önemli bir yeri var

birinden iyilik gördüğümüzde ona bağlılık hissederiz. kamu gücünden kaynaklanan bu iyilik yerleşik biat kültürünün gelişmesi için hiyerarşik bir forma evrilir. bu form bugün iktidarın myk ve mkyk’sından bütün taşra örgütlerine kadar sistematik olarak işlemekteydi. hala da kısmen işliyor.

büyükşehir belediyelerinin kaybı bu sistemde kırılmalar yarattı tabii ama temel çekirdek budur. toplumsal sınıf olarak dikey hareketlilik talebinin en güçlü olduğu kesim hangisidir deseler herkes geliri en düşük olan kesim der. aslında bu doğru değil.

sınıf atlama talebinin en güçlü olduğu kesim en çok geçim sıkıntısı çeken kesimdir. bu her zaman en yoksul kesim olmak zorunda değildir. temel soru olarak geçim sıkıntısı neden kaynaklanır değil geçim sıkıntısı nasıl oluşabilir sorusunu sormalısınız.

geçim sıkıntısını ihtiyaçlarınızın gelirlerinizi aşması olarak tanımlayabiliriz. geliri topluma karşı yaptığımız katkı, ihtiyaçlarımızı ise toplumun kaynaklarını kullanma olarak tanımlayalım.

geçim sıkıntısı için ne gerekir?

bu hal ve şeraitte geçim sıkıntısı için ihtiyacın oluşması elzemdir. ihtiyaç nasıl oluşur derseniz işte o da çevresel maruziyet ile oluşur. eskiden çevresel maruziyetin en baskın olduğu ortamlar şehirlerdi. günümüzde de böyle ama şehrin büyüklüğü küçüldükçe bu maruziyetin gradyanı da küçülüyor.

bu da beraberinde kültürel kimliklere dayalı söylemlere alan açıyor. bu nedenle taşradaki seçmenden oy almak için aktarılması gereken kamusal kaynak şehirlere nazaran azdır. bu şehirlerin sosyolojik yapısına da bağlıdır ama. nasıl ki istanbul ile kayseri bir değilse, kayseri ile gümüşhacıköy de bir değildir.

sınıf bilincine alan açılmaması için yapılacak propaganda, aktarılacak kamu kaynakları ile toplumsal sınıf atlama talebini buluşturabildiğiniz ölçüde iktidarınızı koruyabilirsiniz. çünkü kültürel kimliklerden bağımsız olarak insan maddi açıdan durumunun iyiye gittiğini gördükçe sadakat besler.

yerleşik alt kültürse bu sadakat için aktarılacak kamu kaynağının büyüklüğünü belirler. şu an için mevcut iktidarın ilk kez oy verecek genç seçmenlerle başı dertte mesela.

çünkü genç insanlarda günümüzde zengin yaşamlara farkındalık sosyal medya nedeniyle çok fazla gelişti. bu geliştikçe geçim sıkıntısı ve kaynak aktarım ihtiyacı artıyor. ayrıca kaynaklar azaldığında iktidar tabanı kaynak ihtiyacı/oy sadakat oranı en düşük kesimlere kaynak aktarmaya meyilli olur. ekonomi daraldığında en hızlı artan şey işsizlik olur. işsizlik arttığında iş tecrübesi en kıt olan kesim, yani en genç kesim işini kaybeder veya iş bulamaz.

ama emekli olan kesim öyle değildir. emekli maaşının alım gücü azalsa bile hep ödenir. ülkeyi gerontokratik bir cendereye sıkıştıran ciddi bir problemdir bu. yine de, net bir sınıf bilincinin geliştiğini iddia etmek zordur. her ne kadar genç yaşlı dikotomisi kendine alan açsa da, kimi toplum kesimlerinde hala aktif biat kültürü rol oynamaktadır. ayrıca buna toplumsal örgütsüzlüğü önceleyen 12 eylül sonrası devlet politikalarını da eklerseniz sınıf bilincinin alan kazanma kabiliyeti kısıtlıdır.

Dikotomi: İkilik

genel bir yorumla kapatalım

fakirlerin isyan edip ayaklanmama nedeni sistem içinde, üst statüye geçebilmenin mümkün olduğuna inanmaları. yani kendilerinin de bir gün daha varlıklı olabilecekleri hayaline sarılmaları. ve hepsinden önemlisi, her insanın görebileceği ve kıyasını yapabileceği, kendisinden daha yoksul insanların var olması.

kapitalizmin en büyük başarısı toplumsal sınıfları da kendi içinde ufak farklılıklarla statü seviyelerine bölmesi olmuştur. gerçi bu durum biraz da kaçınılmaz olarak bu yönde gelişti. orwell'in oligarşik kolektivizm dediği yapıdaki her katman sayısız derecelere ayrılır. aynı apartmandaki komşunun astra'sı varken; diğerinini bmw'si olabilir. bmw'si olan bu sayede fakirliğinin farkına varamaz ya da buna yeterince içerlememiş olur. astra'sı olanın ise, bmw'si olan komşunun seviyesine çıkabilme umudu hep olacaktır. işte sistemi çeviren bu iki duygudur. ilerleyebileceğine inanların umudu ve çevresinde görebileceği daha yoksullar bulunan nispi fakirlerin üstünlük sanrısı.