SİNEMA 12 Ekim 2018
142b OKUNMA     1248 PAYLAŞIM

Hak Ettiği Değeri Görememiş Muhteşem Filmler

Çok güzel olmasına rağmen çeşitli sebeplerden ötürü geniş kitlelere ulaşamayan, hak ettiği değerin verilmediği birçok film var. İşte kısmen "underrated" olarak tabir edebileceğimiz o güzel filmlerden bazıları.

Los amantes del Círculo Polar (1998)

sanırım izlediğim en güzel filmlerden biri... daha doğrusu filmden ziyade bir masal bu. benim gözümde sinemanın tiyatroya karşı olan en büyük avantajı, anlatımda izin verdiği kocaman bir serbestliktir ve bu film bu konuda ders olarak gösterilebilir.

Buffalo '66 (1998)

vincent gallo'nun oyunculuk, senaristlik, yönetmenlik ve filmin müziklerini yaparak aşmış insan mertebesine ulaştığı film.gayet basit bir senaryo ve az bütçeyle çekilmiş olmasına karşın kurgusu ve filmdeki karekterler, diyaloglar geçmişe yapılan flash back'ler çok başarılı. vincent gallo'nun yanısıra (bkz: christina ricci), (bkz: ben gazzara), (bkz: mickey rourke), (bkz: rosanna arquette), (bkz: michael vincent), (bkz: anjelica huston) yer alıyor.

Contratiempo (2016)

el cuerpo (ceset) filminin yönetmeni, secuestro ve julia's eyes (julia'nın gözleri) filmlerinin senaristi oriol paulo'dan baştan sona sürükleyici bir hikaye. zekice hazırlanmış bir kurgu ve sürprizlerle dolu bir final. mutlaka izlenmeli diyorum, net.

Mandariinid (2013)

çok şeyler anlatan, anlamlı bir film. klasik savaş filmlerinden çok farklı; drama, ajitasyona sığınmadan yalnızca doğallığı ve gerçekçiliği ile adamın göğsüne saplanan bir hançer gibi. birçok farklı duygu üzerinize sirayet ediyor film boyunca. özellikle son sahnedeki diyaloğun ardından savaşların ne kadar anlamsız olduğunu idrak edebiliyoruz. film bitince tek bir cümle dökülüyor ağızlarınızdan: "böyle olmamalıydı."

El cuerpo (2012)

yönetmenin ilk filmi ve gerçekten şahane bir film olmuş. bu film ile bir kere daha anladım ki ispanyol sineması gerilim-korku türünde japonları, amerikalıları çoktan sollamış. film için şunu söyleyeyim, insan bir gerilim filminden ne beklerse bu filmde bulur. merak ve heyecanla sorular sordurtuyor, acabalarla ilerliyor, ve şaşkınlıklara gark edip sonlanıyor.

Wristcutters: A Love Story (2006)

gece gece beni mutlu eden, sırıta sırıta izlediğim, bostanci-taksim dolmuşunda bütün yol boyunca düşünüp kendi kendime gülmemi sağlayan, çok tatlı film. biletleri alırken sorun çıktı, gidecek kişi ararken sorun çıktı, sonra 2 biletin birini giderken evde unuttum; filme girerken yine sorun çıktı, yolda vapuru kaçırdım ama hepsine değdi. iyi ki gitmişim dediğim film.

Ne le dis à personne (2006)

kesinlikle insanı duvara çarpan fransız filmi.

iyi film yapmanın ilk ve en büyük kuralının senaryo olduğunu kabul eden bir zihniyetin ürünü. senaryo çok sağlam olduktan sonra ortaya kötü bir film koymak zordur. bu film bunu gösteriyor.

La isla mínima (2014)

çok güzel çekilmiş bir film. madrid'in köyünde evden kaçan iki kızın takibi ile başlayan ve sonra seri cinayete dönüşen bir öykü. iki dedektifin hikayesi de paralel işleniyor zira dedektifler de sürgün edilmişler aslında. fakirlik, yeni hayat umudu, franco dönemi. her şeyi açık anlatmıyor ispanya tarihi bilseydim belki daha çok keyif alırdım. çekimler çok güzel özellikle kuşbakışı çekimler. kayda değer filmlerde rol almış olmasa da bu filmde çok başarılı olan javier gutierrez'in film boyunca gözleri seyrettim, adam bütün film boyunca gözleri ile konuştu.

Interstate 60: Episodes of the Road (2002)

dünya'ya ilk defa gelen bir uzaylı bana bir film sorsa…
ıssız bir odaya düşsem ve yanıma tek bir film alabilsem…
hayatta sadece bir film izleme hakkım olsa…
işte o film kesinlikle interstate 60 olurdu.

ınterstate 60, back to the future’ın senaristi bob gale’in yazıp yönettiği, oyuncuları arasında christopher lloyd, michael j.fox, gary oldman, chris cooper ve kurt russell gibi isimlerin olduğu bağımsız bir film.

Rush (2013)

çok fazla gündem olmamış, ortalama bir marvel filmi kadar bile konuşulmamış olmasına rağmen 21. yüzyıl başyapıtları arasındadır bu film. 3 kere gram sıkılmadan izledim, bir o kadar daha izlerim. oyunculuk, kurgu, yönetim, müzik görüntü gibi teknik detaylar... bir başyapıttan bekleyebileceğiniz her şeyle dolu dolu bir film.

K-PAX (2001)

nadir bulunan filmlerden. bu tarz filmler çok yok ve bir kere izlemek de yetmiyor. insan böyle filmleri bulunca seviniyor lan ne bileyim. hani küçükken geleceğe dönüş, geleceğe dönüş 2 ya da geleceğe dönüş 3'ü televizyonda görünce yaşadığınız mutluluk varya aynısı işte. bu arada donnie darko'ya aslında pek de benzemese de izlerken aynı hisleri ve merakı uyandırması açısından donnie darko'yu anımsatıyor.

God on Trial (2008)

bir toplama kampındaki bir hikayeyi anlatan film. toplama kampındaki bir grup yahudi esir mahkeme kuruyor, tanrıyı yargılıyor ve suçlu buluyorlar. kesinlikle izlenmesi gereken bir film. yahudilerin belkide bugünkü politikalarının sebeplerini çok daha iyi anlamanızı sağlayacak bir film.

The Sunset Limited (2011) 

bir hbo şaheseridir. isimsiz siyah ve beyazı temsil eden iki karakter samuel l. jackson ve tommy lee jones'un performansları nefes kesicidir. insana işte oyunculuk bu dedirtmektedir. konusundan biraz bahsedecek olursak beyaz karakteri tam kendini trenin önüne atacakken siyah'ın kucağında bulur kendini. siyah bunun bir sınama olduğunu düşünüp beyaz'ı evine götür. hikâyenin neredeyse tamamı siyah'ın dairesinde geçmektedir. yani tek bir mekânda çekilmiş bir filmden bahsediyoruz. siyah eski bir hükümlü olmakla beraber dindar bir hıristiyan’dır, beyaz ise ateist bir profesördür. beraber dertleşirler, tanrının varlığı üzerine sohbet ederler ve beyaz'ın ölme arzusunda haklı olup olmadığını tartışırlar.

Le Trou (1960)

az önce izleyip bitirdiğim, criterion collection a girmeyi haketmiş sağlam fransız filmi.
vizyon filmlerinden artık tat alamayanlar, adam akıllı bir film izlemek isteyenler ve klasiklerin tadını özlemiş olanlara birebir.

Lars and the Real Girl (2007)

adı sanı çok duyulmamış, aylarca reklamı yapılmamış, tahminimce çok kişi tarafından bilinmeyen ama inanılmaz derecede başarılı ve sıcak film.

hiç havamda değilim ve bu kadar yavaş bir filmi seyredemem diye düşünüp, vazgeçmek üzereyken iyi ki zorlamışım kendimi dedim sonunda. hikayenin nereye gideceği konusunda ip uçlarından kaçmadığı halde yönetmen, yine de 1-2 damla yaş akıyor gözlerinizde.

Bad Boy Bubby (1993)

son birkaç yılda izlediğim en iyi, en çarpıcı film. sinema sanatına olan bakış açımda olumlu yönde değişmeler bile oldu diyebilirim. böyle bir filmin nasıl popüler olup kitleler tarafından bilinmiyor olduğunu açıkçası çok merak ettim. insan en azından şöyle 5-10 sayfa entry bekliyor.

filmde ensest ilişkiden tanrı tanımazlığa; engellilerin sorunlarından yaşadığımız çevrenin tırtlığına kadar birçok konuyu iç içe geçmiş bir şekilde buluyoruz. komik, mide bulandırıcı, ahlaksız, terbiyesiz, seviyesiz, dengesiz, iğrenç bir film. ve işte tam da bu yüzden seveceğiniz bir film. eğer bazı tabularla alıp veremediğiniz varsa, hiç izlemeyin derim.

Across the Universe (2007) 

her the beatles şarkısına anısı olanlar için defalarca izlense de aynı keyfi verecek meyveli pasta gibi bir film. tam yaşamak istediğim dönemleri, muhteşem müzikler ve koreografilerle anlatan, the beatles yörüngesinde günlerce dolaştıran güzellik.

on the road'ı okuyup, easy rider ile birlikte sürekli ilerlemiş, janis joplin biyografisinden muhteşem 60'ların sonunu öğrenmiş, woodstock 69 fotoğraflarına bakıp iç geçirmiş, lennon için hala üzülen, kendisini hippi dönemine ait hisseden tüm beyaz zencilerin başucu eseri olmuş film.

Ink (2009)

sarsıcı karakterlerle unutulmaz sahnelere sahip bir film. zaman zaman bayan, zaman zaman heyecanlandıran, bazen üçüncü sınıf amerikan filmi bazense başyapıt tadı veren sıradışı bir yapım. yüzüklerin efendisinde yüzüğün gitmesi gerektiği yere ulaşması için nasıl dişli bir mücadele veriliyorsa bu filmde de aynı destansı savaşa tanıklık ediyoruz. iyi ve kötü arasındaki savaşı olağanüstü öğelerle donatıp sunulan yüksek zeka ve aşmış hayal gücü ürünü film.

Az Kişi Tarafından Bilinen Şaheser Filmler