Hz. İsa'nın Doğduğu Rivayet Edilen Beytüllahim Şehrinin Kırım Savaşı'nda Oynadığı Rol
beytüllahim, kudüs'ün yakınlarında bulunan bir yerleşim yeri. semavi dinlerde isa peygamberin burada bir mağarada doğduğu kabul edilir. bu mağaranın üzerine de imparator 1. constantinus emriyle bir kilise inşa edilmiştir. beytüllahim kilisesi veya doğuş kilisesi olarak bilinen bu yer, 19. yüzyılda kırım savaşı'nın patlamasında kilit rol üstlenmiştir. kısaca buna değineceğim.
kudüs ve civarındaki 6 asırlık roma hakimiyeti, 7. yüzyılda islam hareketinin başlamasıyla son bulmuştu. beytüllahim'in de içinde bulunduğu, hristiyanların kutsallık addettiği bu topraklar islam hakimiyetine geçmişti. islam yayılmacılığı, hristiyan dünyasında büyük rahatsızlığa yol açmıştı ve papaların teşvik ve telkinleriyle bölgeye defalarca haçlı seferleri düzenlenmişti. bu seferlerin sonucunda bölgede din kisvesi altında çok kanlı savaşlar yaşanmış, bölge devamlı el değiştirmişti. velhasıl savaşların neticesinde hristiyanlar bölgede fazla tutunamamışlar, kudüs ve civarı önce memlükler, sonra da osmanlılar gibi iki güçlü islam hanedanının hakimiyetine girmişti.
osmanlıların bu bölgedeki hakimiyeti 16. yüzyılda başlamıştır. böylelikle beytüllahim'in koruyucusu, hatta buradaki kilisenin bakım ve onarımını üstlenen kişi çağın en güçlü islam hükümdarı olmuştu. osmanlı'nın güçlü olduğu dönemlerde katolik hükümdarlar, kutsal yerlere hizmet edebilmek için padişahlardan ayrıcalık koparmak için uğraşırlardı. hatta bazı hristiyan devletler arasında hizmet rekabeti dahi yaşanıyordu. çünkü kutsal yerlere hizmet etmek, hükümdarlara büyük prestij sağlayan bir olaydı. osmanlı yönetimi ise bu ayrıcalıkları kolay kolay vermezdi. verdiği takdirde de yapılan hizmetleri gözetimde tutardı. bu durum hristiyan camiası için fazlasıyla onur kırıcı idi.
osmanlı imparatorluğu'nun güçten düşmeye başlamasıyla hristiyan devletlerin bu topraklara dair ayrıcalık ve yetki talepleri artmaya başlamıştı. osmanlı hükümeti bu konuda yoğun baskılar görüyordu. bilhassa 18. yüzyıla girildiğinde katolikliğin liderliğine soyunan fransa, 1740 tarihli kapitülasyonlarla bu topraklar üzerinde çok geniş ayrıcalıklar ve yetkiler elde etmişti. (mesela beytülahim kilisesi'nde katolik papazlar olacaktı) aynı dönemde ortodoksluğun liderliğine soyunan rusya'nın da kutsal yerler konusunda baskıları ve talepleri günden güne artmaktaydı. nitekim osmanlı'nın bozgunuyla sonuçlanan bir savaşın neticesinde yapılan küçük kaynarca antlaşması'yla ruslar, osmanlı topraklarındaki ortodoksların hamiliği yönünde çok geniş yetki ve ayrıcalıklar kazanmayı başarmıştı. böylelikle bu topraklarda fransa ve rusya öncülüğünde, iki mezhep arasında şiddetli bir nüfuz mücadelesi başlamış oldu. fakat çok geçmeden ihtilalin vuku bulması ve napoleon savaşları'nın başlamasıyla fransa'nın bu bölgeye olan eğilimi zayıflamıştı. diğer yandan napoleon'un mısır seferi ve cezayir'in işgali gibi olaylar osmanlı-fransa ilişkilerini fazlasıyla bozmuş, fransa'nın osmanlı ülkesindeki nüfuzunu fazlasıyla zedelemişti. bu sebeple de ortodokslar bölgede kolaylıkla üstünlüğü elde etmişlerdi.
fransa, napoleon bonaparte fırtınasının sona ermesinden sonra tekrar bu bölgeyle haşır neşir olmaya başladı. bölgede ortodokslara kaptırdıkları üstünlüğü tekrar kazanabilmeleri için faaliyetleri başlattı. böylelikle iki mezhep arasındaki çekişme tekrar start vermiş oldu. 1847 senesine gelindiğinde beytüllahim kilisesi'nin üzerinde asılı olan gümüş yıldız birdenbire ortadan kayboldu. birisi çaldı... ama kim? bunun suçunu ortodokslarla katolikler birbirlerine attılar. bu da büyük bir kaos ve gerginlik doğurdu. bir vakit sonra tartışma kiliseye yeni yıldızı kimin asacağı konusuna evrildi. bu konuda da iki devlet arasında kıyasıya rekabet vardı. osmanlı hükümeti, ortamı sakinleştirmek adına araya girip, kiliseye yeni bir yıldız asmak istedi ama bu da bir çözüm olmadı...
1848 senesinde fransa'da cumhurbaşkanlığa üçüncü napoleon geldi. iktidara gelir gelmez de bu meseleyi kaşımaya başladı. çünkü o da her bonaparte gibi imparatorluk hayaliyle yanıp tutuşuyordu. bu hedefini gerçekleştirmek için ise iktidara yükselişinde destek aldığı ruhbanları memnun etmeye devam etmesi gerekiyordu. diğer yandan katoliklerin hamisi rolüyle de halk nezdinde prestij kazanabilirdi. diğer tarafta ise aynı üçüncü napoleon gibi muhteris, hasta adam olarak gördüğü osmanlı'yı parçalayıp yutmayı hedefleyen çar i. nikolay vardı. kendisi uzun zamandır ortodoksların hamisi rolündeydi ve beytüllahim'de yaşanan bu hadise, osmanlı coğrafyasındaki emellerine ulaşabilmesi için çok önemli bir fırsattı...
1850 senesinde fransa, osmanlı devleti'ne bir nota vererek; 1740 kapitülasyonlarının tekrar eksiksiz bir şekilde uygulanmasını isteyerek, beytülhalim kilisesi dahil, bölgedeki tüm kutsal yerlerin katoliklere verilmesini talep etti. osmanlı hükümeti ilk etapta fransa'nın bu talebini oyalamaya çalıştı. çünkü bir taraftan da rusya tepesindeydi. iki devletin baskısı iyice artmaya başlayınca, bir karma komisyonun kurulmasına karar verdi. bu komisyonla geçmiş fermanlar incelenecekti ve hangi mezhebin ne kadar imtiyaz sahibi olduğu tespit edilecekti. uzun süren çalışmalar sonucunda komisyondan; isa'nın doğduğu mağaranın ortak ziyaret mekanı olması, katoliklere beytüllahim kilisesi'nde ayin yapmaları için anahtarların verilmesi kararı çıktı. bu kararlar her iki devleti de memnun etmedi. çünkü her iki devlet de osmanlı'dan daha fazlasını koparmaya çalışıyordu...
velhasıl mesele artık çok uzamıştı... çar artık savaş istiyordu... üstelik savaşın bahanesi de hazırdı; ''kutsal yerler''. komisyondan çıkan kararlar kabul edilemezdi... komisyon kararlarından kısa bir süre sonra çar savaş için adımını attı; osmanlı hükümetini daha fazla darlamak için prens mençikof'u olağanüstü elçi olarak istanbul'a gönderdi. mençikof'un istanbul'daki faaliyetlerine bakıldığında, çarın onu ''haydi koçum bir savaş çıkar da gel'' diyerek gönderdiğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. mençikof, babıali'yi en çok geren, strese sokan elçiler sıralamasında zirveye oynar. yaklaşık 2 ay kaldığı istanbul'da etmediği saygısızlık, çiğnemediği protokol kalmamıştır. nitekim görevinde de başarılı oldu diyebiliriz. istanbul'dan ayrılırken iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler tümden kesilmişti. kısa süre sonra da kırım savaşı patlak verdi...
burada mençikof'a çok kısa değinmiştim: (bkz: aleksandr sergeyeviç menşikov)