İki Yıl Önce Bugün Aramızdan Ayrılan Chris Cornell'in En İyi Albümleri
Audioslave, ‘Revelations’ (2006)
valla da billa da güzel albüm ya. hatta çok çok iyi. audioslave tarzında çok belirgin bir değişiklik yok aslında, ama müzikleri önceki albümleri "out of exile"a göre daha bi zenginleşmiş. her şarkıda güzel güzel ritimleri yakalamışlar ve genelde (her zaman olduğu gibi) şarkıların sonlarına doğru soloları es geçmemişler. chris'in vokali tüm albüm boyunca müthiş bir performans sergiliyor. tabi ben bunu zamanında izlediğim bazı konser görüntülerinde, chris'in o yıllarda son nefesini verecekmiş gibi şarkı söylemesinden dolayı vurgulamak istedim. yoksa adamın sesi hep güzeldi.
somedays, wide awake, one and the same (ki bu 3'ü benim favorilerim), sound of a gun, shape of things to come dinler dinlemez, kendini sevdiren, akılda kalan şarkılar.
Chris Cornell, ‘Higher Truth’ (2015)
dinledikçe insanı kendine bağlayan, bir süre sonra dinlemeden durulamayan ve acayip bağımlıklık yapan albümdür. yav chris, çok güzel albüm yapmışsın lan, eline sağlık... huzur içinde uyu.
Soundgarden, ‘Down On the Upside’ (1996)
hiçbir zaman anlayamadım soundgarden seven insanların neden bu albüme üvey evlat muamelesi yaptığını. hem şu grunge denilen dipsiz kuyuya bakarsak, zero chance, overfloater, applebite, switch opens, never the machine forever gibi parçalarla aşık atabilecek ne çıktı ki karşımıza 1996'dan beri?
şüphesiz ki louder than love, superunknown veya badmotorfinger çok iyi albümler; ama bu albüm her şeyiyle, yüzde yüz bir soundgarden albümü. hem de kapağından şarkı sözlerine, ben shepherd'ın leziz bass partisyonlarından kim thayil'ın uçuk gitar sololarına kadar. ve bence en büyük özelliği, eşi benzeri olmayan superunknown'un tamamen zıttı olması. şarkı sözlerini de dikkate alınca down on the upside'da hiçbir soundgarden albümünde bu şekilde işlenmemiş olan kasvet, karamsarlık ve öfke göze çarpıyor. her şarkıda ısrarla vurgulanan ruh sıkıntısı ve kafayı sıyırma temaları da cabası.
sonuçta superunknown bir les fleurs du mal olabilir. ama down on the upside'ın her şeyiyle le spleen de paris olduğunu da unutmamak lazım (oh yeah).
Soundgarden, ‘Louder than Love’ (1989)
güzeller güzeli soundgarden albümü. tabii ki grubun ilk yılları olduğu için bir ultramega ok olmasa da çiğdir, güzeldir. albüm kapağı da ayrı ikoniktir. albümün yıldızı tabii ki gun.
Chris Cornell, ‘Euphoria Morning’ (1999)
bu albüm ne soundgarden'a benzer ne de audioslave'e. eleven'ın güçlü soundu ortadadır tabi alain johannes gibi kendine özgü ezgileri olan, dinlerken insanı bambaşka dünyalara sürükleyen şahane gitarının parmağıyla. şarkı sözlerine, arada girip çıkan o çok zor duyulan, arkaplanda kalan gitar tınılarına, tüm o kompozisyon, albümün adı ve şarkıların birbirine bağlanışına hala inanamıyorum. belki de jeff buckley'in grace'i ile gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri. chris cornell'in scream albümünü düşününce, özlüyorum eskileri. keşke bir ikinci euphoria morning daha dinleyebilseydik.
Temple of the Dog, ‘Temple of the Dog’ (1991)
chris cornell'ın eski oda arkadaşı andrew wood anısına gerçekleştirilmiş tek albümlük proje. "temple of the dog" ismi rastgele koyulmuş bir isim değildir. andrew wood'un grubu mother love bone'un man of golden words adlı aşmış şarkısının sözlerine göndermedir...
i want to show you something like joy inside my heart.
seems i've been living in the temple of the dog...
Soundgarden, ‘Badmotorfinger’ (1991)
"seattle sound" denilen hadisenin ve müzikal yapısının şekillenmesinde temple of the dog, dry as a bone/rehab doll, louder than love ve facelift gibi aşmış albümler kadar önemli bir yer tutan, gruba o güne kadar ulaşamadığı derecede bir başarı getirip daha sonraları çıkan pek çok çalışmayı da etkileyen ve black sabbath'a en fazla benzetililen albümdür bu. çöllerde geçen jesus christ pose, kulübesine kamyon giren rusty cage ve chris cornell'in tozların arasında kendini oradan oraya attığı outshined ile mtv'de de bir dönem baya boy gösteren şarkıların yanı sıra face pollution, slaves and bulldozers, searching with my good eye closed, room a thousand years wide ve holy water gibi mükemmel parçalarla birlikte bu albüm rock klasikleri arasındaki yerini çoktan almıştır.
Soundgarden, ‘Superunknown’ (1994)
25 yıllık, 90'lı yılların en ikonik ve süper albümlerinden biri. içerisinden dönemin onlarca hit parçasını çıkarmıştır. badmotorfinger sonrası oldukça sert ama olgun bir geçiş olmuştur grup için ayrıca. neyse ne, soundgarden'ın pearl jam ile birlikte seattle'dan çıkan en güzel şey olduğunun bir başka kanıtıdır bu albüm kısaca.
Bonus: Billie Jean'i bir de Cornell'den dinleyin
Efsane rocker'ı saygı ve sevgiyle anıyoruz. Yanık sesin hep bizimle olacak.