FUTBOL 7 Nisan 2020
27,1b OKUNMA     631 PAYLAŞIM

İnsana FM Kariyer Modu Açtıran Netflix Belgeseli: Sunderland 'Til I Die

İngiliz futbol kulübü Sunderland'in, Premier League'de küme düştükten sonraki 2017-2018 sezonunda toparlanma hikayesini anlatan belgeseli futbol meraklıları mutlaka sevecektir.


Spoiler içeren bir inceleme

belgesel pl'den düşen sunderland takımının tekrar premier lige çıkma hayallerinin anlatılmasıyla başlıyor. burada hepimizin sunderland hakkında bir şeyler bilmeyeceği düşünülmüş olacak ki -doğal olarak- kulüp ve bu durumun sebepleri hakkında birkaç bilgi veriliyor; mali sıkıntılar, teknik direktörler vs vs.

ardından kulübe büyük bir risk alarak gelen simon grayson ile birlikte sunderland'ın premier lige çıkmak için verdiği mücadele başlıyor; fakat işler beklenildiği gibi gitmiyor ve kötü sonuçlar peş peşe gelmeye başlıyor. eksik bölgelere yapılması gereken transferlerin gecikmesiyle birlikte lig yükselme beklentisindeki kulüp kendini küme düşme hattında buluyor. tabi ki bu durumun faturası teknik direktör grayson'a kesiliyor.

yeni bir teknik direktör arayışına giren sunderland galler milli takımıyla büyük başarılara imza atmış chris coleman ile anlaşıyor. kendisi sunderland taraftarını heyecanlandıran bir isim çünkü kulübe gelmesinin imkansız görüleceği kadar başarılı ve zor bir teknik adam. bu gelişmeden sonra kulüpte bir heyecan fırtınası başlıyor ama maalesef bu heyecan da alınan kötü sonuçlardan sonra azalıyor. taraftar, faturayı oyunculara kesmeye devam ederken ara transfer dönemine giriyoruz. bence burada coleman ve yönetimin birlikte yaprıkları çok büyük hatalar var. ilk olarak takımdaki en etkili forvet olan grabban'ı takımdan göndermeleri. chris kendisini maçlarda çok erken almaya başlıyor. bu durum zaten kiralık olarak takımda bulunan ve 12 gol ile takıma katkı veren grabben'i çileden çıkartıyor. o da kiralık sözleşmesini feshedip takımdan ayrılıyor. yerine alınması gereken forvet transferleri de yaz transfer döneminde olduğu gibi son saatlere bırakılınca aceleci transferler peşi sıra geliyor. burada fatura yönetimle birlikte "cimri" kulüp sahibi ellis short'a da kesilebilir elbette.


lig arasından sonra da sunderland için işler hiç iyi gitmiyor. bir takım düşünün ki 1 sene boyunca kendi sahasında maç kazanamasın. bir takım düşünün ki çıktığı her maçta gol yesin -ki bunların çoğu maçın hemen başında yenen basit goller- bu durumlar yetmezmiş gibi daha önce sarhoş bir vaziyette söyledikleri nedeniyle sabıkalı olan darron gibbson alkollü araç kullanırken bir kazaya sebep oluyor ve kulüple bağlantısı kesiliyor. bence yine burada yönetimin yani başkan martin bain'in hatalı kararları önemli çünkü böyle sabıkalı bir oyuncuya -personele- daha büyük yaptırımlar uygulamazsanız daha kötü şeylere davetiye çıkartırsınız. ama durun! çünkü aksilikler daha bitmedi, birçok iyi oyuncunun art arda sakatlanması zaten rotasyonu dar olan kadroyu iyice içinden çıkılmaz bir hâle sokunca kötü sonuçlar devam ediyor. sonra bildiğimiz senaryolar mağlubiyet, mağlubiyet "daha iyi olacağız" sözleri vesaire.

fakat bu sözler de sonuca ulaşmıyor ve premier lig hevesiyle sezona başlayan sunderland bir kez daha küme düşüyor. büyük bir yıkım ve sorumlu yine teknik direktör olarak görülüyor. ağır tepkiler gelince kulüp onunla da sözleşmeyi feshediyor. kulüp sahibi ellis short daha önce yapması gerekeni yapıp kulübü satıyor ve son maçta sunderland yeni sahiplerinin önünde şampiyon wolves'i 3-0 yenerek sezonu noktalıyor.

belgeselde dikkatimi çeken en önemli nokta aile gibi yapılandırılmış kulüp ortamı oldu. yıllardır bir arada çalışan insanlar, güler yüz, yardımlaşma, sevgi, destek ama sonuca baktığımız zaman bunların tek başına yeterli olmadığını görüyoruz. yıllardır yapılan plansız harcamalara böyle çabalar sonuç üretmekte yetersiz kalıyor.

bir diğer nokta da kulübe desteklerini her daim gösteren taraftar oldu. küme düşmelerini rağmen -ikinci kez- yılın en iyilerini belirledikleri ödül törenini yapıyorlar. kulüp de taraftarla iş birliği içinde olmak için taraftar forumu düzenliyor. bunlar bizim görmediğimiz ve çok fazlaca özendiğimiz şeyler.

belgeselde en sevdiğim isim kiralık olarak takıma katılan ve bir omuz sakatlığı sebebiyle uzun süre forma giyemeyen jonny williams oldu. çok iyi bir profesyonel ve çok sıcakkanlı bir insan. o enerjiyi ekrandan bize hissettirmesi çok hoştu. umarım şu an daha başarılı bir kariyere sahiptir, araştırmadım çünkü :(

sonuç olarak şöyle güzel bir ingiliz futbolu ziyafeti çekeyim diyenler için sunderland 'til i die çok başarılı bir iş. her şeyden öte bir senaryo yazılmışcasına dramatik ve etkileyici sona sahip. netflix kurgulasa bu kadar başarılı bir hikaye yazabilir miydi bilmiyorum.

şu yerel taraftarlık muhteşem bir şey gerçekten

"1976'daki kupada jack windslow ne güzel bir gol atmıştı hatırlar mısın" filan diyorlar adamlar. o kupa da üstelik yerel bir kupa, hani uefa ya da şampiyonlar ligi değil. ancak herkes takımının sınırlarının ve tarihinin o kadar farkında ki bu tip hikayeler insanlara mutluluk veriyor.

ikinci sezonu az önce bitirdim. yani bir takım nasıl oluyor da tüm olayları adeta bir senaryo gibi yaşıyor, inanılmaz gerçekten. premier league'den düştüğün sezon tek hedefin şampiyonluk iken tekrar küme düşüyorsun, üstüne "bizim yerimiz burası değil" diye tabiri caizse sıka sıka gitmeyi beklerken son dakikalarda gelen golle wembley'den eli boş dönüyorsun. üstelik aynı stadda birkaç hafta önce dandik bir kupa (ama işte yerel başarı) finalinde de boynun bükük ayrılmışken. bu kadarla da kalmıyor;

takım sezon ortasına josh maja ile çok iyi umut verirken ara transferde bu canavarı kaybetmeleri, üstüne yapılan panik transferi (ki o da will grigg), taraftarların yeni transferden beklentileri ve üst üste alınan beraberlikler ile yaşanabilecek en hazin, en senaryovari şeyi yaşamaları.

sezon boyunca bizimle olan kombine sahipleri de öyle "haftasonu da maça gideriz işte" diye düşünen tipler değil. birinin kolunda kocaman "sunderland till i die" dövmesi vardı. evinde takıma yeni katılan ve daha çocuk yaşta denebilecek oyuncunun imzalı forması duvarda asılıydı mesela. trenle londra'ya giden çiftin konuşmaları, devamlı olarak sunderland'ın sınıfsal olarak nasıl bir yer olduğunu ve kozmopolit olmayan tam bir taşra olduğunu vurgulamaları da hep bu insanları anlayabilmemiz içindi.


will grigg'e dönecek olursak; kendisinden bekleneni hiçbir şekilde verememiş olacak ki gol yollarında sakat olmasına rağmen herkes hala aiden mcgeady'e bakıyordu. ilk sezonda da forvet konusunda sürekli bir sıkıntı vardı, neticede küme düştüler. bu sezonda maja kendileri için efsane bir hücum silahıyken, bu kez de menajeri alıp götürdü ve kötü bir transfer ile sonuç ortada. başkanın sürekli fiyat arttırırken "şimdi bu para fazla diyorsun ama final maçında 2 gol attığında öyle demezsin" derken aslında mantıktan ne kadar kopup olaya sadece optimist bir bakış açısıyla yaklaştığını görüyorduk hatta.

insanlar seviyor gibi görünse de başkan/kulüp sahibi işleri pek kontrol altında tutabiliyor gibi görünmedi bana. biraz olayların şaşkınlığında ve hiç kendinden emin ve mantıklı görünmüyor. daha ziyade taraftar gibi bakıyor sanki olaya (ki taraftar olmadığını da söyledi).

yine çok çok güzeldi. gelecek sezon olmaz muhtemelen su lanet olası covid-19 yüzünden ama bu kadar filmvari işler başarabilen sunderland afc'yi 3. sezonda da izlemeyi çok isterdim.

Metaforlarla Dolu Etkileyici Netflix Filmi The Platform'un İncelemesi