KÜLTÜR 24 Ocak 2024
19,5b OKUNMA     194 PAYLAŞIM

İslam ve Hristiyanlıkta Cehennem Kavramı

Müslüman cehennemi ve hristiyan cehennemine yakından bakış. Cehennemin tarihi.


cehennemin tarihi

cehennem düşüncesi, insanlığın varoluşundan itibaren mütemadiyen türümüzün havsalasını meşgul eden bir sorunsal olagelmiştir ve mezkur düşünce ile alakalı olarak ilk dini inançları kapsayan kadim metinlerden başlayıp, muasır tanrıtanımazların yapıtlarına kadar uzanan geniş ve kümülatif bir bilgi birikimi söz konusudur. binaenaleyh öteki dünyada yer alan uğursuz mekan ya da bir varoluş kaygısı olan cehennem kavramı, biçimden biçime girebilmekte ve muhtelif toplum tiplerine uyum sağlayabilmektedir.

cennet kavramı; nasıl insanın umutlarının, sevinçlerinin ve mutluluk istencinin yüceltilmesi ise, bilinçli insanlık kadar kadim olan cehennem de kinin, çelişkilerin ve güçsüzlüğün bir tezahürüdür. geçici ya da ebedi ceza ve yargı düşüncesiyle ilintili olsun olmasın cehennem, her uygarlığın toplumsal sorunlarını çözmedeki başarısızlıklarının bir aynası ve insanlık durumunun anlaşılmazlığının ifşasıdır. velhasıl türümüz, kendi gizemini çözemediği müddetçe her daim mevzubahis düşünce üzerinden tahayyüllerde bulunacaktır.

öteden beri tasavvur edilmiş cehennemler arasında arketip olacak derecede en eksiksiz, en sistemli ve en "umut kırıcı" olanı hristiyan cehennemidir. vicdan azabı ve cezaların sonsuza dek süreceği bilinciyle hem duyularımızda hem de aklımızda tahakküm kuran mezkur kavram, "mutlak acı" düşüncesiyle temellendirilmiştir. yeni platoncu mantık çerçevesinde tamamen rasyonel bir yapı olan ve lanetlilere ayrılmış bir mesken hüviyetindeki hıristiyan cehennemi, insanın doğuştan gelen hakkı olan özgürlüğüne saygı göstermek isteyen bir "kurtuluş" dininin karşılığıdır ve mutlak iyiliğin kaynağından uzaklaşanların da yazgısıdır. nitekim özgünlüğü ve gücü de buradan gelmektedir.

ancak tabii olarak hristiyan cehennemiden evvel farklı dini düşünce sistemleri de öteki dünyadaki yaşam üzerine tefekkür de bulunmuşlardır ve ekseriyetinin konuya dair kanaati büyük benzerlikler taşımaktadır. bu "herkese açık" ölüler diyarında iyiler ile kötüler arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir ve insanların yeryüzündeki yazgısı, hüzünlü bir biçimde mezkur mekana da uzanmaktadır. bilahare ahlak bilincinin gelişmesi ile beraber ise gitgide kötülere mahsus olmak üzere önce geçici, hristyanlığın palazlanmasıyla birlikte ebedi hale gelen bir cehennem düşüncesi hasıl olmuştur.

günümüz dünyasındaki yönelimi ise kısmen "geriye doğru bir dönüş" olarak yorumlayabiliriz. geleneksel amentülerin popülaritesini kaybetmeye başlaması ve iyi ile kötü kavramlarının göreceleşmesi, iki anlamlılık diyalektiği içine yerleştirilmiş olan cennet ile cehennem kavramlarını ayıran çizginin de giderek silikleşmesine sebebiyet vermiştir. bilhassa modern toplumlarda kolaylıkla gözlemleyebileceğimiz, onaylanma gereksinimi ile toplumsal baskının kısıtlamaları arasında sıkışan bireyin, mezkur konuya dair çözümü bilimsel metotlarda araması da yine ahvalin bir tezahürüdür.

velhasıl cehennemin tarihi aslen, kendi varoluşuyla yüzleşen insanlığın tarihidir ve geçmişteki kimi büyük düşünürlerin sezinlediği gibi insan potansiyel olarak, sırayla ya da aynı anda gerçeğe dönüştürdüğü "iki karşıt yazgıyı" da içinde taşımaktadır ...

"zihin kendi kendinin yeridir, ve onun içinde
cehennemden bir cennet, cennetten bir cehennem yapılabilir."

john milton - kayıp cennet

semavi dinlerde cehennem

kusursuzca tanımlanmış olmasa da incelikle işlenmiş olan hristiyan cehennemi, orta çağ'da bir arketip hüviyetindedir ve din kurucularına emsal teşkil etmesi bir tarafa, bireylerin bilincinde de canlı ve tehditkar bir imge oluşturmuştur. medeniyetin doğduğu topraklarda ise 7. yüzyıldan itibaren kuran ile islam geleneği, mezkur cehennem tasvirinden geniş ölçüde esinlenmiş ve tasarının bilhassa halk kültürüne dayanan yönlerinden etkilenmiştir. ancak özellikle "sonsuzluk sorunu"yla alakalı tereddütler yaşayan islamiyet öğretisi, ortaya çıktığı toplumun yapısını da göz önünde bulundurarak konuya dair farklı bir anlayış benimsemiştir.

müslüman cehennemi: kıyamet günü

kuran, yakındoğu mitolojisinden öğeler ile yahudi ve hristiyan itikatlarının aynı potada eridiği çok ayrıntılı bir cehennem öğretisi içerir. yeni ahit, hıristiyan amentüsünde pek çok dalgalanmaya yol açacak belirsizlikler barındırırken; yalın, somut ve kesin bir nitelik taşıyan müslümanların kutsal kitabı, herkesin üzerinde mutabık kalabileceği sağlam bir inancın yayılmasını kolaylaştırmıştır. ancak yine de hazreti muhammed'in imgelerle dolu ifadeleri bilahare ilahiyatçıları, alegorik yorum ihtiyacı duydukları konularda sıkıntıya sokmuştur. diğer semavi dinlerde olduğu gibi islam'da da simgesel imgeler mütemadiyen çift anlamlıdır. anlatılmaz olanı zihinlerde canlandırmaya yönelik bu eğretilemeler, sözcüklere körü körüne bağlı kalınarak yapılan yorumlamaların etkisiyle ekseriyetle anlaşılırlığın önünde bir engel oluşturmuştur. bütün bunlara bir de hadis, vaaz, tefsir ve apokrif metin geleneği eklenince nazik sorunların hasıl olması kaçınılmaz olmuştur.

islam'da kader anlayışı ana hatlarıyla şu şekilde ifade edilmiştir: insanın, dünyevi hayatı terki diyar etmesinin akabinde ruhu (bkz: nefs), münker ile nekir isimli iki melek tarafından sorguya çekilir ve kelime-i şehadet getirmez ise kötü muamele görerek kendisine cehennemdeki müstakbel yeri gösterilir. yine iç duvarları sanki onu ezecekmiş gibi birbirine yaklaşan mezardaki istirahat yeri, bunaltıcı ve daraltıcıdır. buna da kabir azabı denmektedir. kıyamet günü'nde ise melek israfil, sur denilen borusuna üflediğinde bütün ölüler dirilecek ve dayanılmaz bir sıcaklığın hüküm sürdüğü çok büyük bir meydanda toplanacaklardır. yine bizim zaman algımıza göre 40 yıl sürebilen bir bekleyişin ardından ise allah, hayattayken yapılan her şeyin kaydedildiği ve herkes için ayrı ayrı tutulan defterlere başvurmasının akabinde terazi sınamasıyla beraber insanları tek tek yargılayacaktır. terazi sınavı esnasında günahların işlendiği müsveddeler bir kefede dururken, diğer kefede bulunan kelime-i şehadet yazılı küçük bir kağıt parçası ağır basabilmektedir. binaenaleyh mezkur ahvalde mümin'lerin kayrıldığı aşikardır. şayet mümin, kuran'ın cennet ile cehennem arasındaki bir bayıra yerleştirdiği ve açık bir şekilde tanımlanmamış bir kategori olan fasıklar arasında yer alıyorsa dahi daima rabbinin lütfunu umut edebilir. yine muhtelif metinlerde bahsi geçen, bir saç tekli kadar ince ve bir kılıç kadar keskin olan sırat köprüsü ise günahkarların üzerinden geçemeyerek iblisler tarafından yakalandığı bir yol hüviyetindedir.

müslüman cehennemi: cezalar

günahkarlar cehenneme iblisler tarafından sürüklenerek götürülmektedir. malik'in hüküm sürdüğü mezkur mekanda 7 sayısı ve katları ehemmiyet arz etmektedir. 7 kapısı ile 7 katı olan ve her bir alt kata inildiğinde sıcaklığın 67 kat arttığı cehennemin tamamını 70.000 meleğin çektiği ifade edilmektedir. yine malik, girişte 67 kez çağrıda bulunur ve cehennemin başta nar (ateş), sakar (kızgın ateş) ve cihinnam (ge-hinnom ya da gehenna'nın bir türevidir) olmak üzere muhtelif isimleri bulunmaktadır.

cehennemdeki esas işkence, çoğumuzun tahmin edebileceği üzere ateştir ve en ağır günahlar, alt katlarda cezalandırılır. hıristiyanlıkta da gözlemleyebileceğimiz üzere işkence çeşitleri zaman içerisinde çoğalmıştır: boyna geçirilen ateşten halkalar, alev alev yanan katrandan gömlekler, kızgın demir pabuçlar, akkor haline gelecek kadar ısıtılmış madeni tabutlar, ayak tabanlarının altında beyni kaynatan kızgın kömürler, ateşten pençeleri olan ejderhalar, her bir sokuşu on yıl boyunca dayanılmaz ıstıraplar veren dev akreplerle dolu okyanuslar tasvirlerden bazılarıdır.

cehennem bir bütün olarak devasa bir büyüklüğe sahiptir. örneğin; cehennemin en üst katından atılan bir taşın dibe varması 67 yıl sürer ve orada her şey, zaman ile mekan içinde ölçüsüzce yayılır: günahkarların gövdeleri, her tür işkenceyi kolaylaştırmak için genleştirilir ve her ceza, insan algısı doğrultusunda yüzyıllar boyunca sürüyormuş gibi gelir. cehennemin sonsuzluğu kuran'da ahkab sözcüğü ile ifade edilir ve aslında 67 yıllık bir zaman zarfına tekabül eden mezkur kelam, çoğul kullanıldığında sonsuzluk anlamına da gelebilmektedir. öte yandan hud suresi 107. ayet, cehennem azabının bir sonu olacağı umudunu vermektedir: "rabbinin dilediği hariç, onlar (cehennem) gökler ve yer durdukça o ateşle ebedi kalacaklardır. rabbin gerçekten istediğini yapar."

yine de son erekle alakalı olarak muhtelif düşünceler söz konusudur: ibn safvan ekolü, yaratılmış tüm gerçeklikler gibi cehennemin de günün birinde yok olacağını ve allah'ın mutlak yalnızlığına tekrar kavuşacağını ileri sürerken, farklı yaklaşımlar cehennemin sonsuza dek süreceği düşüncesine meyil etmiş durumdadır.

sapkınlar ve cehennem

orta çağ hristiyanlığında cehennem inanışı, maniheizm ve katharizm başta olmak üzere muhtelif sapkın hareketlerin sürekli bir direnişi ile karşı karşıya gelmiştir. mezkur akımların kökeni ise milattan sonra ilk yüzyıllarda helen - pers düşünceleriyle harmanlanmış mistik kültlerden etkilenen gnostisizme dayanmaktadır. beden - ruh ve iyi - kötü ikiliğine dayanan, düalist hüviyetteki gnostik düşüncede evren, eşit güce sahip iki tanrı tarafından yönetilmektedir ve iyi tanrı ruhani dünyayı, kötü tanrı ise ruhun içinde hapsolmuş olduğu maddi dünyayı yaratmıştır. 3. yüzyılda gnostik hareket içinden çıkan maniciler mezkur dayanılmaz dünyayı, cehennem kaygılarını yaratan ve kötücül güçlerin yönettiği karanlıklar diyarı olarak nitelendirmişlerdir. gnostisizm'e göre kurtuluş, herkese kendi üstün doğasını gösteren gerçek bilgiye ulaşmaktan geçmektedir. mani'ye göre dünya sona erdiğinde bütün maddi öğeler, günahlarından arınmamış ruhlar ile beraber bir kürenin içine ebediyen kapatılacaktır. yine bir başka gnostik hareket olan ebiyonitlere göre ise kötüler kesinlikle yok edilecektir.

bu çevrelerin mirasçısı olan katharlar ve albililer ise cehennem konusunda epey değişken düşüncelere sahiptirler. 14. yüzyılın başlarında engizisyon yargıcı jacques fournier'nin montaillou'da gerçekleştirdiği kapsamlı soruşturma, günümüz fransa'sının güneybatısında yer alan mezkur yörede ölümden sonra ruhların bir süre başıboş dolaştıktan sonra dinlenecekleri bir yere gittiklerine inanıldığını göstermektedir. dünya sona erdiğinde ise herkes kurtulacak ve ahiret mutluluğuna kavuşacak, dört elementin eriyip kaynaşmasıyla beraber ortaya çıkacak büyük yangında kötülük yok olacaktır.

araf'ın doğuşu

fransız tarihçi jacques le goff, ortaçağ batı uygarlığı adlı eserinde kilise babaları döneminde filizlenmeye başlayan araf kavramının kökenlerini anlatır. buna göre; muhtelif çevreler tarafından cennet ve cehennem ikiliği köktenci ve tabiri caizse kaba bulunmaktadır. ancak inananların çoğu, cehennemi hak etmese de mutlak bir arınmışlık gerektiren "seçilmişlerin" mutluluğunu hemen paylaşacak durumda da değillerdir. binaenaleyh cehennemdekinden farklı olarak bir "araf ateşi" sayesinde iman edenlerin bağışlanabilir günahlarından arınması ve mezkur günahların "bedenden atılması" fikri hasıl olur. (bkz: aziz patrick)
kimileri için araf, paganların çok katlı ölüler diyarı anlayışında sıkça rastlanan en üst kata tekabül ederken, kimileri için de isa'nın doğumundan önce ölen adillerin ruhlarının kıyamet gününü beklerken dinlendikleri ve kitabı mukaddes'teki ifadeyle ibrahim'in sinesi olarak aktarılan yeri ifade etmektedir.

velhasıl mevzubahis anlayış yavaş yavaş benimsenir ve 11. yüzyıldan itibaren ticaret burjuvazisinin yükselişiyle birlikte ek bir ivme kazanır. 13. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise papa 3. innocentius, tüm ermişler yortusu için verdiği bir vaazda cehennemlik olmayan günahkarlar için bir arınma yerinin varlığına yani arafa resmiyet kazandırır. 1274 yılında da lyon konsili bunu bir öğreti şeklinde formüle eder.

nitekim arafın ortaya çıkması tanrı ile insanlar arasında aracı konumunda bulunan kilisenin gücünü endüljans sistemiyle birlikte büyük ölçüde arttırmıştır. örneğin araf cezaları, "titiz bir tarifeyle" satın alınan dua okumalar ve ayin kutlamalarıyla azaltılabilmektedir. binaenaleyh araf, hızla ruhban sınıfı adına kazançlı bir ticaret dolaşımı içinde pazarlık konusu haline gelir.

kilisenin gücünün giderek artması ve ruhani bir gerçeğin para gibi bir meta ile sömürülmesi, bilhassa heterodoks akımların araf kavramına şiddetle karşı çıkmasına sebebiyet vermiştir. 1134 yılında arras'ta petrus brusius'un henri adındaki bir tilmizi, arafın varlığını yadsıdığı için tutuklanır ve birkaç yıl sonra tapınak şövalyeleri'nin kurucu babası olan aziz bernard, henri ve benzeri "inkar edenler" ile alakalı bir cadı avı başlatır. bernard'ın farkında olmadığı şey ise uyguladığı vahşetin, 16. yüzyılda başlayacak olan reform hareketinin tetikleyeceği unsurlarından biri olacağıdır.

konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere georges minois'ten cehennemin tarihi adlı eseri tavsiye ediyorum.