Joker'den Önce İzlemeniz Gereken Benzer Atmosfer ve Konuya Sahip Filmler
10) Serpico (1973)
ümitsizliğe düştüğüm, sisteme karşı mücadele azmimin azalmaya başladığı zamanlarda tekrar tekrar izlediğim güzel bir karakter filmidir. filmde serpico; gürül gürül akan bir nehrin karşısında durmaya çalışır ve bunun için mücadele eder. teşkilattaki diğer polislerin, "rüşvet almayan bir polise asla güvenemezsin" düsturuna karşı savaşan serpico; o kadar kötünün yanında iyi olarak kalmak güç olsa da gereğini yapmanın erdem olduğunu göstermek için uğraş verir. al pacino'nun her zamanki gibi harikalar yarattığı bu film, sisteme karşı bir başkaldırı filmidir.
9) You Were Never Really Here (2017)
joaquin phoenix'in joker filminde nasıl bir performans sergileyebileceğine dair fikir veren iki filmden biri (öteki the master). burada da travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bir askerin taxi driver benzeri bir mücadeleye girmesini ve bu esnada psikolojisindeki değişimleri görüyoruz. karanlık tonu ve atmosferiyle muhteşem bir film olmasa da dikkate değer bir iş.
8) Network (1976)
filmden sonra medya gerçekliğini bir süre hazmedemediğim film. öyle ki; dönen oyunları, bilinen gerçekler yaklaşık bir 30 yıl önce anlatılmaya başlanmış. ama biz hala nelerden söz ediyoruz. peh. filmin ana karakteri howard beale'ın öyle bir konuşmaları vardır ki alıp incelenesi, üstüne düşünülesi, kürsülerde tartışılasıdır. adam kapitalizm gerçeğini gözler önüne sererken, bir yandan aslında deliliğinin aslında bilinçlenmişlik ve farkındalık olduğunu gösterir bizlere.
7) American Beauty (1999)
fight club'a göre tüketim çılgınlığı, bugün gelinen nokta da dahil olmak üzere insanı kesinlikle daha kapsamlı anlatan bir film. "dibe vurma" konseptini çok daha güzel, çarpıcı ve derin şekilde işliyor. fight club'ta, biz yeni nesil hep yer içer sıçarız olayı gözümüze sokulurken bu filmde alttan alttan verilip finalde bomba konmuş.
ben böyle bi oyunculuk görmedim, kevin spacey'nin hayat verdiği lester burnham değiştikçe benim de nefes alışverişim yavaşladı. o nasıl bir oyunculuk, nasıl bir mimik kabiliyetidir... kendini anlattığı bölümlerde sese bile gerek yok, yüzündeki o ifadede her şey açık ve net görülüyor zaten. aldığı oscar'ları sonuna kadar hak etmiş.
6) Blade Runner (1984)
en sevdiğim filmlerden. o distopik atmosfer, ruhuna işleyen gizemli vangelis müzikleri, teknolojinin tavan yaptığı ama insanlığın diplere indiği, insan olmanın ne demek olduğunun sorgulandığı, ironinin dibine bak ki ürettiğin yapay zekanın kurduğun teknolojik yapay imparatorluğa karşı gelip sana insanlığı sorgulattığı ve öğrettiği dehşet ve ürpertici film. keşke hafızamdan silip tekrar tekrar izlesem.
5) Naked (1993)
1993 yapımı, mike leigh'in herhalde en huzursuz edici filmi. aynı zamanda tüm zamanların en sağlam kara mizah örneklerinden. dibe vurmaya ve dibe vuranlara bir selam. londra'yı geçici olarak mesken tutmuş bir nevi anglo-sakson flaneur'ü manchester'lı johnny'nin sokak maceraları...
yapımından bu yana 12 yıl geçmiş olsa da eskimemiş, bu gidişle kolay kolay da eskimeyecek bir dönem klasiği. bir nevi postmodernist aylaklık ve başkaldırı manifestosu. mike leigh’e en iyi yönetmen, david thewlis'e de en iyi erkek oyuncu dalında altın palmiye getirmiştir.
4) Nightcrawler (2014)
network'ten sonra izlediğim, canavarlaşmış, adeta taze et ve kana susamış medya sektörüne getirilen en sıkı, en ofansif ve direkt eleştiri... bizim ana haber bültenleri spikerlerinin neden yalandan üzgün ifadelerle ama içten içe coşkuyla 30-35 dk boyunca cinayet ve katliam haberlerine yer verdiklerini çok daha iyi anlayabiliyor insan. ama medyanın şu halinin en büyük faili hipnotize olmuş bir şekilde bu haberlere ilgi gösteren moronlar sürüsüdür. bu canavarların iştahını kabartan işte bu moronların ta kendileri...
3) Drive (2011)
arabalı bir aksiyon filmi değil. daha öte bir şey. gönül rahatlığıyla film noir diyebilirim. üstelik retro. eski tip bir kahramanı konu alan bir film. isimsiz kahraman. yapması gerekeni yapan, fazla konuşmayan. başroldeki ryan gosling sadece bu filmle bile yetenekli bir aktör olduğunu kanıtlıyor. film boyunca toplam repliği yirmi cümle ya var ya yok. ama müthiş bir oyunculuk. ağzından kelimeleri zorla aldığınız karakter, film ilerledikçe soğukkanlı bir iş bitiriciye dönüşüyor. ne yaptığını, ne istediğini bilen bir erkek.
atmosfer devamlı gergin. tempo düşük olduğunda bile gergin. çekimler estetik. adam otoparkta yürüyor ama figürü, duruşu ikonik. sanki tropik günbatımı izliyormuşsunuz hissi var. büyüleyici dersem abartmış olur muyum bilmiyorum. hipnotik belki. vahşet var. ama öne çıkmıyor. yalnızca filmin havasını kuvvetlendiriyor. dövüş sahneleri sanki filmin temposunu arttırmıyor bile.
2) The King of Comedy (1982)
martin scorsese'nin 1983 tarihli, robert deniro ve jerry lewis'li filmi. bir komedyen olmaya heves edip hayallerde yaşamaya başlamış deniro, ünlü tv komedyeni lewis'i kaçırır, oraya kadar zaten bayağıca gelişmiş olan olaylar, kaçırma hadisesinden sonra nihayetlenmeye yüz tutar. acaba deniro'nun hayalleri gerçekleşecek midir?
scorsese+deniro gibi bir ikiliden hiç beklenmeyecek bir alanda top koşturan bir filmdir. deniro'nun oynadığı karakterin tipik scorsese karakterleriyle hiçbir alakası yoktur. annesiyle aynı evde yaşayan, yaşını başını almasına az kalmış, bir şekilde norman bates'e benzetesim gelen, inanılmaz hayalci birini canlandırır deniro. bu hayallerini gerçek etmek için uğraşmasını, hüsrana uğradı uğrayacak çizgide ilerleyen seyrini takip ederiz. scorsese filmografisinden bir karşılaştırma yapmak gerekirse; sorunlu karakteriyle özdeşleşesimiz ve onu takip edişimiz bağlamında taxi driver'i, scorsese filmlerinin tasvir ettiği çevrelerle alakasızlığı bağlamında after hours'u andıran bir yapıttır.
1) Taxi Driver (1976)
1976 yapımı bu filmin başrolü, sinema tarihinin en paranoyak karakterine robert de niro insan üstü bir şekilde can vermiştir. scorsese'nin bundan sonra bütün filmlerinde kullanacağı iç ses yöntemiyle duygularını öğreniriz travis'in. savaştan sonra insanlarla iletişim kuramayan ve kendine güveni kaybolmuş herhangi bir amacı olmayan bir adamın hikayesidir esasında.
en can acıtan replik ise...
travis: yalnızlık beni bütün hayatım boyunca takip etti.
Bonus: The Dark Knight (2008)
bir süper kahraman filminin sanat eserine dönüştürülmüş halidir. süper kötü kovalayan ve filmin sonunda zor da olsa hepsinin hakkından gelen klişe süper kahraman filmlerinden çok ötede bir filmdir. heath ledger için ayrı bir şeyler yazmamak olmaz tabii ki. joker karakterine öyle bir kalıbını bastı ki bugüne kadar animasyonlardaki ve filmlerdeki canlandırlamaları silip süpürdü hafızalardan. daha sonra yapılacak olanlara da geçilmesi zor bir engel koydu. başka yapımlardaki bir çok psikopat karaktere ilham kaynağı oldu. ne kadar cani olsa da dünyanın hak ettiği kişi aslında joker'dir.