Kişinin, Çevresini Olduğundan Farklıymış ve Kendisine Yabancıymış Gibi Algılaması: Derealizasyon
en sevdiğin mekanlardan soğutuyor, nefret ettiriyor insanı.
doğup büyüdüğün, gönülden bağlı olduğun bir yer var diyelim. misal, yalova. yalova bir noktadan sonra yalova olmaktan çıkıyor senin için. etrafa bakıyorsun heryer aynı ama senin algın orayı orası gibi görmüyor, alakasız bir yer sanki orası yalova değil de silivri veya çataca ya da dudullu gibi geliyor sana. orası artık orası değil. not the yalova as you know it.
denize bakıyorsun sanki karşı kıyı istanbul değil de, güney kore'nin herhangi bir sahiliymiş gibi. evin, evin değil de, alakasız bir apartman dairesiymiş gibi. herşey aynı ama senin algın ikna olmuyor bir türlü. algın değişmiş. böyle de bir ruh hali bu. tam manasıyla kepazelik, başka birşey değil.
derealizasyonun tek başına çıkıp geldiği bir dünya yok. bu algı kayması bir paketin komponentlerinden biri.
bu paketin içerisinde panik var, uykusuzluk var, ekstrasistol var, hazım problemleri var, durup dururken girilen badtripler var, ki onlara panik atak demek iyimserlik olur. dehşet gelir adama dehşet. korkunun 2 gömlek üstü birşey o. keşke anamın karnına geri girebilsem diye yalvartır adamı. hayatının bir döneminde cannabis'e bulaşmışsan zaten tüm bu rahatsızlıklar için gereken temeli kurmuşsun demektir. artık kaygıların hayal gücünün de ötesindedir. en saf ontolojik kaygılarınla yüzleşmek, dna sarmallarından girip 500 kuşak atalarının hepsinin korkularıyla birden yüzleşmek gibi. karşı koyulamaz bir ölüm korkusu sarar heryerini. veya adını koyamadığın, tanımını yapamadığın başka korkular.
yaşanmışlar, yaşananlar neydi? o kararları kim verdi? diğer yaşayanlar kimler? hepsi benim hayal gücüm mü? ben mi? ben nedir?
algın kaydı mı?
yarrağı yemişsin demektir. bu kadar net, bu kadar açık söyleyeyim.
gerçeklikle ilgili en son hatırladığım şey nedir bilmiyorum. 20 sene önce atari salonundaki sigara makinesi mi? yediğim yemekler gerçek miydi? sevdiğim kızlar mı? bindiğim arabalar mı? bilmiyorum hangisi gerçekti, belki eylem esnasında gerçeğe yakınsıyorlardı, fakat şu an bu boyuta dair hiçbirşey bana yeterli gerçeklik hissini sunmuyor. işin kötüsü başka bir boyutun gerçekliğine inanmam için de hiçbir sebep yok. ne de güzel morfin etkisi gösterirdi başka bir boyutun gerçekliğine safça inanmak. külliyen umutsuz unrealizm, sürrealizm.
sephia.
arkadaşlarınla konuşur, gezer tozarsın, iddaadan tek maçtan bile yatarsın, zihni indirgemek adına sözlükte futbol temalı entryler bile girersin.. amaaaaa, 1 saniyecik durup da siktir lan gerçek değildi ki dediğin anda şerit kopar, görüntü sephia olur. herşey bir anlık gafletine bakar, gelir topuğundan yakalar seni. artık pac-man'ın ta kendisisindir. birşeysin ama biri değilsin, deperson oldun. tebrikler.
evet, sanki başka bir boyut varmış da oraya çekiliyormuşsun gibi. bu dehşetli soyutlanma hissi gerçekten karşı koyulamaz bir güç. gandalf'ın karşısına çıkmış bir sermet erkin'den daha iddialı değilsin.
bunu bir hastalık olarak da göremezsin ki tedavi isteyesin. tedavi denilen kavramın yığınların gerçeklik algısına indirgenmek olduğunu adın gibi bilirsin. ve bu yığınların önceliklerine göre yaşamak da ne zor zanaat..
hiçbir olgunun, hiçbir kavramın ve hiçbirşeyin değeri yoktur. ve hiçbir güç sana birşeyin değeri olduğunu kanıtlayamaz. karına gider bana gerçek olduğunu kanıtla dersin, kanıtlayamadığı gibi garip garip bakar, ablana gider aklımı yitirmeme az kaldı dersin, o da sana çünkü erkeğin kezbanı olmuşsun der, bozar. bozulmak da iyi gelir ha bazen. bir birey olduğunu hatırlatırmışçasına bir his verir.
algıyı diyorsun, bari kendim kandırıp bir şekilde yola getireyim. o da yok. nevizade'ye gidiyorsun, halkalı gibi geliyor. halkalı'ya gidiyorsun, dudullu gibi geliyor ortam. dudullu'ya gidiyorsun, istoç gibi geliyor her yer. ben hayatımda istoç'a gitmedim ama dudllu bana istoç gibi geliyor. bazen de bayrampaşa gibi geliyor, çok samimiyim.