EDEBİYAT 21 Eylül 2023
26,1b OKUNMA     283 PAYLAŞIM

Okkalı Bir TED Konuşması Tadındaki Çalınan Dikkat Kitabının Düşündürdüğü Karanlık Şeyler

İsviçreli yazar Johann Hari'nin ülkemizde de yayınlanan 2022 tarihli kitabını mercek altına alalım.

bazılarınız johann hari’yi youtube ted kanalında milyonlarca kişi tarafından izlenen this could be why you're depressed or anxious - everything you think you know about addiction is wrong başlıklı konuşmalarından biliyor olmalısınız. ki bu izleyicilerden biriyseniz, olasılıkla güzide toplumumuzun en azınlık grubundan, yani imamların şerrinden korunmak için allah’a yakardığı okumuşlardan birisinizdir. dolayısıyla hari’nin son çalışması çalınan dikkat hakkında aşağıda paylaşacağım detay ve yorumlar ilginizi çekecektir. ya da ben fazla iyimserim.

"Neden depresif veya endişeli olduğunuzun sebebi bu olabilir" - Johann Hari


johann hari 1979 glasgow doğumlu, king’s college’de sosyal bilimler ve siyaset bilimi okumuş, new statesman ve the ındependent gazetelerinde çalışmakla kalmamış, yazıları the guardian, the huffington post, new york times, los angeles times, the new republic, the nation, le monde, el pais, the sydney moming herald ve ha'aretz gibi ismi anılır anılmaz ceket ilikleten gazetelerde boy göstermiş ödüllü bir yazar – gazeteci. yukarıda andığım konferanslardan ve 2018’de yayımlanan the lost connections adlı kitabından da anlaşılacağı üzere hari’nin odak noktası depresyon, kaygı, uyuşturucu ve bağımlılık. 2022 yılında yayımlanan ve türkçe çevirisi kasım 2022’de –pek tabii – metis’ten çıkan çalınan dikkat isimli son eserinde ise hari ölçeği daha da genişleterek hedefine interneti, daha doğru bir tabirle sosyal medyayı alıyor ve hayatımızın her karışına sirayet eden bu nevzuhur medyanın bize ne verdiğini ve bizden ne çaldığını sorguluyor. aslında cevabı en başta, kitabın başlığında verecek kadar eli açık bir yazarla karşı karşıyayız.

dikkat… evet hari’nin ana önermesi bu. internet devrimi ve sosyal medya bizden dikkatimizi çaldı. biz artık eski biz değiliz.

hari, vaftiz oğluyla (adam) yaşadığı kişisel bir anekdotla açılış yapıyor. yazarın neden akıntıya ters bir istikamete yöneldiğini pekala özetleyen bir anekdot bu. adam’ın çocukluğunda elvis presley dinleyen, jailhouse rock’ı söyleyip dans eden mutlu bir çocuk olduğunu ancak zaman ilerledikçe gözünü telefon – bilgisayar ekranından ayırmayan bir morona döndüğünü, tipik bir bağımlı gibi davrandığını öğreniyoruz. öyle ki vaftiz babası hari, bir süreliğine sosyal medyaya girmemesi ve anı yaşaması şartıyla onu presley’in memphis’teki müzesine (graceland) götürdüğünde bile sözünü tutmayıp telefonuna sarılıyor. bu vaka hari için bir çeşit aydınlanmayla neticeleniyor. problemin ne boyutta olduğunu kavramak için kendini bir teknoloji detoksuna sokuyor, yanına bilgisayar – akıllı telefon almadan amerika’nın en doğu sahili olan cod burnu’ndaki provincetown’a yollanıyor.

hari kitabın ilerleyen bölümlerinin bir ayağında provincetown’daki izolasyon sürecinde sosyal medya – mail olmadan yaşamanın bünyesinde nasıl etkiler doğurduğunu aşama aşama aktarırken ayrıca dünyanın çeşitli ülkelerine yaptığı seyahatlerde uzman akademisyenlerle gerçekleştirdiği mülakatları paylaşıyor.

çarpıcı sonuçlara varıyor yazar. örnek verelim hemen. kolektif dikkat aralığımızın her geçen yıl azalması bunlardan biri.

twitter’da 2013 yılında en çok konuşulan 50 başlık ortalama 17,5 saat gündemde kalırken 2016 yılında bu süre 11,9 saate düşmüş. benzer bir durum sinema için de geçerli: eskiye oranla filmlerin popüler olduktan sonra daha az bir süre salonlarda oynadığı ve konuşulduğu tespit edilmiş. kitaptan alıntı yapmak gerekirse “popülerliğin tepe noktasına daha hızlı ulaşılıyor, sonra yine daha hızlı bir düşüş görüyoruz.”

danimarka teknik üniversitesi uygulamalı matematik ve bilgisayar bilimi bölümü’nden profesör sune lehmann’a göre toplumun dikkat aralığını sekteye uğratmak için tek yapılması gereken sisteme enformasyon pompalamak. bunu ne kadar çok yaparsanız insanların bilginin tek parçasına odaklanacağı süreyi de kısaltıyorsunuz. çarpıcı bir örnek daha; ortalama bir insanın 1986 yılında maruz kaldığı enformasyonun hepsini topladığınızda 40 gazeteye tekabül ederken günümüzde bu rakam 174 gazeteye denk. allah bilir gündemin her saat değiştiği türkiye’de vaziyet ne?

söz konusu batı ülkeleri – türkiye kıyası olduğunda her daim sohbetin bir noktasında pırtlayıveren şu “oğlum adamlar metroda, otobüste her yerde kitap okuyorlar, bizde hiç böyle bir şey gördün mü?” çıkışını haksız çıkaracak radikal bir değişimi de aktarıyor hari. zevk için kitap okuyan amerikalıların oranında dramatik bir düşüş göze çarpıyor. ortalama bir amerikalı günde 17 dakikasını kitap okumaya ayırırken 5,4 saatini telefon başında geçiriyormuş. norveç’teki stavanger üniversitesi’nden anne mangen johann hari’den de öteye giderek, uzun metin okuma becerimizi, yani zihnimizi zorlayan metinlerle baş etmemizi sağlayan bilişsel beceriyi kaybettiğimizden endişelendiğini dile getiriyor. bu neden önemli ve mangen neden endişeli? çünkü sonuçlar çok net, daha fazla roman okuyan insanların diğerlerinin duygularını okumak ve onlarla empati geliştirme yeteneği gelişiyor. sözün kısası, farklı - uç görüşler ile çatışan sınıflar arasında dengeleyici – uzlaştırıcı bir vazife gören toplumsal tabakayı yitirmekteyiz.

bu ve benzeri akla seza değişimlere dair araştırma sonuçlarından sonra johann hari, kendini karanlık bir ormanda bulmuş dante misali vergilius’una, yani eski google mühendisi tristan harris’e rastlıyor ve onun rehberliğinde cehenneme, yani silikon vadisi’ne giriyor. 2002 yılında profesör b.j. fogg tarafından, insan davranışlarını değiştirebilen teknolojilerin nasıl tasarlanacağını çözme amacıyla kurulan ikna teknolojileri laboratuvarı’nı mercek altına alıyoruz. özgür iradenin bir yanılsama olduğunu, insan davranış ve seçimlerinin belirli koşullar altında rahatlıkla manipüle edilebileceğini savlayan b. f. skinner’ın teorilerinden destek alan bu laboratuvar’da insanların davranışlarına ve seçimlerine teknolojinin sağladığı olanaklarla nasıl müdahale edilebileceğinin öğretildiğini aktaran harris, katıldığı son derste öğrendiklerini pratiğe nasıl dökeceklerini kara kara düşündüklerini, günün birinde gençlerden birinin şu fikri ortaya attığını itiraf ediyor.


“gelecekte dünya üstündeki her insanın profili elimizde olsa nasıl olurdu?”

dehşet verici değil mi? özellikle de ikna teknolojileri laboratuvarı’nda eğitim gören öğrencilerin kullanmakta olduğumuz çoğu teknolojinin ardındaki beyinler olduğunu, yıllardır tüm kişisel bilgilerimizi “özgür irademizle” kâr odaklı şirketlere gümüş tepside sunduğumuz hesaba katılırsa…

gözetim kapitalizmi olarak adlandırılan bu yeni süreci akademisyenlerin rehberliğinde bize tüm detaylarıyla sunan çalınan dikkat, odaklanma, anı yaşama becerimizi kaybedişimizin ardından ağıt dökmekle yetinmiyor, insan davranışındaki tuhaflığa, güzel ve sakinleştirici şeylere kıyasla olumsuz, sarsıcı şeylere meraklı oluşumuza da bir parantez açıyor. yazar, bu “tuhaf” yönelimin fazla tıklanmaya odaklanmış algoritmalarla bir araya geldiğinde ortaya fazlasıyla vahim bir tablo çıkardığını söylüyor

örneğin, mıt’nin gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonuçlarına göre, gerçek haberlere kıyasla yalan haberlerin altı kat daha hızlı yayıldığı ortaya çıkmış. hari burada şöyle diyor:

“ozon tabakası bugün tehdit altında olsaydı, bu tehdidin milyarder george soros tarafından uydurulduğunu, ozon tabakası diye bir şey olmadığını ya da deliklerin aslında yahudilerin uzay lazerleri tarafından açıldığını iddia eden bağnazca viral haberler, uyarıda bulunan biliminsanlarının sesini bastırırdı.”

(bkz: küresel ısınma)

johann hari bizi bir konuda daha uyarıyor, demokratik değerlerin korunması için bir halkın gerçek sorunları teşhis edebilecek, bunları kuruntulardan ayırt edebilecek, çözüm bulabilecek, çözüm sunamayan liderlerden hesap sorabileceği koşullar gerektiğini belirttikten sonra, odaklanamayan insanların otoriter çözümlere daha fazla meylettiğinin altını çizip son yirmi yılda dünyada gördüğümüz otoriterleşme trendiyle internet devrimi arasında bir bağ olduğunu işaret ediyor.

çalınan dikkat’te hari’ye katılmadığım tek nokta, çözüm safhası

hari sanki uzun, kaygı uyandırıcı bir konuşmayı umut zerk edecek kuşatıcı bir sonuç bölümüyle sonlandırmak isteyen bir ted konuşmacısı gibi tüm bu sorunları alt edebileceğimizi öne sürüyor ve dayanak noktası, kurşunlu boyaların zararlı oldukları için yasaklanması ve ozon tabakası probleminde insanlığın sergilediği örnek tutum. benzeri bir duyarlılığı internet – sosyal medya açmazında da gösterebileceğimize inanıyor hari. bu kanımca fazlasıyla iyi niyetli bir bakış açısı, zira kitaba kaynaklık eden bu elektronik metastazın ardında dünyayı yöneten bilmem kaç üyeli, şeytani bir konseyin olmadığını, aslında her şeyin “daha fazla” mottosuyla kendiliğinden geliştiğini vurguladıktan sonra –evet johann hari bunun farkında– birkaç ülkenin bir araya gelmesi, meclislerden geçecek kanun taslakları veya yasaklarla durumun tersine çevrileceğine inanmak, bir çözümün olmadığını söylemenin dolambaçlı bir yolundan başka bir şey değil.

insanlık, deniz kavimlerinin veya batı roma’nın çöküşünün yol açtığı istisnai geriye gidişler haricinde her zaman ileriye dönük oldu. evet, işimizi kolaylaştıran birçok icadı terk ettik ama bu terk edişlerin sebebi doğaya dönüş arzusu değil, yerlerine daha iyisini bulmamızdı. artık baltalarımız, kılıçlarımız yok çünkü saniyede bilmem kaç mermi sıkan tüfeklerimiz var. evet, kurşunlu boyaların insanlara, kloroflorokarbonların ozon tabakasına zararlı olduğunu öğrendiğimizde kolları sıvayıp hemen yasakları devreye soktuk, ancak alternatiflerimiz vardı. yaşamlarımızın her safhasına giren, trilyonlarca dolar paranın döndüğü internet altyapısının yerine, daha fazla vaktimizi kemirmek için şu günlerde silikon vadisi’nde tasarlanmakta olan metaverse canavarı dışında bir alternatif üretebildik mi? her türlü bilgiye anında erişebildiğimiz, istediğimiz herhangi birine istediğimiz an ulaşabildiğimiz şu çağda insanlara “hayır dostum, artık bilgiye kitap okuyarak ulaşacaksın” demenin olanağı var mı? sanmıyorum.

johann hari’nin asıl düştüğü çelişki ise şu; kuşkusuz skinner’ın teorisi onu dehşete düşürüyor, doğrusu beni de ancak teknoloji tasarımcısı nir eyal’in, çoğu aplikasyonda yer alan bildirimleri kapatma seçeneğini çözüm olarak sunuşuna - yetersizliği nedeniyle - şiddetle karşı çıkarken fazlasıyla mühim bir noktayı kaçırıyor yazar. gerçekten, insanların çoğu neden bildirimleri kapatmıyor? zihninde ideal bir insan tasavvuruyla yola koyulan johann hari, kullanıcıların özgür iradesine bırakılmış “bildirimleri kapatma” seçeneğini yetersiz bularak ve kitleleri yönlendirebilecek daha etkili çözümlere başvurulması gerektiğini savunarak bir çeşit skinner’cılık yapmıyor mu?

hakikaten, nedir ideal insan?

hari’ye göre anı yaşayan, presley dinleyip jailhouse rock’ı ezberden söyleyerek tepinen, ekrana değil gözlerine kıymet veren birinin ideal insan olduğu aşikâr. ama şunu da iyi biliyoruz ki, sözünü ettiğimiz türde biri bırakın önceki asırları, 1970’lerden önce serseri kelimesiyle karşılık bulurdu ancak. binlerce asırlık tarihimizin tam olarak hangi sayfasında yer alan hangi insan modelini idealleştirebiliriz ki geçmiş tarafından yadırganmamış, gelecek tarafından yargılanmamış olsun?

hari’ye göre şu an insanlık, mağara alegorisindeki gölge oyununa kendini kaptırmış o zavallılardan başka bir şey değil, oysa gerçek, mağaranın çıkışında bizi beklemekte. her tür idealizmin (sosyalizm dahil) kusurudur bu; orada, vardığımız zaman tarihin asla ilerlemeyeceği, kendisinde olanla her şeye yetecek tek bir gerçeğin olduğu postulatı. ama öyle değil. her şeyin bozulmaya yazgılandığı bir evrende tüm bunlar kulağa güzel gelen birer yankıdan başka bir şey değil. temel meseleyi atlıyor hari; insanlık o mağaradan çıkalı çok olmuştu ve mağaraya dönmeyi seçti. neden? neden insanlık gerçek yerine o gölge oyununu tercih ediyor? neden insanlar bir yunusun denizde yüzmesini gözleri değil de bir ıphone merceği vasıtasıyla görmek istiyor?

yoksa dünya, şu milyonlarca yıldır dönüp duran mavi soluk nokta tatmin etmiyor mu bizi artık?

bilmiyorum. sıradan bir okurun soruları bunlar… çok kafa açtım. okuyun bu kitabı, kesinlikle okuyun.