Sanatın Sadece Sıkıntıdan Doğan Hafif Bir Uğraş Olmadığını Özetleyen Bir Görüş
sıkılmak soylu bir çabadır
günlük hayatta, çalışmaktan arta kalan zaman dilimini, çalışmanın erdemleri doldurur. usturuplu bir çalışmanın ardından insanın üzerine çöken o tatlı yorgunluktan bahsedilir. emek hakkında esaslı nutuklar atılır ve emekçinin sırtı sıvazlanır. ancak şu açıktır ki, arta kalan zaman, evrimsel kronolojide homo sapiens'in kafatası hacmine, arta kalan varlıklardan daha olumlu bir etkide bulunur. arta kalan zamanda avcılık pratikleri ve avcılık zanaati, yeni bir tür üretim kavramını (yaratının bu ilk koaservatlarını) müjdelerken, arta kalan varlığın tüketimi, bugün hâlâ aynı şekilde devam eden bir tüketim geleneğinin kara haberini verir.
sıkıntının, daha spesifik hâliyle sıkılmak ediminin yol açtığı keşif dürtüsü, insanlık için nispeten yeni bir dürtüdür. lakin bir de, yukarıda ifade edildiği şekliyle, zanaatin sanata öncülük etmesi söz konusudur. avlanmada kullanılan ilkel bir mızrağın, gerek daha rahat kavrayışa olanak veren gövdesinin, gerekse daha ölümcül kesikler yaratabilecek ucunun mükemmelleştirilme süreci hiçbir zaman bitmez. bu hâliyle her şey görünüşte mühendislikten ibaret olsa da, form verme ve el-göz koordinasyonu gibi önemli edimler, insanı bir çeşit sanatsal altyapıyla tanıştırır. dolayısıyla "sadece sıkıntıdan" icat edilen bir sanattan söz etmek, olayı biraz hafife almak olur. mükemmelleştirilen bir mızrağı guernica'ya bağlayan bağlar, incelse bile kopmaz.
arta kalan zamanda doğal renklerden ve seslerden etkilenen insanın, doğa ile, doğanın dilinden konuşma girişimi, öte yandan, göz ardı edilmemelidir. bir uyaran bombardımanı altındaki insan, hele hele sayısız alt katmana sahip bir bilinç tuvalini temsil eden insan, elbette ifadenin söze yer bırakmayan biçimlerini de keşfedecektir.
"sanat, doğaya ilave edilmiş insandır." - francis bacon