SİYASET 3 Ağustos 2017
33b OKUNMA     892 PAYLAŞIM

Ülkemizde de Sıkça Bahsi Geçen Düşünce Akımı Neoliberalizm Nedir?

Günümüzde pek çok ülkede hâkimiyeti görülen ticaret ve devlet anlayışı neoliberalizm, aydınlatılmaya daha çok ihtiyaç duyan bir konu. Sözlük yazarları "neogramsci" ve "azuth"un yazdıkları bu ihtiyacı karşılayacak cinsten.
iStock.com

Neoliberalizm nedir, neyi savunur?

finansal piyasaların nasırlı yumruğu suratında balyoz gibi saklarken tekrar sorgulanan, ve bu kez çok net bir şekilde varlığı eleştirilen 30-40 senelik bir yapılanmadır neo liberalizm..

insanlar sözlük'te anlatmışlar ama biz bir kez daha anlatalım..

neo liberalizm 4 şeyi savunur... amacı, tüm gayesi budur.

1- hiç bir ithalat ihracat kısıtlaması olmamalıdır

2- servisler piyasasında hiç bir devlet müdahalesi olmamalıdır

3- finansal markete müdahale edilmemelidir

4- işçiler özgür olarak dolaşmalıdırlar

şöyle ele alalım daha kolay olsun...

a - dünya ticareti ne durumda?

dünya ticaret örgütünün yardımları ile bir şekilde düzenlenmiş durumda bu. avrupa birliği içerisinde gümrüksüzlük hakim resmen. ama yine de devletler kendi iç üreticilerini korumak için mükemmel yollar bulmuşlar. sözde sınırlama, sözde kota, sözde vergi yok ama kalite şartları var.. domates bile ihraç ederken adam bin bir tane kural koymuş. diyor şu maddesi olmasın, şu kırmızılıkta, şu büyüklükte olsun, peynir ekmekte süper gitsin.. tabi bu şartlar oluşmadığında ihraç yapamıyorsun bu ülkeye.. kendi üreticisine bakıyorsun adamın, kendi koyduğu şartların yanına bile yaklaşamıyor.. eh o zaman gizli bir sınırlama, gizli bir kota var..

özetle bu madde işler değil.. 40 senede neo liberalizm dünya çapında ticareti kuralsız, vergisiz kılamamış...

b - servisler piyasası

servisler piyasası denen hadise, sağlık hizmeti, avukatlık hizmeti, otelcilik cartçılık curtçuluk. yani belli bir mal gitmeyip insan eğitiminin insan emeğinin harcandığı dallar.. bu kuralda dünyada durum felaket vahim.. devletler sağlık hizmetlerinden, eğitim hizmetlerinden çekilmiş değiller.. çekilemezler de.. amerika ve ingiltere sağlık sistemini, sigorta sistemini neredeyse özelleştirmiş durumda ama resmen kendi sağlık sistemleri kokmaya başlamış halde.. ingiltere'de kalp ameliyatına giren adamın böbreklerinin çalınması, amerika'da 2 ayda bir "acil serviste sigortası yok diye bakılmadı göz göre göre oldu" haberleri bunun kanıtları..

bu madde de yalan anlayacağınız.. servisler piyasasından da asla çekilemiyor devletler. sosyal güvenlik sistemleri her memleket için kocaman bir bütçe yarasıyken olmuyor yine de .. bollocks!!


c - işçilerin özgür dolaşımı

bu hakket bir ütopya. sanırım bu maddeyi buraya yerleştirirken ilerde büyük devletlerin işçilere aç olacağı, ağır sanayilerini beslemek için istedikleri zaman vasıfsız işçi bulma ihtiyaçları olacağı düşünüldü.. friedman ve dadaşları global sermayenin flash gordon hızında akabileceğini, ve nakliye masraflarının, tesis kurma masraflarının altında kalabileceğini ön göremediler.. tayvan'da, çin'de, malezya'da fabrikalar kurulmayacak sandılar..

ama kuruldu. şimdiki durum "polonyalı muslukçuların ülkemize girmesine izin mi vereceğiz" gibi bir korkuya yerini bırakmış durumda.. hoş polonyalı muslukçular avrupa birliğine girince zort diye gidip yerleşmediler zengin ülkelere ama yine de insanlar korkuyor "işlerimizi elimizden alacaklar" diye feryatta bulunuyorlar.. bir de mesela özgür dolaşım dediğin işçi, istanbuldan gidip vanda çalışmıyor. vandan istanbula geliyor gelecekse. illa ki tek taraflı bir akış var.. çok da özgür değil yani...

yeri gelmişken değinmek istiyorum ki, neo liberal ekonomi işçiyi "üretim araçları" içine dahil eden bir oluşumdur.

tüm dünyadaki ekonomi öğreniminde bir şey öğretiliyorsa o da mal üretmek için 3 şeye ihtiyaç olduğudur... 1 sermaye, 2 bina, toprak, arazi, 3 işçi. bu düstur başta mantıklı görünse de işçiyi bir kağıt, bir kumaş, bir çelik saymaktan başka bir şey değildir aslında. yani mesela üretimin maliyetini azaltmak için kalitesiz girdi kullanabilirsin, ve daha az vasıfsız işçi kullanabilirsin diye düşünülür. ama olaylar öyle göstermiştir ki bu işçilerin bir sosyal duruşları var. çalışmaları için gerekli motivasyonları, maaşları hakkında değişik düşünceleri var.. bu neo liberalizm kurallarını yazan herifler, yazdıklarını bir kez daha okusalar "ulan ne sallamışız ha" derlerdi, stiglitz gibi adamlar da "işçi bir üretim aracı değil, bir üretim amacıdır" diye özetliyor zaten durumu..

hülasa bu da saçma sapan durmuş durumda...


d - finansal marketler

burası zurnanın zırt dediği nokta... tüm dünya senelerdir "aman piyasalara müdahale edilmesin, onlar kendileri işlesinler, tam bağımsız merkez bankası, tam bağımsız finans kuruluşları" dedi durdu.. ama sonrasında bir kriz çıktığında "aman devlet bizi kurtarsın" tırıvırısına girdiler.. yani nedir "benim işlerim iyiyken devlet bana karışmasın, ama batarken devlet beni kurtarsın yoksa yakarım, anam avradım olsun ki dünyayı yakarım".. maşallah amerikan hükümeti de buna hak vermiş durumda ki cayır cayır yardım etmekte piyasalara..

oysa ne demişlerdi washington konsensusu'nda "piyasalar yükseliş zamanındayken kamu harcamalarını arttırın.. arttırın ki elinizdeki para ile daha çok para gelsin, arttırın ki halkınız mutlu olsun... ama piyasalar düşerken, krize girmişken sakin ha kamu harcaması yapmayın.. üç kuruş paranız var onları da harcamayın"

eh bilader "götün başın ayrı oynuyor" demezler mi sana? (bunu cidden demek istiyorum.. böyle basın toplantısına katılacağım amerikan başkanının karşısına geçip "dear president, your head and your bottom are moving different" diycem.. artık ne gelirse gelsin başıma arkadaş... heykelimi diker chavez!) "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" demezler mi?


her neyse, benim bu üçüncü dünya savaşına yol açabilecek ekonomik sistemin, kazasız belasız tarihin tozlu sayfalarına karışması adına umudum var bu krizde... tekrar savaş sonrası keynezyen politikara dönülebilir.. tekrardan fabrika kızı çıkar meydana, tekrar aç gözlü finansal firma ceolarının iktidarından kurtuluruz.. (adamlar aldıkları primleri yiyorlar şu an mesela.. dünyanın altını üstüne getir sen, mortgage dallamalıkları ile, türev piyasalarınla sonra kalk 100 bin dolarlık av partileri düzenle.. ayıptır be!)

neo liberalizm'in kurallarını ortaya aymazca atan "şikago ekonomi üniversiteyi" hocalarını bir bir tanıyalım (işte o üyeler)


frank knight

risk üzerine çalışan ve risk konseptini matematikleştiren şahane bir adamdır kanaatimce.. insanların risk almaları üzerine muhteşem teorileri vardır ve knightian uncertainty diye bir zamazingoyu bulmuştur.. hesaplanmayan risk durumlarında insanların davranışları üzerine bir duruştur bu.. mesela ilk kez bakılan bir yoldan ilk geçen ilk kadının göğüslerinin silikon olup olmayacağı üzerine girişilen iddiada nasıl bir tutum alınacağı "knightian uncertainity" konusundadır.. göğüsler bambaşka bir konudur gerçi...

friedrich hayek

knight gibi soylu bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur bu arkadaş.. "liberal bir diktatörü, demokratik ama liberal olmayan bir yönetime tercih ederim" sözünü edebilen bu şahane arkadaş, ticaret döngüsü liberal ekonominin en sağlam taşlarından birisinin mucididir.. "piyasalar belli dönemlerle krize girerler, belli dönemlerle krizden çıkarlar" manasına gelen bu duruş tamamen liberal ekonominin bir açığını kapatır. birisi de "ulan göt niye krize girelim? nasıl bunu kanıksadın kuduz!" dememiştir bu arkadaşa. nobel vermişlerdir üstüne bir de...

ronald coase

fakir bi ailenin hasta çocuğudur. çocuk felci misali bir hastalık geçirmiş ve belli bi yaşa kadar ayak demirleri kullanmak zorunda kalmıştır. finansal marketlerde büyük önemi olan komisyon ederi (transaction cost) un hesaplanmasında büyük rol oynamış, böylelikle finansal marketlerin liberalleşmesinde adı wall street'e çakılmıştır.. nobel ödülünü de 1991 yılında almıştır zaten.

george stigler

4 yaşında dünyaya gelmiştir... darwinist fikirleri piyasaya uygulamış ve "büyük balık küçük balığı yer" hikayesini, şirket birleşmelerini cartları curtları bir bir izah etmiştir.. kamu kısıtlamalarının (yani devletin kamuya müdahalelerinin) getirilerini ve götürülerini incelemiş ve şaşarsınız nobel ödülü kazanmıştır...

milton friedman

yahudi ve fakir bi ailenin new yorklu çocuğudur.. aynı şartlar altında kimisi woody allen olurken kimisi milton friedman oluyor demek ki.. mükemmel bir adamdır friedman.. neo liberal ekonomide para hakkında bildiğimiz her şeyin kuramları kendisine aittir.. para arzı, para talebi, para böreği, para kızartma gibi şeylerin tariflerini bir bir yapmıştır.. tüm bu şikago okulunun lideridir kendisi.. atom bombası için oppenheimer neyse milyon friedman da odur ekonomi için.. sanırım tam şey olmadı.. aile filmleri için münir özkul kimse friedman da şeydir işte... nobeli ve altın portakalı vardır.

robert fogel

ekomomik tarih adına süper araştırmalar yapmış, neo liberalizm in kökenlerini david hume a saplamış bir adamdır.. önce binayı yapıp sonra temelleri atmak gibi olmuş biraz ama o kadar çatlak şu kaçırmaz.. nobelinden hiç bahsetmiyorum bi de..

gary becker

rotten kid theorem diye feci eğlenceli bir teoreme imza atmış, şikago okulunun en genç üyesidir. (hoş şimdi 78 yaşındadır ya) ama esas katkısı insan sermayesi üzerinedir.. "bir ülkenin en büyük zenginliği, insan sermayesidir" sözünü söylediği rivayeti dolaşmaktadır. organ ticaretini "serbest bırakılsa daha güzel olacak" diye de desteklemiş garip bir adamdır.. 3 kere köftesine zehir katılmak sureti ile öldürülmeye çalışılmıştır.. ama yine de nobeli almıştır (yıl 1992).

richard posner

hadiseyi boka sardıran bir avukattır.. neoliberal ekonomiden anladığı kadarıyla, yeni iş kanunları düzenlemiş ve dünya işçilerinin keyfini kaçırmıştır... sendikal hakların pandiklenmesi, finans sektöründe çalışanların kendilerini işçiden saymaması, görevini kötüye kullanan ceoların başına bir iş gelmemesi gibi kanunları hazırlamış ve sunmuştur.. garip bir adamdır.. benim bulunduğum yerde yatacak yer sağlanmamasını istemekteyim kendisine.. nobel falan da almamıştır zaten..

hal böyleyken böyle... her biri mükemmel adamlarken, birlikte oluşturdukları sistem felaket bir sistemdir. dünya öyle garip bir yer ki, bir şey ürettiğinizde iyi olduğunu düşünüyorsunuz, sonra birileri onu kötüye çevirebiliyor. üstelik onlar da iyi yaptıklarını düşünürlerken...

Neoliberalizm dünyada nasıl yerleşmiştir?

neoliberalizm, 1945-1970 dönemi arasında kar marjini ve gücünü kaybetmiş elit sınıfların, amerikan hegemonyası altındaki başkaldırısıdır... tamamen politik bir başkaldırış olsa da kendisini chicago okulu'nun altında saf ekonomik bir dille ifade eder... özelleştirme, devletin küçülmesi, az regülasyon, serbest piyasa, serbest finans pazarı ister... kendisini ekonomi maskesi altında gösterse de tamamen politik bir karşı devrimdir...

abd keynesçi yeniden dağıtım projesi içinde 1945'ten 1960'ların sonlarına kadar dünyadaki ekonomik pozisyonunu sarsıntıya sokar...

soğuk savaş döneminde yapılan askeri harcamalar, vietnam savaşı, 1973 opec krizi vs. derken artık hegemonya pozisyonunu japonya'ya, almanya'ya ya da sovyetlere kaptırabilme korkusunu taşır... ve kendisinin kurduğu bretton-woods sistemini dağıtır... bunun dağılması imf (hatta kısmen dünya bankası) gibi örgütlerinde görevinin bitmesi anlamına gelecektir... ama abd'nin daha uzun bir projesi vardır çünkü neoliberal hegemonya'yı kurmak istemektedir...

Bretton-Woods Anlaşması yapılırken.

1970lerde şili'de allende'nin cia tarafından öldürülmesi (11 eylül 1973) ve yerine pinochet'in geçirilmesi ile ilk neoliberal denemeler başlar...

amerika'da reagan hükümeti, ingiltere'de thatcher hükümeti neoliberal hegemonyanın gelişmiş ülkelerdeki kanadını temsil ederler... ve 1980lerde, türkiye'de dahil birçok devlette gelen askeri darbelerle neoliberal sistemlere geçiş sağlanır... türkiye'de 12 eylül ve ardından gelen özal rejimi bunun en güzel örneklerindendir... bazı ülkelerde bu şok terapisi şeklini alır... devlet küçültülür, özelleştirmeler yapılır, finans ve ticaret pazarları serbestleştirilir ki, abd hegemonya pozisyonunu yeniden kazansın... pekiiii bu ülkeler niye bu neoliberal rejimlere geçerler: (1) bazıların seçme ve pazarlık şansı yoktur, (2) neoliberal karşı devrim sadece abd'ye değil, bu devletlerdeki elit sınıfa da yeniden güç vermektedir...

Augusto Pinochet

bu rejimlere geçişle beraber dünya ekonomik sistemi tekrar değişir, aşağıdaki sonuçlar olur

(1) imf ve dünya bankası gibi kurumların işlevi değişir, artık bunlar banka değildir... ülkelerin ekonomilerini yapısal uyum (structural adjustment) programlarıyla değiştirmektedirler...neoliberal rejimleri bir bir uygulamaktadırlar.

(2) 1960'lara kadar yavaş yavaş kapanmaya başlayan dünyadaki uluslararası gelir açıklığı tekrar açılmaya başlar... abd tekrar hegemo sıfatını kazanır...

(3) keynesçi-devletçi rejimlerde 1960'lara doğru kapanmaya başlayan ülke içi gelir uçurumu tekrar açılmaya başlar...

(4) dünya'da 1980'lerden başlayaraktan bir sürü kriz görülür... krizler bulaşıcıdır... dünya tarihğinde bu kadar kriz ilk defa ard arda görülmektedir... tabi herkese bok atılır, "neoliberal rejimlere geçemiyorsunuz, siz özelleştirme yapamadınız, sizin demokrasiniz yok, sizin sosyal kapitaliniz yok" diye...


(5) neoliberal dönemde, en çok ekonomik büyüme sağlamış ülkeler neoliberalizmin kurallarından (yani washington uzlaşmasından) en çok sapan devletlerdir... güney kore, malezya, japonya vs... ama bunlar bas bas bağırsalar da biz neoliberal politikaları uygulamıyoruz diye bunlar dünyaya neoliberalizmin zaferi diye tanıtılırlar...

(6) neoliberal rejimler küreselleşme maskesi altında pazarlanır...

(7) 1990'larda hemen hemen tüm pazarlar teker teker krize girince, ve stiglitz, krugman, easterly, kanbur gibi adamlar bu sistemi eleştirince neoliberalizm daha insanı bir maske takmıştır yüzüne... sivil toplumdur, demokratikleşmedir, yönetişimdir gibi kavramlarla kendisini pazarlamaya devam etmiştir...

(8) ne zamanki bu neoliberal sistem de abd'yi köşeye sıkıştırsın, abd bu projeyi bir kenara koyabilmiştir... son 4 senedir (2001-2005) bush küreselleşmeden ve neoliberalizmden bahsetmemektedir... bu yeni ama geçici rejimin adı neo-conservatizm'dir...