Yeni Kitabı Antika Titanik'ten Hareketle Sade Bir Murat Menteş Edebiyatı Eleştirisi
murat menteş dublörün dilemması basıldığında sanıyorum 30 yaşında ya da daha küçüktü. bu kitabın üzerinden yaklaşık 15 sene geçti, antika titanik'in kapağındaki tanıtım spotlarının birisinde korkma ben varım'ın ya da ruhi mücerret'in değil de "dublörün dilemması'nın yazarından" yazıyor. bundan 20 yıl sonra bir kitap yazsa kitabının kapağında yine aynı ibare yer alacak diye tahmin ediyorum. bana sorarsanız bu durum murat beyin edebi yolculuğunu özetliyor.
o güne kadar benzeri yapılmamış, yapıldıysa da standart okurlar arasında pek yayılmamış olan dublörün dilemması'nı okuyan biz necip türk okurları murat menteş'ten çok fazla şey bekledik. dil ve retorik konusundaki ustalığı ve renkli anlatımı silik karakter tasvirlerini bize unutturdu, türk edebiyatına yeni bir yön verecek büyük bir yazar gibi gördük murat menteş'i. edebi otoriteler böyle görmemişlerdir tabi, yeni çıkanları iyi kötü takip eden sıradan okur kitlesinden bahsediyorum. ne var ki murat beyin kitabı bu camia içinde de bir heyecan dalgası yarattı, meraklıları o dönemki eleştirilere göz atabilirler.
sonraki dönemde murat menteş'in yeni kitapları çıkınca edebi çevrelerden birtakım eleştiriler önce homurtular halinde, sonra da yüksek perdeden söylenmeye başlandı
murat beyin aslında hep aynı hikayeyi anlattığı, karakterlerinin gerçeklikten uzak, karton birer figür oldukları, kitaplarının birer dil cambazlığından ibaret b sınıfı kitaplar oldukları vesaire... bu olumsuz eleştiriler okur kitlesinde karşılık bulmamış olacak ki murat beyin okur sayısı günden güne arttı, kitapları birer şehir efsanesi gibi elden ele yayıldı, gençler arasında bir pop yıldızı kadar meşhur oldu.
kendi adıma ben de murat menteş'e önceleri hayran olup sonradan bir miktar hayal kırıklığına uğrayanlardanım. bunca kıvrak bir kalemin, bunca kalifiye bir yeteneğin neden daha nitelikli şeylerle uğraşmadığına, neden çok daha büyük anlatılara kafa yormadığına hayıflandım hep. antika titanik'in başlarındayım henüz, girişteki katliam sahnesini okuyorum. okurken bir yandan da okuduğum metni tartıyorum. o kadar çiğ, o kadar vasat geliyor ki bana... murat bey yıllar içinde kendi üslubunda göze batan noktaları iyice sivriltti, o kadar sivriltti ki bunların arasındaki anlamlı metin parçaları da giderek eriyip yok oldu, metin bu sivriliklerden ibaret kalmaya başladı. başka bir deyişle murat bey gittikçe kendi kendinin pornografisini üretmeye başladı. kitaptan henüz birkaç sayfa okumuş olmama rağmen birden soğudum, bırakasım geldi.
sonra bir anda kafama şu dank etti
hem adama bir rol dayatıp hem de dayattığımız role uymadığı için onu eleştirmek de neyin nesi?
murat menteş okurlarının önünde nitelikli edebiyat yapacağına, edebiyat tarihine geçecek nitelikli eserler üreteceğine and mı içti, yemin mi etti? türk edebiyatının post-modern yaşar kemal'i olma yoluna baş mı koydu? belki adam başından beri tür romanı yazmak istiyordu, sadece bir tür yazarı olarak kalmak istiyordu, ona büyük büyük kıyafetler biçerken ona mı sorduk? belki harcanan edebi yeteneğe kendi kendimize hayıflanabiliriz ama bu hezeyanlarımızdan murat beyi sorumlu tutup onu yerden yere vurmaya ne hakkımız var?
henüz kitabın ilk sayfalarında bu aydınlanmayı yaşadıktan sonra artık kitabı başka bir gözle okumaya çalışacağım. en sonunda murat beyle barışmış olmanın verdiği iç huzuruyla, çok fazla şey beklemeden, sadece keyif almak için okuyacağım bu kitabı. olur da kendisinin artık çaptan düştüğünü düşünürsem de sonraki kitaplarını okumam olur biter. bu, murat beyin iyi bir yazar olduğu ve röportajlarından vs takip ettiğim kadarıyla da muhtemelen iyi bir insan olduğu gerçeklerini değiştirmez.
saygılar murat bey, seviyorum sizi. sizi sevmesem böyle manifesto gibi bir yazıyı yazmakla niye uğraşayım değil mi?