Angelina Jolie, Arnold Schwarzenegger ve Daha Pek Çok Ünlüyle Yolu Kesişen Sözlük Yazarı
arnold schwarzenegger
arnold schwarzenegger'in, california valisi olmadan bir önceki gün yaptığı saçmasapan bir konuşmaya tesadüfen denk gelmiş (huntington beach kıyısından gözüken petrol platformlarını görüntüyü bozukları için kaldırmaktan bahsettiğini hayal meyal hatırlıyorum), ne oluyor diye bakarken herifin bir anda podyumdan inip yanımdakilerin elini sıkmaya başlamasıyla kendimi kaybedip adama sarılmıştım. şoku atlattıktan sonra 10 metre ötede bu kez insan gibi elini sıkmak için sıraya girip, yine son saniyede kendimi kaybederek adamın suratına yaklaşık 30 santimetreden bir film repliğini bağırmıştım. "vote for me if you want to live"di galiba, alman aksanıyla. ertesi gün seçimi kazandı. bütün bunlar bir tesadüf olabilir mi?
brooke shields
santa monica'nın dandik alışveriş merkezindeki dandik yemek yerinde tek başıma oturmuş, kitapçıdan çaldığım kitaplara bakıyordum, beğenmediklerimi geri götürecektim. birkaç dakika sonra yan masada tek başına oturan kadının devasa gözlüklerinin ardından brooke shields çıktı. tam o mu değil mi emin olmak için bakarken kadınla göz göze geldik. gözlerimi zamanında kaçıramadığım için nezaketen bir şey söylemem gerekti, tanınmak istemeyeceğini düşünerek aklıma gelen ilk/tek şeyi yaptım ve kadına çaldığım kitaplardan istediğini alabileceğini söyledim. hiç birine bakmadan teşekkür etti. ertesinde 15 dakika boyunca kitaplara bakarmış gibi yaptım ama ne kadar karizmatik davrandığımı düşünmekten tek satır okuyamadım.
angelina jolie
alışverişten dönüyordum, gösterişsiz olan ama nostaljik nedenlerden ötürü arada sırada film galalarının yapıldığı westwood'daki sinemanın önündeki kalabalığı görüp araya karıştım. mr and mrs smith'in galasıymış; kırmızı hali, kordonlar, güvenlik, paparazzi filan var, belli ki millet angelina jolie ile brad pitt'i bekliyor. o sırada arkadaşlara rastladım. bu arada hava hala aydınlık ve oldukça sıcak, bendeki lakayıtlık seviyesi: parmak arası terlik ve mayo şort. elimde de ekmek ve süt dolu poşetler var. arkadaşlar ise son derece güzel giyinmişler, süslü püslüler. o zibidi halimle bu tiplerin arkasına takıldım, ön sıralara doğru tren yaptık. meğer amaçları en ön sıraya girip, elemanlarla resim çektirmek. oradaki güvenlik görevlileri bilerek güzel ve şık tipleri kordonla ayrılmış en öndeki bir iki sıraya alıyorlar ki paparazziler aktörlerin resimlerini çekerken, arkaplandakiler görüntüyü bozmasınlar, bilakis güzellik (glamour) katsınlar. hatta güvenlikçinin asıl işi oymuş, yoksa kimsenin taşkınlık yaptığı yok. neyse, ben bunları daha tam idrak edememişken herif arkadaşları öndeki bölüme aldı, sıra bana gelince göğsüme yaptığı 5 tonluk basınçla beni geri püskürttü. bunlar nezaketen "yaa o da bizle" dediler, ben de nezaketen "beni bırakın, kendinizi kurtarın" dedim, böylece iki taraf da asıl bir şekilde davrandıkları avuntusuyla yollarına devam ettiler.
devam ettiler derken, onlar etti, ben göt gibi kaldım 2-3 sıra geride. birkaç dakika sonra arkamda türkçe bir telefon konuşması duydum, dönüp baktım (berlin'de falan yaşamadığım için türkçe duyunca hala heyecanlanıyorum), deniz akkaya (ya da ona çok benzeyen biri). o an tanımadım, ama sonradan öğrendim ki türkiye'den brad pitt ile röportaj yapmak için gelmiş, ama özel röportaj yerine 60-70 gazeteciyle birlikte bir iki soru sorabilmiş ancak, hayal kırıklığıyla dönmüş, yani zamanlama uyuyor. neyse ben sadece türk ve güzel bir kız olduğu için bir iki geyik laf edip, sonrasında ne diyeceğimi bilemeyip kendisine ekmek ikram ettim. yani ya süt var ya ekmek, süte de ağzını değdirsin istemiyorum, bence oldukça mantıklı bir seçim. almadı, duymamış da olabilir, hemen sonra da önlere doğru kayboldu. neyse, bir süre sonra pitt ile jolie birlikte çıktılar meydana, hepi topu 1 dakika poz vermek için durdular. güzeller ama o kadar saçma bir durum ki, herkesi durdurup "arkadaşlar biz ne yapıyoruz ya" dememek işten değil; ben de o toplu histeri içinde "farklı olma takıntısı" yüzünden angelina jolie'ye doğru bagetimi sallayarak dikkatini kısa bir süreliğine çektim ve bageti tutkuyla yermiş gibi yaptım. o plastik resim pozu ifadesi hiç bozulmadı ama onun hayatında absürd bir anlık kare olarak yer aldım, mutluyum. zaten bu absürdlüğün etkisiyle ertesi sene bir çocuk daha evlat edindi.
madonna
hayatımda bir kere romaya gittim, onda da madonna erkek arkadaşıyla gezintiye çıktı diye etrafındaki milyonlarca paparazziyle ve bir düzine korumayla gezeceğim sokakları kapadılar. polis kordonuyla falan değil tabii de kalabalıktan kapandı. önce uzaktan görüp başka yola gittim, yarım saat sonra o güruhla yollarımız tekrar kesişince "bunlardan kaçış yok, çok güçlüler, tek çare onlara katılmak" diyerek aralarına dalıp kendisine küfürler ettim ama korumalardan korktuğum için türkçe ettim. 10 metreden madonna'nın bakışlarını yakalayıp suratına anlamadığı bir dilde küfretmenin nesi başarı bilmiyorum ama pişman değilim, zira pr danışmanı başına haber vermiş kadının geçeceği güzergahı, sanki spontane bir romantik kaçamakta yakalanmışmış gibi davranıyorlar, bizim de günümüzün içine ediyorlar. madonna'yı severim ama bu sahtelik beni deli ediyor. ben de küfrü bastım ve ertesi sene tam 1 yıl daha yaşlandı koskoca madonna.
dick cheney (eski abd başkan yardımcısı)
dick cheney bir gün arabasıyla beni eziyordu. sanırım bu konuda bir özelliğim yok, adamın ateş etmediği, öldürmeye çalışmadığı adam kalmadı zaten. kulaklığımla müzik dinlerken telefonda haritaya bakıyordum (yeni taşınmışım, evlere bakınıyorum). yarı-medeni bir ülke olduğu için pek sağa sola bakmadan yaya geçidine adımımı attım, herifin kafilesi geçiyor o sırada. zaten alt tarafı 4-5 motorlu polis, iki polis arabası, iki de siyah suv; öyle yolları da dakikalar öncesinden kapatmıyorlar her zaman, o yüzden görmemek normal. işte o suv'lerden birinin önüne atlamışım, son anda kaçtım. gerçi bunlar çok hızlı gitmiyorlar, şoför fren yapardı ama "az kalsın dick cheney beni eziyordu" demek daha hoş. arkalarından küfrettim tabii, ertesi dönem seçimi kaybettiler.
aung san suu kyi (myanmar hükümet başdanışmanı, aktivist)
birkaç yıl önce aung san suu kyi myanmar'da göl kenarında ev hapsindeyken, amerikalı bir hayranı eve gizlice yüzerek gelmiş, biraz kaldıktan sonra geri dönerken yakalanmıştı ve hükümet de bunu bahane ederek kadının ev hapsinin süresini arttırmış, tam da birkaç ay sonraki "seçimler"e girememesini sağlamıştı. hah, işte o salak amerikalının yakalandığı geceyi, aung san suu kyi'nin evinin yanındaki bir evde geçiriyordum, hatta o gölde kayıkla dolaşıyordum herif bizim altımızdan yüzerken (aslında o evle arasında boşluk var, sokağın da o kısmına girilmiyor zaten, asker kontrol noktası koymuştu... bizim ev de ev değil malikaneydi; arkadaşın arkadaşı diye bir geceliğine gittik, herif filmlerdeki gibi tam biz gelirken özel şoförüyle kapıdan çıkıyordu "iş için acilen isviçre'ye gitmem gerekiyor, ev sizin, hizmetçilere söyledim" deyip kayıplara karıştı. necidir nedir bilmem ama hayatımda ilk defa yemeğimi üç dört tane hizmetçi getirdi lordmuşum gibi, son derece rahatsız edici bir durum).
neyse biz bir sürü askerin gelmesiyle duruma uyandık, zira öyle haberlerden falan öğrenilmiyor böyle şeyler, ülkede basın ordunun tekelinde. kadını tutup götürdüler arabanın içinde, bizim arkadaş da ev sahibimizin bağlantılarına ve amerikan pasaportuna güvenip kadına destek veren sloganlar atmaya başladı, hepimiz gaza gelip destekledik. kadını göremedik ama duymuştur. sonra da hızımızı alamayıp şehir merkezindeki gösteriye katıldık, lakin işin acınacak tarafı göstericilerin yarısının yabancı oluşuydu. onlara dokunmuyorlar pek ama gariban yerlinin ağzına ediyorlardı. hatta önceki sene, kimsenin saygıdan dokunmadığı budist rahipleri bile coplamışlar. şimdi işler yavaş yavaş yumuşuyor, kadın seçimlere katıldı. bizim o günkü sloganlarımızın meyvesi bunlar.
vint cerf
vint cerf'in bir konuşmasına gidip adamla tanışmıştım. "interneti bulan adam" diye bir şey varsa kendisidir. hiçbir ilginç soru sormadan kısaca geyik yaptım, o da ilham bulamadığından ertesi sene hiçbir şey keşfedemedi, cepten yedi.
adam sandler
mahallenin mütevazı pizzacısında arkadaşlarıyla yemek yerken görmüştüm. ufacık bir yer zaten, görmemiş gibi davranamıyorsun. içkiliydim ve o an dünyadaki tek amacım, adamı arkadaşlarının önünde küçük düşürmeden onun filmlerinden ne kadar nefret ettiğimi ona belirtmekti. kendime böyle bir görev biçtim ve masasının önünde durup, kendisini türkiyede çok sevdiğimizi, saydığımızı, fakat mümkünse daha derin konularla ve iyi senaryolarla çalışmasına dair olan isteğimizi ilettim. adam türkiye gündeminde olduğuna inandı mı inanmadı mı bilmem de, kibarca dinledi, teşekkür etti, sonra da hiçbir şey olmamış gibi hıyar hıyar filmler çekmeye devam etti. jack and jill ne allahını seversen, beni dinleseydi bunlar olmazdı.
richard dawkins
havadan sudan muhabbet ettim. daha doğrusu, bir gösteri/toplantı/protesto için konuşmaya gelmişti, tam da o ara hava çok bozdu ve podyumun yan tarafında beklerken zeus'u kızdırdığımıza, yıldırımlar yağacağına dair bir espri yaptım biraz uzaktan. bakındı, el salladım bu müthiş esprinin kaynağını görsün diye. sanırım o gün ona aynı şeyi söyleyen ilk yüz kişiden biri olamamıştım, o yüzden yapmacık bir şekilde gülümsedi ve bir daha da benim tarafa bakmadı (akabinde konuşmasında allah'ın yokluğunu yine ispatlayamadı)
flight of the concords oyuncuları
flight of the concords'daki karakterlerle skype yapmıştım ayaküstü. ev arkadaşımın en iyi dostlarından biri, bu adamların yeni zelanda'dan çocukluk arkadaşıymış, hala da yakınlar. ona rica edip skype'ta görüşmüşlerdi new yorktaki evlerinden, ben de olaya son dakikada müdahil oldum. hiçbir zekice şey söyleyemedim, direkt aksanlarına kitlenip kalmıştım. ve resmen doğal geyik adamlar, hayatlarını çekip dizi yapıp zengin olmuşlar. benden tamamen bağımsız biçimde ertesi sene daha da zengin oldular.
don cheadle
vegas'ta bir kumarhaneden çıkıp bir hummer limuzine (dünyanın en iğrenç vasıtası, amerikanın tüm kötü özelliklerinin vücut bulmuş hali) doğru yollanırken, yanında öyle kalabalık bir arkadaş grubu vardı ki, sanırım en az 15 tane manken gibi kız içeriyordu. ne yaptığımı bilmeyerek kalabalığın arasına dalıp çaktırmadan adamla birlikte limuzine binmeye çalışmış, yer kalmayınca sonraki vasıtayı beklerken birilerinin beni fark etmesi sonucu, utanç verici bir tablo yaşanmasın diye aniden telefonumu çıkarıp hayali bir görüşme yaparak tekrar içeri girmiştim. o gece rulette sadece siyaha minimum bet ile oynayarak, kumar dünyasının en bayıcı metoduyla 20 dolar kazanmıştım.
jared diamond
çok ünlü olmasa da tüfek çelik ve mikrop'un yazarı jared diamond'u okul ofisinde ziyaret etmiş, öğrenciler sıra beklerken kitabı hakkında birkaç soru sormuştum, sonra adam benim öğrencisi olmadığımı anlayınca (isteyenin bir yüzü kara) "zaten buraya seyrek uğruyorum, geldiğimde de bari şunlarla ilgileneyim" diye bana kibarca kapıyı göstermişti. bir daha da pulitzer kazanamadı.
şimdi baktım da hepsi hüsranla bitmiş
millet one night stand filan diyor, bense daha 30 saniye bile normal bir muhabbet yürütememişim hiçbiriyle. zaten dick cheney'le one night stand'im olsa ekşi'ye yazmam, gider kitap yazar zengin olurum, ertesi sene bu ünlülerden biri olurum.
not: gerçek bunlar arkadaşlar; hadi madonna filan neyse de manyak mıyım da don cheadle hakkında, jared diamond hakkında hikaye uydurayım...