Ari Aster'in Yeni Filmi Beau Is Afraid'in, En Önemli 11 Sahnesinden Oluşan Analizi

Başrolüne Joaquin Phoenix'i alan Beau Is Afraid'i yapısöküme uğratıyoruz.
Ari Aster'in Yeni Filmi Beau Is Afraid'in, En Önemli 11 Sahnesinden Oluşan Analizi

beau is afraid yönetmen ari aster'in, izleyicisine hayatında daha önce hiç deneyimlememiş olduğu, kabus gibi bir yolculuğu tecrübe etmesini sağlayan, hem rahatsız edici hem de çokça alaycı tonu bulunan, ziyadesiyle de beyin yanıklarına yol açan, her haliyle özgün ve önemli bir film. türkçe adıyla "korkuyorum" , matruşka bebekleri gibi iç içe geçmiş metaforlarla ve sürreal anlatıyla dolu.

şimdi filmdeki önemli sahneleri, kronolojik biçimde 11 adımda özetleyelim. son olarak da 12. adımda, filmin tamamına yayılan ve tüm metaforlara kaynak olup, filmin "akışını" sağlayan ana temasıyla yazıyı sonlandıralım.

Uyarı: Spoiler içerir.


12 adımda beau is afraid

1. doğum ve terapi

kapkaranlık ekran ve rahatsız edici sesler. sıvı taşması ve karanlığı bir anda bozan ışık süzmesi. anasının rahmindeki plasentayı yırtıp, az sonra dış dünyaya merhaba diyecek beau'nun doğumuna şahit oluyoruz. ışık yükseliyor ve beau tutulup dışarıya çekiliyor. kontrol manyağı anne, etrafa bağırıp çağırıyor. "kafasını mı vurdu? yere mi düşürdünüz?" maalesef beau'nun annesi böyle biri. canı her daim burnunda. beau'nun hayatını da zindana çevirecek. anne mona'nın tüm paniğine rağmen, beau isaac wassermann 10 mayıs 1975 tarihinde, babasının ölümünden tam olarak 10 ay sonra, sağlıklı bir erkek çocuk olarak dünyaya geliyor. (baba harry wassermann, 12 temmuz 1974 tarihinde, mona wassermann ile girdiği cinsel ilişki esnasında, orgazm olduktan hemen sonra, kalp üfürümünden dolayı vefat etmiş.)

psikolojik sorunlarla boğuşan beau, psikiyatristinden aldığı terapiyle, korkularının etrafını sardığı panik halinden uzaklaşmak istiyor. babasının ölüm yıldönümünde, o'nu anma için anne evine gitmek isteyen beau, terapistinden medikal takviyeler ve tavsiyeler alır. doktor, son yazdığı ve o'na iyi geleceğini düşündüğü ilacı yazarken, beau'yu uyarır. "sadece suyla birlikte". beau, son aldığı ilacı mutlaka suyla birlikte yutmalıdır.

2. ev hayatı

beau'nun yaşadığı mahalle, bir insan içinin hayatta kalmanın bile başarı sayılabileceği türden bir yerleşim yeri. uyuşturucu müptelaları, sapık katiller, evsizler, tecavüzcüler vs. güvenliğin asla sağlanamadığı bu marjinal semtte beau, altta canlı erotik showların yapıldığı, tabelasında "erectus ejectus" yazan (kaldır ve attır), her yanını pornografik çizimler ve graffitilerin sardığı, bir apartman dairesinde yaşıyor. beau'nun etrafını çok fazla sayıda seks sembolünün sarma nedenini sonradan anlayacağız.

komşusunun gece gürültüsünden şikayetçi olduğu beau, aslında kendi gürültü çıkarmasa da, başkalarının gürültüsüyle uykuya dalmakta zorlanıyor. beau'nun adeta berbat bir hapishane hücresine benzeyen küçük yuvasında, sürekli su kesintileri oluyor. evin içinde zehirli örümcekler dolaşıyor. psikolojik sorunlarla boğuşan biri için beau, adeta bir akıl hastanesinde yaşam mücadelesi veriyor.

3. sokak terörü

anahtarını kapı üstündeyken kaybeden beau, ilacını yuttuktan sonra suların kesik olmasıyla evinde de su bulamayınca, soluğu karşı markette alıyor. eviyle market arası çok kısa mesafe olmasına rağmen, mecburen açık kalan kapının telaşıyla, hemen suyu alıp dairesine dönmek istiyor. çabalar boşuna. eve dönene kadar bir otobüs insan evi işgal ediyor. sabaha kadar partileme, seks, uyuşturucu ve müzik. adamcağız korkusundan, kendi evinin yangın merdivenlerinde sabaha kadar uyuya kalıyor.

buradaki kilit nokta şu; o büyük kalabalık, beau'nun evinde kalma arzusuyla değil, beau onlardan korktuğu için evini işgal ediyor. kalabalığın motivasyonu da, sadece beau'nun paniği. kapı açık kalır kalmaz, fırsat bu fırsat evi işgal etmelerinin esas nedenini, yazının ilerleyen kısmında anlatacağım.

daha önceden annesine anahtarı kaybettiği için anma gününe gelemeyeceğini söyleyen beau'nun suçluluk duygusu katlanıyor. annesinin telefondaki sesi, beau'yu şiddetli şekilde yaralıyor. her şeye rağmen beau, yeni bir bilet alıp gelmek istiyor ama haşata dönmüş evindeki bilgisayarından kredi kartının geçersiz olduğu bilgisini alınca, annesini arayıp bilet için yardımcı olmasını isteyecekken, bir kargo çalışanı tarafından annesinin başına avize düşüp, kadının öldüğünü anlıyor. beau, ayakta dakikalarca kalakalıyor. suçluluk ve vicdan azabı tüm vücuduna yayılıyor.

4. kaza ve koruyucu aile

annesinin yanına gidemeyen beau, küvette istirahat ederken, örümcek korkusu başına bela oluyor. duvara tünemiş gibi duran adamın yüzüne örümcek geliyor, adam korku içinde beau'nun üstüne düşüyor. beau küvette boğulmamak için adamdan kurtulmaya çalışırken, çırılçıplak dışarı çıkıyor. yanına sadece, sokak satıcısından almış olduğu, bebek isa'yı kucaklayan meryem'in biblosunu alıyor. sokakta çıplak koşarken polisin suçlu sandığı beau, elinden bibloyu düşürünce meryem ve isa parçalanıyor adeta beau'nun koruyucu figürü dağılıyor. beau hem bir çok yerinden bıçaklanıyor, hem de o hengamede beau'ya araba çarpıyor.

beau'nun bıçaklandığı iki bölgesi dikkat çekiyor. ilki avucunun içi, ikincisi de kaburga altı. ilki isa'nın çarmıha gerilirken tahtaya çakıldığı el ve kolunun bölgesini, ikincisi de adem'in havva'yı dünyaya getirdiği kaburga bölgesini temsil ediyor. beau, iki peygamberin yarasını vücudunda hissediyor. elbette beau'nun annesine götürmek için aldığı, meryem ana ve bebek isa biblosu da, babası tam olarak belli olmayan beau'nun çektiği acıların, isa'ya benzediğini gösteriyor. filmin sonlarına doğru göreceğimiz, beau'nun annesinin evinde yer alan devasa kutsal bakire meryem ve bebek isa heykeli de, bu alegorinin doğruluğunun sağlamasını yapıyor.

beau'ye çarpan aile, adamı adeta bir çocuk misali evlerine yerleştiriyor. odası hastane odasına, evin annesi hemşireye, babası da doktora benziyor. çok geçmeden adamın zaten cerrah olduğunu da anlıyoruz. beau, tuhaf bir biçimde iyileşmesi için bu evde tutuluyor. aile beau'yu askerde çatışmada öldürülen oğullarının yerine koyuyor ve sahip çıkıyor. evin genç kızı beau'yu kıskanıp o'ndan nefret ediyor. abisinin çıldırmış askerlik arkadaşı jeeves'i beau'nun üstüne salıyor. jeeves beau'yu her gördüğünde sıkıntı çıkarıyor.

beau evin reisi doktor roger'dan annesini ziyaret için onay istiyor. roger da iyileşince o'nu götüreceklerini söylüyor ama beau'nun o'nu zorlamasını da istiyor. roger beau dan yeterince ısrar görmeyince, beau'nun yaralarını bahane edip, o'nu annesine götürmeyi erteliyor.


5. yüksek kafa ve hatıralar

evin kızı toni'nin babasının talimatıyla, toni beau'yu evine götüreceğini söylüyor. arabada toni beau'ya marijuana uzatıyor. beau'nun ciğerleri de bakir. yani daha önce hiç sigara bile içmemiş. dolayısı ile ilk nefeste öksürüyor. toni'nin ısrarı ve "beni taciz ettiğini söylerim" tehditleriyle joint'ten derin nefesler çeken beau, bir süre sonra gerçeklikten tamamen kopuyor ve 12 yaşındayken annesiyle çıktığı gemi turundaki haline dönüyor.

beau'nun gemi turunda tanıştığı elaine, aslında beau'nun annesi tarafından o'nu başka kadınlarla seks yapmasını engellemesi için tutulan oyuncu bir kız. elaine mona wassermann'ın talimatıyla, beau'yla öpüşüyor ve beau'dan geleceklerine dair söz istiyor. istediği söz ise, büyüyünce ve tekrar bir araya gelinceye kadar, başka hiçbir kimseyle beraber olmamak. beau ve elaine birbirine sadık kalma sözü veriyorlar. annesi elaine'i beau'dan uzaklaştırıyor.

6. intihar ve kaçış

beau'nun tedavi ve istirahat evinin sahipleri grace ve roger'ın kızları toni, beau'yu evde istemiyor ve o'nu evde tutmalarından dolayı isyan bayrağını çekiyor. çünkü kendi ve ailesi, mona'dan istifade ettikleri için, beau gibi bir adama katlanmak zorunda kalmayı içine sindiremiyor. abd ordusunda savaşta ölen abisinin çıldırmış asker arkadaşı jeeves'i beau'nun üzerine salıyor. jeeves beau'ya hayatı zindan ediyor. beau orada oldukça, sanki asker arkadaşının yerini almış gibi, o'ndan intikam almak istiyor.

bir gün toni, beau ile kendisinin ölerek beraberce bu sahte hayattan kurtulabileceklerini söylüyor. beau tabii aşırı korkusundan toni'ye ayak uyduramıyor. toni de beau'yu cezalandırmak için, ölümünden o sorumlu olsun diye, boyadan litrelerce içerek intihar ediyor. toni'nin annesi grace odada beau'nun ellerinde boya ve toni'nin cansız bedenini görünce, beau'yu öldürmek için hamle yapıyor. beau can havliyle kaçarak kurtuluyor. ancak grace, jeeves'i çoktan beau'nun peşine takıyor. beau'nun ayak bileğine bağlı takip cihazı, jeeves'in beau'yu kolaylıkla bulmasına yardımcı olacak.


7. ormanın yetimleri

evden kaçıp ormanda koşarken, beau kafasını bir ağaca çarpıp bayılıyor. beau bir süre sonra uyanıyor ve kaybolduğunu anlıyor. daha sonra gecenin karanlığında hamile bir kadın beau'ya yardım ediyor. biz daha sonra bu kadının bir tarikat mensubu olduğunu ve diyar diyar gezerek, farklı yerlerde tiyatro sergileyen bir tür kült olduklarını anlıyoruz. bu grubun lideri de, ağaçta yaşayan beau'nun yaşlılığı.

ağaçta yaşayan ve grubun lideri olan yaşlı adam, farklı güçlere sahip. bu adam telekinezi yöntemiyle farklı bedenleri ormana çağırma yeteneğine sahip. beau'yu bu ormana, işte bu adam dahil ediyor. adam beau'nun beynine sinyal göndererek, beau'yu bu kültün içine dahil ediyor. çünkü beau bu tiyatro grubuna dahil olmalı, oyunu izlemeli, oyunun içinde kendi alternatif geleceğini kurmalı ve en sonunda bilge kişilik olarak oranın, adeta "üç gözlü kuzgun" una (three eyed raven) dönmeli. işte hem game of thrones'da hem de interstellar'da görmüş olduğumuz bu gelecekteki halimizin geçmişimizi kontrol etmesi, filmde bu şekilde sağlanıyor.

bu arada ormanın yetimleri gerçek yetimlerden oluşuyor. hiçbirinin babası yok, hepsini annesi yalnız doğurmuş. hatta karanlıkta yolunu kaybeden beau'yu ilk bulan hamile kadın da yetim doğuracak. ormandaki yetimler, aslında vatansız kalmış yahudileri temsil ediyor. oradan oraya savruluyorlar ve hiç "baba/ata ocakları" yok. dolayısı ile onların uzun yıllar yaşadığı kendi toprakları bir türlü olamıyor. bunun için "ormanın yetimleri" olarak, sahipsiz, kimsesiz ve güçsüzler.

8. tiyatro, epik yolculuk ve kavuşma

ormanın içine kurulan tiyatroda beau, bir anda izlediği oyunda başrolün kendisi olduğuna dair ütopik bir hayale dalıyor. beau'nun atlatamadığı korkularını yenebilmesi için, güçlü bir erkek portresi çizmesi gerekiyor ve bunu kendine ispatlamalı. beau, başrolün kendisi olduğu bu oyunda, yol gösterici bir meleğin yardım ettiği peygamber oluyor. beau'nun temsil ettiği peygamber ise ibrahim'dir (abraham). beau yollara düşüyor, farklı köylerde kalıyor, ticareti öğreniyor, çiftçiliği ve demir dövmeyi, marangozluğu öğreniyor. (aslında beau'nun ikinci ismi isaac (yani ishak) ancak ütopyasındaki hali, ibrahim peygambere daha çok uyuyor.)

günün birinde beau, bir kadınla karşılaşıyor. kadın doğa anayı (ilahi/ruhani kadını) temsil ediyor. kadın, soyunu devam ettirebilmesi için, beau'ya üç erkek evlat veriyor. bu evlatlar musa, nuh ve davut'u temsil ediyor. (moses, noah ve david) buradaki önemli faktör ise şu, aslında bu peygamberler birbirinin babası ya da oğlu değiller. ancak burada önemli olan bu peygamberlerin, yahudilikte önem arz eden peygamberler olmaları. beau, yahudi annesinin o'na küçüklükten verdiği bilgilerle, hayatını, işte bu tür bir peygamber yaşamı simülasyonu şeklinde kurgulayıp, kendi ütopyasını/masalını yaşıyor. çünkü korkularını yenebilmenin tek yolunun bu olduğunu düşünüyor.

beau'nun kendine bir yuva bulabilmek için farklı köylere gitmesi ve bazı yerlerden kovulması, yahudilerin kendilerine vatan arayışını temsil ediyor. beau'yu öldürmesi için o'nun üstüne salınan köpek ise, bir tür adolf hitler / ss subayları alegorisi.

çiftliklerinde huzurlu hayatlarını yaşarken, beau'nun hayatına tümüyle damga vuran "su olgusu" beau'nun ütopyasını bozup, o'nu karanlık gerçeklere çekmeye başlıyor. nuh'un başına gelen tufan gibi bir fırtına, beau ve ailesini biribirinden koparıyor. beau ailesini 40 yıl boyunca arasa da, hiçbir yerde bulamıyor. en sonunda korkularını yüce meleğe itiraf edince, melek o'nu tekrar yola çıktığı ormana geri gönderiyor. buradaki tiyatro oyununda üç oğluyla karşılaşan beau, onlara sarılıyor ve 40 yıllık büyük hasretini dindiriyor.

tam bu sırada beau'ya oğullarından biri şu şekilde soruyor; "hiçbir kadınla birlikte olmadığını söylüyorsun baba. eğer hiçbir kadınla birlikte olmadıysan, söyler misin, biz nasıl dünyaya geldik?" beau bu soruyu duyunca, oğullarının asla var olamayacağını anlıyor ve ütopik rüyasından uyanıp, tiyatroya ilk gelişindeki yaşına ve o haline geri dönüyor.

bu sırada beau'yla, o'nu tanıdığını söyleyen tuhaf bir adam konuşuyor. bu adamın beau'nun babası olduğunu yazının devamında gerekçesiyle anlatacağım. şimdilik burayı atlayalım.

tiyatroda piyes devam ederken, birden sahneye bir cisim fırlatılarak, oyunculardan biri öldürülüyor. jeeves tiyatroya baskın yapıyor. jeeves'in attığı bombayla beau'yla konuşan tuhaf adam ölüyor. jeeves her yeri tarıyor. ağaçta yaşayan trans halindeki yaşlı beau'ya bir şey olmuyor. jeeves beau'yu takip ederken ayağı takılıp düşüyor ve hem kendini hem arkasındaki adamı vuruyor. o sırada beau'yu takip ettiği elektronik cihazı çalıştırarak beau'ya elektrik verip bayıltıyor. jeeves'in esas amacını ve eylemlerini yazının ilerleyen yerlerinde açıklayacağım.

beau ertesi gün uyanıp, otoyola çıkıyor ve otostop yaparak annesinin evine varıyor. o geldiğinde anma töreninin ve cenazenin bittiğini anlıyoruz. beau annesinin evinde dolaşırken, daha bir kaç gün önce evinde çekilen fotoğrafını görüyor. ayrıca oynadığı reklamlar ve tüm hayatının film şeridi gibi kaydedildiğini görüyoruz. mona'nın filmde farklı sahnelerde gördüğümüz çalışanlarının vesikalıklarından oluşan portresi bize şunu anlatıyor; beau aslında gerçek bir hayat yaşamıyor. sadece annesinin o'na sunduğu bir simülasyonda ömür geçiriyor. film burada en çok, muhteşem jim carrey filmi the truman show ile benzeşiyor. bu benzerliğin detaylarını daha sonra anlatacağım.


9. cenaze evinde sözlüyle seks

beau'nun annesinin evine gelen elaine'i görmesi, o'nu çok mutlu ediyor. elbette elaine, beau'nun evde olduğunu bildiği için oraya geldi. elaine beau'yu en başta tanımamış gibi yapıyor, o'nunla konuştukça da çok mutlu ve istekli bir şekilde beau ile öpüşüyor. daha sonra beau'yla ilişkiye girmek için o'nu yatak odasına götürüyor.

yatakta beau'nun devasa testislerini görüyoruz. bunun sebebi beau'nun 47 yıllık hayatında, ölüm korkusu yüzünden bir kere bile boşalmamış olması ve bünyesinde gezinen meninin litrelerce olması.

beau elaine ile kondom kullanarak ilişkiye giriyor. elaine'in beau'nun kocaman penisini kolaylıkla içine alması, beau'ya verdiği bekaret sözünü tutmadığını gösteriyor. ancak bunu beau'nun anlaması, pek tabii ki mümkün değil. bu arada elaine de mona wassermann'ın çalışanlarından biri. dolayısı ile beau'ya verdiği söz, aslında sadece bir kandırmacaydı. daha önce, gemi yolculuğu hatırası bölümünde bahsetmiş olduğum gibi, beau'nun hiçbir kadınla ilişkiye girmemesini sağlamak için yapılan bir oyun/düzmeceydi.

beau seks sırasında büyük bir ölüm korkusu yaşayarak, üstündeki kadının içinden çıkamadığı için zoraki bir biçimde orgazm oluyor ve boşalıyor. ancak beau'nun içi o kadar çok meniyle dolu ki, beau kondomu patlatıyor ve elaine'in içini aşırı bir biçimde dolduruyor. ne yazık ki beau'nun menisi başka bir bünye için toksik hale geldiği için, elaine'in içine dolan meni, onda siyanür etkisi yapıyor ve elaine, bu zehirli sıvıyla kaskatı kesilip ölüyor. beau, orgazm anındaki ölüm korkusunu atlatıp, bu korkuyu başkasına transfer ederek kurtuluyor. ancak işin sonu, yine birinin ölümüyle bitiyor.

10. anne ve babayla yüzleşme

annesinin cenazesi için, soyadları ile benzer ismi taşıyan memleketleri wasserton'a gelen beau, açık olan tabuttaki naaşın elindeki doğum lekesini görünce, o tabutta yatanın annesi olmadığını, dolayısı ile annesinin o'na yalan söylediğini anlıyor. annesinin kendi yalanı ortaya çıkmasın diye, beau'ya çocukluğunda yardımcı olan dadısını öldürttüğünü anlıyor. beau'nun korkusu ve anne baskısı, inanılmaz bir seviyeye çıkıyor.

elaine'in beau ile seksten sonra kaskatı kesilen vücudunu, mona aniden odaya dalarak verdiği talimatla hizmetlilerden elaine'in cesedini almalarını, çatı katındaki sonradan tanık olacağımız yaratığın beslenmesi için, elaine'in o'na yem edilmesini emrediyor. buradan anlıyoruz ki elaine'in cesedini korkunç bir yaratık mideye indirecek.

oğlu beau ile yüzleşen anne mona, o'na hayatındaki korkunç anlardan bahsediyor. filmin ilk belirlenen adı olan "disappoinment boulevard (hayalkırıklığı bulvarı)" misali, mona oğluna, o'nun için büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyerek bağırıyor. daha sonra gerçeklerle, yani babasının asıl haliyle yüzleşmesi için beau'yu çatı katına çıkarıyor.

mona, çatı katına çıkardığı oğlu beau'nun arkasından kapıyı kapatıyor. karanlıkta kalan beau, el feneriyle içeriyi gözetliyor. beau'nun korkuları artık arşa çıkıyor. joaquin phoenix'in bu sahnedeki oyunculuğu da keza aynı şekilde. beau, hem bir deri bir kemik kalmış, zorla hatırladığı ikizini, hem de kocaman testisleri olan devasa bir penis şeklindeki babasını görüyor. tam bu sırada içeri jeeves geliyor ve yaratığın testislerine ateş edip, onu defalarca bıçaklıyor. penis baba, jeeves'in kafasına kılıç keskinliğindeki kollarından birini geçirip, o'nu öldürüyor. beau, çatı katından, sinir krizi geçirerek çıkıyor. bu bilinçaltı sürreal baba figürünü ve jeeves'in esas amacını birazdan açıklayacağım.

11. mahkeme ve infaz

kendine yavaş yavaş gelmeye başlayan beau'ya annesi, verdiği sözleri hiç tutmadığını, o'nun yüzünden sevgi, panik ve endişe dolu bir hayat geçirmek zorunda kaldığını söylüyor. beau'ya tam "senden nefret ediyorum." diyecekken, beau annesinin boğazına sarılıyor ve kuvvetli bir biçimde sıkıyor. büyük pişmanlık yaşayıp bıraktığında ise, annesi bir süre nefes alamayıp, kafasını camlı çiçekliğe vurarak düşüyor.

cinayet işlediğini düşündüğü için beau, evden kaçıyor ve bir tekneye atlıyor. gecenin karanlığında tekneyle bilinmeze doğru sürüklenip giderken, karşısına tuhaf şekilli ve devasa bir kayalık çıkıyor. bu kayalardan ve su altı mağarasından oluşan dev yapı, açık olarak dışarıdan vulvayı, içinden gidilen yol vajina'yı ve nihayet mahkeme salonu da rahmi (ana rahmini) temsil ediyor.

filmin en başında tanık olduğumuz yenidoğan beau, 47 sene sonra annesinin rahmine (yani eski evine, memleketine) geri dönüyor. beau'nun geri dönüşünü ve burada görülen davasını yüzlerce kişi, dev ekranlardan ve sahnede canlı olarak izliyor. sanığın suyun içindeki yargılaması devam ederken, o'nu savunan adam, korkunç bir şekilde öldürülüyor.

kovuşturma avukatının talimatıyla, beau'nun geçmişindeki annesini küçük düşürücü davranışları sergileniyor ve seyirciye (yani kamuoyuna, bizlere) beau'nun infazının haklılığı belli başlı gerekçelere dayandırılarak, kabul ettirilmek isteniyor. bu arada boğazındaki kızarıklıkları gördüğümüz mona'nın, beau'nun saldırısından dolayı ölmediğini, hayatta kaldığını görüyoruz.

mahkeme kararıyla idam edilecek olan beau'nun ayakları tekneye bağlanıyor ve tekneden kaçması imkansız hale geliyor. motoru patlayan tekne alabora oluyor ve ters kepçe gelen tekne beau'nun üzerine devrilerek, beau'nun boğularak ölümüne yol açıyor. suda ölmemek için çırpınarak sesler çıkaran beau'nun annesi, oğlunun infazından son anda vazgeçip pişman olsa da, iş işten geçiyor ve beau ölüyor. beau'nun son anlarına tanık olan seyirciler (yani ekran/beyaz perde başındaki bizler), şov/mahkeme bitince, salonu yavaş yavaş terk ediyoruz. yunan tragedyası nihayete eriyor.

bu sahne gerçekte şu anlama geliyor, beau'nun annesinin infaz kararı vermesi, suya düşürdüğü demir parçasıyla gerçekleşiyor. bu parça beau'nun ayaklarını tekneye bağlayıp beau'nun ölümüne sebebiyet veriyor. aslında burada yaşanan beau'nun kürtajı. mona, oğlu beau'yu 47 yaşında kürtajla öldürtüyor. peki bu nasıl oluyor? normalde bir kaç aylık embriyonun kürtajı söz konusu olabilecekken, 47 yaşındaki adamın kürtajı ne anlama geliyor? bunu da açıklayalım;

mona evlilik dışı zorla ilişkiye girdiği ve tam bir loser olan harry'den, çocuk sahibi olmak istemiyor. çünkü mona aşırı takıntılı ve esasen kendisi zengin, yahudi bir ailenin kızı. bu gençlik hatasını kabullenemeyen mona, henüz küçücük bir embriyo olan beau'yu, daha adı bile konmadan kürtajla aldırıyor. biz kürtajı, mahkeme salonunda değişik bir formatta görüyoruz. mona'nın suya attığı demir parçası, doktorun mona'nın kürtajı için kullandığı demir çubuğu temsil ediyor. doktor mona'nın içinden beau'nun embriyosunu kazıyıp çıkarıyor ve beau aslında yaklaşık 1.5 aylıkken ölüyor.

bizim tanık olduğumuz 47 yıllık beau yaşamı, aslında mona'nın korkularıyla gördüğü bir kabusu temsil ediyor. mona, beau'nun yaşayacağı berbat olası hayatı, kabuslarında deneyimliyor. bu sayede kürtaja karar veriyor. mona, son anda pişmanlık duysa da, iş işten geçiyor ve operasyon bittiği için beau, çoktan ölmüş oluyor.

peki biz beau'nun hayatının gerçek olmadığını nasıl anlıyoruz? hatırlarsanız beau, yaralıyken tedavi amaçlı kaldığı evde, evin hanımı grace beau'nun kulağına "78. kanal" diye fısıldıyordu. beau o kanalı açtığında, kameraların kendi hayatını çektiğini görüyordu. hatta evin içinde değil, dışında olsa bile, tüm yaşadıkları kayıt altına alınmış haldeydi. hem geçmiş hayatını videoyu geri sararak, hem de geleceğini videoyu ileri sararak görmüştü. yani aslında beau'nun tüm yaşadıkları, annesinin bilinçaltında olup bitmiş ve beau çok yakın zamanda öleceğini anlamıştı. işte burada anlatılmak istenen, annesinin bilinç altının, beau'nun eylemlerini, istediği gibi zamanda geri ya da ileri giderek bizlere gösterebileceğinin tasviridir. tanık olduğumuz bilinç altının tanrısı mona wassermann olduğuna göre, mona bize aslında hiç yaşamayacak oğlu beau'nun tüm hayat tecrübelerini, zamanda istediği gibi hareket ederek gösterebilmektedir. yani 47 yaşındaki kocaman adamın, annesinin yaptırdığı kürtaj sebebiyle öldüğünü söyleyince, olayın kendi mantığı içinde açıklamasının aslında var olduğunu, işte bu şekilde anlayabiliyoruz.

mona'nın yaşadığı bu bitmek bilmeyen kabusun içinde yer alan yahudilik temaları, ebeveynlerinin mona'yı yahudiliğe bağlı kalacağı şekilde yetiştirdiğini ispatlıyor. mona kabusundan arınmayı dinde arıyor. çünkü mona harry ile yasak ilişkiye, adeta tecavüze uğrar gibi zorla girmişti ve günahlarından dolayı tanrıdan korkuyordu. harry ile ormandaki bir ritüelde sarhoş olduktan sonra yaptığı tek gecelik tecavüz vari seksten hamile kalan mona'nın bu büyük korkusu, bilinçaltında oluşturduğu alternatif gelecek ile, tüm korkularını aslında hiç doğmayacak oğlu beau'ya transfer edip, o'nun tecrübelerini mona'nın kabusu olarak bizlere gösteriyor. buradan şunu anlıyoruz ki, bizler aslında mona'nın korkularını ve kadının hayatını/bilinçaltını izliyoruz. beau diye biri yok, hiçbir zaman var olmadı. truman show referansı verilen ve mona'nın oğlunun hayatını sapıkça kontrol altında tuttuğu kurulu düzen ise, mona'nın doğum yaparsa yaşayacağı sıkıntıları resmeden bir metaforik kabus. dolayısı ile filmdeki hayalkırıklığı ve beau'nun korkuları, aslında mona'nın en başından kestirip attığı, hiç gerçekleşmemiş bir paralel/alternatif evren.

unutmadan, şu öfkeli ve şişman jeeves karakterinin motivasyonuna değinelim. jeeves aslında mona'nın bilinçaltı savunma mekanizması. jeeves'in asıl amacı, beau üzerinden mona'ya tecavüz eden harry wassermann'a ulaşmak ve hem harry'i hem de beau'yu öldürmek. çünkü mona bilinçaltını, harry'e karşı büyük bir öfke ve intikam arzusu ile doldurmuş. aynı şekilde bu istenmeyen beraberlikten doğma olasılığı bulunan beau'dan da nefret ediyor. işte jeeves bu yüzden hem harry'i tiyatro sahnesinde bombayla havaya uçuruyor, hem de harry'nin, mona'nın bilinç altındaki travmatik tasviri olan dev penise saldırıyor.

son olarak filmde en merak edilen "şey" e, yani beau'nun babasının kim olduğuna da açıklık getirelim. beau'nun tiyatro sahnesinde kendisiyle konuşan adam, aslında o'nun babası. hatta hatırlayın, daha henüz filmin başlarında beau evine dönüyor ve duvarda asılı fotoğrafa "hi,dad! (selam,baba)" diyor. işte o selam baba dediği bulanık fotoğraftaki beau'nun babası, duvara çerçeve asarken, flu halde görünüyor. beau'nun annesi tarafından yasaklandığı için babasını yarım yamalak tek görebildiği kare o. dolayısı ile babasını o'nunla konuşurken tanımakta zorlanıyor. aslında mona o adamla, gerçekten ormanda beraber olmuş. ancak yarı baygın haldeki mona'ya harry, adeta tecavüz eder gibi, zorla ilişkiye girmiş. mona da bu istenmeyen hamileliği sonucu, kürtajla embriyoyu aldırıyor. yani o adam aslında, beau'nun babası olamadan, mona'nın tecavüze uğrayıp doğurduğu, alternatif gelecekteki baba. mona da adamı korku dolu kabuslarında görüyor ve o adamı rüyasında beau'ya ölmüş gibi anlatıyor. mona'nın evindeki çatı katındaki devasa penis/testisin beau'ya babası olarak söylenmesi de, aslında mona'nın yabancı adamdan hamile kalma korkusunu yani tecavüz travmasını simgeliyor. istemeden günaha bulaşan mona (günah olmasının sebebi, ormanda sarhoş olup, adamın tecavüzünü istemeden de olsa kolaylaştırması), kabusunda doğurduğu çocuğun babasını da devasa bir penis yaratık olarak görüyor. işte mona'nın kabusu hem olmayan bir yaratığa, hem de beau'nun bir de çatı katında yaşayan, kimsenin tanımadığı ikizi olduğu gerçeğine beau'yu inandırıp, o'nu korku içinde bırakıyor.

filmde olup bitenlerin tamamının açıklaması burada sonlanıyor. yazının bundan sonrası, filmin ana teması olan su olgusunu ve filmin "the truman show" ile benzer yanlarını kapsayacaktır.


12. su teması

beau'nun hayatındaki doğumdan sonra yaşadığı su ile ilgili olaylara gelirsek de;

a.) beau evindeki su kesintisi sebebiyle, ilacının hayati tehlike yaratmasını önlemek için, marketten su almaya gidiyor. beau için suyun hayati önemi burada yer alıyor.

b.) beau küvete uzanıyor ve tavandan düşen adamla, suda hayatta kalma savaşı veriyor. su burada beau'nun boğulmasına yol açabilecekken, beau kendini kurtarıyor.

c.) bean'nun ütopik yolculuğunda çiftlik evini denizden gelen sularla sel götürüyor. beau'nun su korkusu, kendisini ailesinden koparıyor.

d.) beau terapistine "ağız çalkalama suyunu yanlışlıkla içince ölür müyüm? diye soruyor. terapisti hayır diyince o suyu kullanmaya devam ediyor. evinden çıkarken suyu almayı unutup, tekrar lavaboya dönünce, anahtarı kaybediyor ve başına olumsuzluklar geliyor.

e.) beau bir çok defa uyandığında, yanında su oluyor ve sudan gelen hatıralar beynine kazınıyor. beau hem sudan, hem de sudan ayrı kalmaktan korkuyor.

f.) iki yan unsur olarak; beau'nun hasta evinde kaldığı genç kız toni, boya içerek (su bazlı ve mavi) intihar ediyor. beau'nun annesiyle gittiği gemi turunda, adamın biri havuzda boğuluyor.

g.) beau teknesine mahkeme salonuna geliyor. uzun yolculuktan sonra motoru bozuluyor. tekne alabora olup, beau'nun boğularak ölümüne yol açıyor. beau'nun anasının rahmindeki sıvı içinde başlayan hayatı, yine ayrı yerde, bu defa boğularak ölümüyle sona eriyor. beau ile beraber ordaki seyirciler de (yani filmi izleyen bizler) beau'nun bu çaresizliğine tamamen duyarsız kalarak, film/mahkeme/şov bitince sessiz sedasız salonu terk ediyoruz.

h.) beau'nun babasıyla olan bağı, sadece meni (babanın cinsel suyu) düzeyinde kalıyor. baba harry, annesiyle ilişki halinde öldüğü için, harry öldüğünde beau, henüz döllenmiş bir yumurta (zigot) formunda bile değildi. dolayısı ile hiçbir zaman aynı anda canlı yaşam formu olarak var olamadılar. beau, harry'nin sperm bankasına verdiği spermle doğan bir çocuk gibi, biyolojik / sıvı çocuk formunda olan ve babası ile manen bir bağı bulunmayan bir çocuk olarak büyüdü.

beau is afraid vs the truman show

filmin truman show ile ciddi benzerliği bulunduğunu söylemek gerekir. hatırlayın truman show'da truman dışındaki herkes, aslında bir televizyon projesinin oyuncusu ya da yapımcısıydı. sadece truman yaşadığı hayatın gerçek olduğunu zannediyordu. o'nun dışındaki herkes her şeyin farkındaydı. yani truman, 1. derece/katman simülasyondayken, geri kalan tüm insanlar o'nu izleyen ve gerçek dünyanın kişilikleriydiler.

beau is afraid'de de beau'nun annesi mona, o'na kendi çalışanları ile sahte bir dünya sunuyor ve beau, gerçek zannettiği bir simulasyonda yaşıyor. beau'nun dışındaki herkes, o'nun simülasyonunun farkındalar. ancak iki filmdeki temel farklılık şu; simülasyonun dereceleri/katmanları iki filmde farklı sunuluyor. çünkü beau'nun annesi mona, kendi kabusunda beau'ya bir simülasyon yaratıyor. yani aslında esas gerçekliği, bizler de göremiyoruz. dolayısı ile beau is afraid'de beau 2.derece/katman simülasyondayken, diğer izlediğimiz insanlar 1. derece simülasyonlardalar, çünkü mona'nın kabusu, simülasyonun katmanını 1 derece artırıyor. işte filmin, truman show'dan ayrışan yönü de tam olarak burada yer alıyor.

biliyorum biraz karmaşık oldu ama işi biraz daha netleştirmek için, işin içine kendi hayatımızı/gerçekliğimizi de ilave edelim

şimdi bizler seyirci olarak, aslında gerçek hayattayız. ya da en azından öyle olduğunu zannediyoruz diyelim. izlediğimiz herhangi bir filmdeki tüm karakterleri ,aslında 1. derece simülasyonda yaşayanlar olarak tasvir edebiliriz. dolayısı ile truman show'daki truman dışındaki tüm karakterlerin, bizim gerçekliğimize göre 1. derece simülasyonda olduklarını söyleyebiliriz. bir sanat dalı olan sinemanın, gerçekliğe alternatif olan, sahte bir gerçeklik/dünya yaratmasından dolayı. böyle bir durumda ise truman, o filmde 2. derece simülasyonda yaşıyor olmalıdır. yani bir nevi adamcağız, "filmin içinde filmdeydi".

beau is afraid'de ise, gerçek hayatından kesitler göremediğimiz mona wassermann, temel karakter olarak 1. derece simülasyondadır. beau hariç diğer karakterler ise (kabusunda kendini gören haliyle mona dahil), mona'nın kabusunda beau'ya sahte bir gerçeklik oyunu oynadıkları için, 2.derece simülasyonda yaşıyorlar diyebiliriz. bu durumda sadece ve sadece beau wassermann, filmin 3. derece/katman simülasyondadır ki, işte bu tam anlamıyla "araf" a tekabül etmektedir. "araf" ı da tecrübeli seyirci, o muazzam başyapıt inception filminden gayet iyi hatırlayacaktır. işte beau'nun arafı, simülasyondaki katman arttıkça, aynı araftaki gibi rüyanın dengesizleşeceğini ve çökmek için sebeplerin daha da çoğalacağını gösterir. yani beau'nın hayatı, işte tam olarak bu yüzden son derece sürreal, dengesiz ve akıl dışıdır.

Spoiler bitti.

beau is afraid izleyicisini son derece yoran, boğan ve emek isteyen bir film

gişede çok fena çuvallayan film, a24 yapım şirketinin şimdiye kadarki en büyük gişe "hayalkırıklığı" oluyor. her şeye rağmen içinde barındırdığı tonlarca metafor ve alegoriyle, yüzlerce ve farklı renkteki matruşka bebeklerini andıran bu sıra dışı filmi, tüm sinefillerin mutlaka izlemesi gerekiyor. çünkü ari aster, ilk iki filmi kadar başarılı ve beğenilmiş bir filme imza atamamış olsa da, sinema adına en azından mutlak özgünlükte bir iş çıkarmış ve beyaz perdede kolay kolay rastlayamayacağınız bir gerçek üstücülükle eserini donatmış. işte bu ve bunun gibi özellikler bu filmi önemli kılıyor ve sonunda beğenmeyecek olsanız dahi, mutlaka tecrübe etmeniz gereken filmler sınıfına sokuyor.