Arzu Edilen Şeye Ulaşıldığında Neden Anlamını Yitiriyor?

Sürekli bir şeylerin peşinde koşmak, hayaller kurmak, mücadele etmek bize heyecan verir; ancak o arzu edilen şey elde edildiğinde yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlar.
Arzu Edilen Şeye Ulaşıldığında Neden Anlamını Yitiriyor?

insan zihni, tatmin olmaktan çok arzulamaya ve hayal etmeye programlanmıştır. sürekli bir şeylerin peşinde koşmak, hayaller kurmak, mücadele etmek bize heyecan verir. ancak o arzu edilen şey elde edildiğinde, artık peşinde koşacak bir şey kalmaz ve bu durum, anlamsızlık hissine yol açar ve "bu muydu yani?" sorusu kafada belirir.

yıllarca hayalini kurduğun bir arabayı almak istiyorsun. para biriktiriyorsun, gece yatmadan önce internette o arabanın videolarını izliyorsun, ilanlarına bakıyorsun. sonra bir gün o araba senin oluyor. ilk günler harika, her yere onunla gitmek istiyorsun, sürekli camdan aşağı bakıp otoparktaki varlığını kontrol ediyorsun. sonra? sonra bir gün geliyor ve o arabayla ilgili duyduğun heyecan giderek azalıyor. ilk aldığın günkü mutluluk hissi, zamanla sıradan bir şeye dönüşüyor. aynı şekilde telefonlar için bile geçerli bu. bir telefonun en son çıkan modelini almadan önce, telefonun inceleme videolarını izlersin, gözüne çok güzel gözükür o telefon. gidip satın aldığında, ilk günler öyle narin davranırsın ki, çizilmesin diye en kaliteli kılıfı almalar, ekran koruyucusu taktırmalar, masaya koyarken bile dikkatli koymalar. aradan bir süre geçince, eski telefonundan hiçbir farkı kalmaz, gözündeki tüm büyüyü kaybeder, hiç düşünmeden koltuğa fırlatırsın vs.

bu durum sadece maddi şeyler için geçerli değil, bazen ilişkilerde de aynı şey yaşanıyor. bir insanı çok seversin, onu elde etmek için elinden geleni yaparsın. ama elde ettikten sonra ona alışmaya başlarsın. artık o ilk heyecan, o ilk deli gibi isteme hissi azalır. birçok ilişki de işte tam burada çatırdamaya başlar. insan beyni, elde edilen bir şeyi, elde edilmesi gereken kadar heyecan verici bulmaz. bir de başarı konusu var. diyelim ki bir işe girmek istiyorsun, yıllarca bunun için çalışıyorsun. sınavlara giriyorsun, mülakatlardan geçiyorsun. sonunda işe kabul ediliyor, başlıyorsun. birkaç ay çok mutlusun, "işte sonunda başardım!" diyorsun. ama bir süre sonra iş rutinleşiyor, ilk günkü heyecan kayboluyor ve sen yeni hedefler aramaya başlıyorsun. peki bu döngü neden var? çünkü insan, içgüdüsel olarak hep ilerlemek ister. beynimiz, elde edilene değil, elde edilmesi gerekene odaklanır. hayatta her şeyin biraz ulaşılamaz olması lazım ki heyecanımızı koruyabilelim. tam olarak bu yüzden, insanların çoğu büyük başarılarından sonra depresyona girer. çünkü o hedef artık bitmiştir ve yerine koyacak yeni bir şey bulamazlar.

bunun çözümü var mı? 

aslında var ama kolay değil. öncelikle, hedeflerin son durak olmadığını kabul etmek gerekiyor. yani "bunu alınca mutlu olacağım" ya da "şunu yapınca huzura ereceğim" gibi düşünceler genelde yanlış. çünkü o noktaya ulaştığında, yeni bir şey aramaya başlayacaksın. hayat bir yolculuk, varış noktası değil. ayrıca, insanın sahip olduklarını küçümsememesi de lazım. elde ettiğimiz şeylerin kıymetini bilmediğimiz için sürekli bir eksiklik hissediyoruz. hep "bir şeyler eksik" diyoruz. ama dönüp bakınca, belki de şu an sahip olduğumuz şeyler, bir zamanlar delicesine hayal ettiğimiz şeylerdi.

yani arzu edilen şeylere ulaşıldığında anlamını yitirmesinin temel sebebi, insanın doğası. sürekli daha fazlasını istemek, elde edileni sıradan görmek ve yeni hedeflere yönelmek.