Aşırı Düzenliliği ve Sakinliğiyle, Görenlerin Oyuncak Şehir Dediği Alman Kenti: Münih
münih birçok alman şehri gibi, şehir ruhu diyebileceğimiz belli belirsiz, sadece o şehirde yaşayanların (farkında olmadan) hissettikleri, varlığını ancak yabancı bir şehre gittiğinizde hissedebileceğiniz ritmden, duygudan yoksun bir şehir.
nasıl oluştuğunu anlayamadığım, belki şehrin çevre düzenlemesiyle alakalı bir şey bu şehir ruhu. mesela istanbul'da yaşayan biri, başka bir şehre, diyelim ankara'ya gittiğinde yabancılık çeker. bunun sebebi ankara'nın insanlarının temposunun farklılığındandır. istanbul'da insanlar başka bir şekilde yürür, şehir kendine has bir tempoyla hareket eder, insanların eğlence biçimleri -ufak ayrıntılara bakıldığında- değişiktir. mesela türkiye'nin tamamı ele alındığında, ankara'nın, istanbul'un ve izmir'in tamamen kendine has havaları vardır, başka şehirlerde göremeyeceğiniz, ankara'ya gittiğinizde istanbul'u özleten, istanbul'a gittiğinizde ankara'yı özleten bir hava. bir turistken bu havayı soluyamayabilirsiniz, zira bir turistin gittiği şehirde dikkat ettiği şey, o şehrin yerlilerinin yaşayış biçimi değil, şehrin estetiğidir. mesela almanya'da köln'e giden bir turist, kölner dom'a bakıp yanındaki eşine dostuna "bu dom var ya... sana girsin" diye espri yaparak değerlendirir vaktini, şehir yaşayışının nasıl olduğu onun o şehirde geçirdiği kısa süre içerisinde idrak edebileceği, tadabileceği bir şey değildir. bunu fark edebilmek için o şehirde belli bir süre oturmak gerekir sanırım.
mesela insan kısa bir süre için paris'e gittiğinde, oradaki insanların tamamen paris'e has bir yaşam (paris'e bağımlı bir yaşam desek daha doğru olur) sürdüklerini çok rahat gözlemleyebilir, o yaşamın içinde olmadan bunu gözlemleyebildiğiniz şehirlerdendir paris, dolayısıyla, nedense aklımda hep "yaşanılacak şehir" olarak yer etmiştir. paris, istanbul gibi şehirlerde şehir insanı yönlendirir ve hatta yönetir, insanın yaşayışı şehire endekslenir.
ama -en azından benim gördüğüm- hiçbir alman şehrinde böyle bir ruh söz konusu değildir. almanya'da münih'te yaşamak ile köln'de yaşamak arasındaki tek fark, birinde oktoberfest olmasıdır. her alman şehrinde bir şehir merkezi, şehir merkezine yakın müzeler, çok rahat ulaşım, her şeyin bulunabileceği hauptbahnhof, hauptbahnhof'a konuşlanmış berduşlar, punklar, kimi zaman neo-naziler, belirli bir saatten sonra her yerin kapanması, aynı sosyal etkinlikler ve boş zaman geçirme alternatifleri mevcuttur. bütün alman şehirlerinde insanlar aynı şekilde hareket eder, görebileceğiniz farklar yüzeyseldir; şive farkları vs, vs...
buna istisna olarak belki sadece berlin gösterilebilir. ama berlin zaten yakın siyasi tarihinde yaşadıklarıyla tamamen ayrıksı bir şehirdir. aynı anda iki ülkeye birden ait olduğu ve ikiye bölündüğü (4 ayrı ülke tarafından, sscb, fransa, ingiltere, amerika tarafından paylaşıldığı) için, berlin metamorfoz'a uğramış gibidir, bi değişiktir... nihayetinde münih şehri, irili ufaklı kimi farkları kolaylıkla görmezden gelebileceğimiz kadar alman bir şehirdir.
tepesi soğan şeklinde olan kuleleriyle meşhurdur
turistik yerlerinden biri olan andechs monastry, tarihte papazların bira üretimini yaptığı ilk yerlerden biri olarak bilinir. zaten çevresi de manastırdan ziyade geniş bir pub görünümü verir. ayrıca yine münih'te bulunan, stanberg golü ve çevresi, özellikle güneşli bir günde müthiş bir görüntü sergiler (geri kalan zamanlarda da sisten başka bir şey göründüğünü zannetmiyorum). işte böyle bir günde münih'e "keşke yalnız bunun için sevseydim seni" diyebilirsiniz. stanberg golü aynı zamanda 1864-1886 yıllarında bavyera krallığı yapmış lugwig'in ((bkz: mad king ludwig)), bir rivayete göre intihar ettiği, bir rivayete göre de boğulduğu yer olarak geçer. ancak genel kanı, ludwig'in vurdumduymaz harcamaları, özellikle (bkz: neuschwanstein) sarayını inşa ederken sarfettiği servet karşında, bavyera'nın iflas etmesinden endişe eden kesimler tarafından boğulduğu yönündedir. bu senaryo akla daha yatkın gelse de, ludwig'in neuschwanstein ınsa edilene kadar münih'te ikamet ettiği (bkz: schloss lindenhof)'u görünce şaşırmamak elde değil. keza bu saray, oldukça mütevazı ve küçük görünümlüdür. bu durum, otorite ve kurallara bağlılığıyla bilinen, hatta bu özelliğiyle dalga konusu bile olan, alman halkının, hakkının yendiği anda ne denli tepkisel olabildiğini göstermesi açısından da manidardır.
yapılabileceklerin ufak bir listesi
gecenin bir yarısı sokağa düşüp giesing civarlarında bierstube arama, sendlinger tor'dan çıkıp köşe bucak ucuz döner kovalama, haftasonları olympiapark'a, englischergarten'a uğrama, çıkışta bungalow'larda kalan dönem arkadaşlarına takılma, her tarafa bisikletle gidebilme özgürlüğü, her şeyin olabildiğince dakik olmasının verdiği güven, gecenin bir yarısı zil zurna sarhoş nachttram bekleme, konigsplatz'da sıcak yaz akşamlarında düzinelerce bira içme, avlu altında dans eden çiftlere katılma, üniversität'de öğle saatlerinde lmu öğrencilerinin arasına karışma, güneşli günlerde tu'nun çatısında kahve yudumlama, mensa'daki essiz seçebilme özgürlüğü, schelling-salon'da bilardo, bira, schweinebraten&knodel, haftasonları mma, blitz, charlie, deutches museum ve gasteig, yaz günlerinde backstage ve nachtbiergarten, isar, chiemsee, teğernsee kışın garmisch-partenkirchen ve alplerin her daim orada oluşu, pazar günleri bir euroya ägyptischer kunst, alte ve neue pinakothek'de sabahtan akşama kadar gezebilme özgürlüğü...
kısa bir münih ziyareti için birkaç tavsiye
1) marienplatz: şehir merkezi. şehrin göbeği burası. buraya geldiyseniz her yere ulaşırsınız.
2) hofbraeuhaus (tarihi bira evi): burası süper bir yer, marienplatz'a da çok yakın, geleneksel danslar, müzikler eşliğinde bira. hiç tanımadığın insanlarla sarılıp dans edip bira içebilirsiniz. yemek de var. özellikle menü linkini de vereceğim, bi tane domuz etli yemek var, bira ile şahane gidiyor. "a whole roasted knuckle of pork served with homemade natural gravy and a potato dumpling." hediyelik dükkanı da var, orijinal bira bardaklarından alabilirsiniz.
3) dachau concentration camp (dachau toplama kampı): burası münich'e biraz uzak 45 dk uzaklıkta. ilk açılan ve en son kapanan toplama kamplarından biri. eğer hiç toplama kampı görmediyseniz, ben çok etkilendim bilesiniz. özelikle krematoryum, gaz odaları kısmı bozulmadan kalmış nadir bir kamp. diğer kamplarda genellikle bombalanmış/imha edilmiş. burası kampın uzak ucunda, giderseniz gezmeden çıkmayın.
4) englischer garten: burası devasa bir park, içinde zaman zaman atraksiyonlar oluyor. dal taşak yüzen abilere ablalara denk gelebilirsiniz. ben dayanamayıp boxer'ımla girmiştim akan suya.
5) deutsches museum (bilim müzesi): devasa bir bilim müzesi, insel nehrinin üstüne kurulmuş, adamların mühendislikte 1800'lerde bile ne kadar iyi olduklarını görmek için gidilir. (chrome uyardı: insel almancada ada anlamına geliyor, müze işar nehrinin üstündeki adada olduğu için museumsinsel olarak geçiyor.)
6) bmw museum: birincisi, müzenin tam karşısında bmw welt diye yeni modellerin satış bölümü var. devasa bir bina, müze ile burayı karıştırmayın, orası müze değil!