Belçika'daki NATO Üssünde Amerikalı Bir Subayı Tutuklaması İstenen Türk Askerinin Öyküsü
nato askeri kanadında dükkanı açtıktan milleti görev yerlerine dağıttıktan sonra o günün ziyaretçilerine mihmandarlarına özel isteklere vs bakınırken belçika federal polisinden bir adet tutuklama dilekçesi almam sadece askerde karşılaşılan olaylara bir örnektir.
normalde görev yapılan yer sofa anlaşması uyarınca işleyen bir askeri üs. burada nato kurumlar ve devletler arası bazı uygulamalarını getirip uygular. sivil araçlara dahi kendi plakasını verir, içeriye istediği gibi vergiden muaf ürün sokar, satışını yapar, belgesini düzenler, kendi polisini askerini silahlı olarak kullanır. belçika kurumları ise üs toprağı içinde altyapı (elektrik internet su) için nato'ya "yardımcı" olurken kolluk görevleri açısından da gözlemci statüsünde bulunurlar. yani belçika'da üssün içinde adam vursanız polis gelip tutuklayamaz. derdest eder ama bir nato yetkilisi gelince ortak hareket edilir. diğer türlü sofa anlaşmasına aykırı olur, mağdur olan bazı haklar edinir vs.
amerikalılar ise nato'da büyük abi statüsünde olduğundan amerikan personelini etkilemeyen bazı ufak (ama can sıkıcı) detayları da vardır. tüm nato evrak gizliliği uyarınca rasgele oda aramalarına tabi iken bazı amerikan ofisleri sadece amerikalılar tarafından aranabilir. bu tip şeyler bilinir ama çok söylenmez. trump babamız organizasyonun haftalık 13 milyon dolar tutan kırtasiye masrafını vs komple ödediği için, daha çok sorumluluk daha çok otoriteyle beraber gelmektedir.
işte sabah aldığım dilekçede belçika federal polisi üs dışında işlenmiş bir suçtan ötürü bir amerikalı üst düzey subayı tutuklamam ve kendilerine teslim etmem için dilekçe yazmış. tutuklayacak personel 15 dakikaya dış kapıda olacak. söz konusu amerikalı subayın rütbesine bakıyorum, of-4, usmc. yarbay. deniz piyadesi. bir yandan çuval olayında kafalarında torbayla tutuklanan türk personel aklıma geliyor, diğer yandan amerikalıların plan daire katına silahlı ve (yanımda belçikalı polislerle) gidip yarbayı ofisinde tutuklama gözümde canlanıyor. kağıda böyle bir dakika durmadan bakakalıyorum.
burada askerliğin yazılmayan kuralları vardır ve herkesçe bilinir
esir alınan bir general mesela töreye göre bir subay tarafından esir alınır. genelde de derdest olanın iki üç rütbe altı falan şartlar müsait oldukça bu işi yapar. bu da rütbeye olan saygıdır. o üniformayı giyen kim olursa ne yapmış olursa olsun, üniforma içinde olduğu müddetçe harici kıyafet kendisini bir kalkan gibi aşağılamaya karşı korur. 15 temmuzda yalınayak üniforma içinde dayak yemiş, kızına küfredilen subaylar ve izlediğimiz gördüğümüz görüntüler bunun tam polar zıddı şeyler olduğundan mesela türkiye o konuda biraz yara almamış da değildir.
telefonu kaldırıp provost marshall ofisini arıyorum. diyorum "komutanım böyle böyle. amerikalıların d katına çıkıp üst rütbeli bir subayını tahminen kelepçeli üsten çıkarmam ve silahını almam gerekiyor. kendisi benden rütbeli, siz yapmak isterseniz diye önden haber vermek istedim"
"ha yok ya o trafik suçuna bulaşmış benlik bir durum yok" diyip fıyıyor. iş başa düşüyor.
telefonu kapatıp tekrar kaldırıyorum
dış kapıyı arıyorum, bekleyen sfp contingent gelsin diyoruz. ben de silahı vs alıp üstümü düzeltiyorum, iki tane mavi üniformalı polis geliyor. durumu anlatıyorlar, resmi ve sözlü olarak yardım istiyorlar. anladım gidelim diyorum ve onları nato'nun en iç ringine çıkartıyorum. ama sağımda ve solumda belçikalı polislerle d katına çıktığımızda böyle bir manzara pek görülmediğinden herkes kapıların vs önüne çıkıp ne oluyor diye bakıyor. ben de ofis numarasını bakarken karıştırdığım için emin adımlarla yürüyüp söz konusu ofise daldığımda karşımda bir amerikalı tuğamiral görüyorum. o da karşısında bir türk subay ve iki silahlı belçikalı polis görüyor. elinde telefon ahizesi var ama şaşkınlıktan konuşamıyor. ben de irrmmphfsss efektiyle o sırada içeri sçmakla meşgulüm. eğer ofis burasıysa ve adam tuğamiralse ben töreyi ezmiş ve sadece orada olmakla bile bir paşayı aşağılamış oluyorum. yanlış odaya girdiysem de adamı yanlış yere aşağılamış oluyorum. çık şimdi işin içinden.
ahizeyi yerine bırakıp ayağa kalkıyor. ben de odaya doğru üç adım atıp selam çakıyorum. lafa da o giriyor :
"yes, how may i help you?" (evet nasıl yardımcı olabilirim)
"admiral, apologies for the intrusion but i have a legal warrant for arrest issued for an american personnel. and i've been led to believe that this was his office. though i was not told that he was a general officer. (amiralim rahatsızlık verdiğim için üzgünüm ama bir amerikalı personel için tutuklama emri aldım. belgede de ofisinin burası olduğu yazıyordu. ancak bana bir amiral olduğu söylenmemişti. )
"what is his name?" (adı nedir)
*ismini söylüyorum*
"yees yes him, *tekrar ahizeyi kaldırıp birini arıyor* colonel where was the office of *adamın adı*... planning? no don't send him over, i think gentlemen i have here will put him against the wall and shoot him there. thank you" (haa evet evet o. albay yau şu şu adamın ofisi neredeydi? yok yok bana göndermeyin şu anda burada olan abiler gelip onu ofisinde vuracak sanırım. sağol)
*yutkunuyorum*
"you have to turn right and walk to that corridor and third office from the right" (sağa dön, koridoru takip et sağdan üçüncü ofis)
"i am very sorry for the intrusion again sir, and thank you for the information" (rahatsızlık için tekrar özür dilerim, bilgi için de teşekkürler)
yine selam veriyorum, paşa oturan boğa gibi garip bir kızılderili selamı gibi bir şey verip tekrar telefonuna dönüyor.
belçikalılarla çıkıp doğru ofise giriyoruz. ofisi iki amerikalı subay paylaşıyorlar. kapıda yine bizi görüyorlar yine şaşkınlıktan konuşulmuyor. ben bu sefer adamın rütbesini ve adını söylüyorum: yarbay şu şu?
soldaki christopher walken'a benzeyen, suratı yıllarca kötü havaya, düşman ateşine ve toza toprağa dayanıp eskimiş gibi duran marine yarbay tok bir sesle yanıt veriyor.
"yes?"
diyorum yarbayım adınıza düzenlenmiş belçika kraliyet savcısından bir tutuklama emri var. bu yanımdaki polisler sizi karakola kadar götürecek ve ifadenizi alacaklar. bana verilen emir ise yanınıza bir adet aide veya mütercim vererek kapıya kadar eskort etmek. amerikan nmr ofisine durumu rapor etmek, gerekirse size mütercim sağlamak ve eğer isterseniz ailenize haber vermek. bir ihtiyacınız varsa da yardımcı olacağım.
"anlıyorum" diyor. sonra yüzüme bakıyor. adi bir suçlu herhangi biri olsa elleri duvara ya da masaya dayayıp üstünü zorla aramamız gerekir. ancak üniformalı. silahı olup olmadığını soruyorum. olmadığını söylüyor. belçikalılar hamle edip kemerlerinden kelepçe çıkartıyorlar. yarbay bana ruhsuzca bakıyor. belçikalılara gerek yok gibisinden bir el işareti yapıp kelepçeyi geri yerine sokturuyorum. o sırada bütün koridor dışarıda bizi dinlediği için iş arkadaşlarını, hele ki o rütbede bir subayı kelepçeyle çıkartamam. belçikalı denyolar kendisini orada tutuklamak ve haklarını okumak istiyorlar ama onu da durduruyorum. karakollarında ve üs dışında da bunu yapabilirler.
beraberce aşağı iniyoruz ve milletin delici bakışları altında dört kat iniyoruz
gülerek goy goy yapanlar manzarayı görünce sus pus olup uzuyorlar. kapıya vardığımızda da nmr ofisleri genç ve çok iyi giyimli bir amerikalı hanım mütercim yolluyor hepsi polis van'ına binerek polislerle beraber gidiyorlar. arkalarından bir süre bakakalıyorum.
sonra arkayı bir dönüyorum deniz plan daire subayı türk kurmay albayla gözgöze geliyoruz. troy çorum dublajında o dönem çok güldüğümüz repliği tekrar söylüyor
"neettin sen yeğen yav"
"valla bilmiyorum komutanım ama umarım bir daha olmaz"
türk subaylar daha sonra konuşurken, kafasına çuval da geçirseydin onlar bize öyle etti diyorlar ama biz atatürkün yere serili yunan bayrağını kaldırttığı anlayıştan gelen bir harbiyenin üyeleriyiz.
iki yanlış bir doğru eder mi?