Bir Neslin, Çizimlerine Bakarak Hayallere Daldığı Efsane Kitap Serisi: Ayşegül
henüz okuma bilmezken resimlerine bakıp kardeşime okuyormuşum gibi yapar masal kıvamında anlatırdım. ayşegül; ben o resimlerden ne gördüysem, ne anladıysam, ben ne yapmasını istersem onu yapardı.sonra okumayı öğrendim ve merakımdan yine okudum kardeşime.tamam resimleri çok güzel ama o resimlere ben daha iyi hikayeler anlatıyordum.
eşek kadar oldum ama hala elime aldığımda muhteşem çizimleriyle beni hayaller alemine sürüklüyor. ayşegül'ün orijinal adı martine, ingilizce adı debbie'dir.
okudukça o ayşegül denen kızı açık ve seçik bir biçimde kıskandığım kitaplardan oluşan seriydi. uyuz ayşegül şimdi napıyo acaba? hala beni kıskandıracak aktiviteler gerçekleştiriyor olabilir mi diye düşündüm bir an..
çizimleri oldukça iyi olurdu. hatta o kadar iyi olurdu ki, gerçek ve rüya, hayal karışımı, insanı başka dünyalara götüren cinsten. olsa hala okurum herhalde. köpeği biraz salaktı ama yine de olsun, ayşegül'e çok şey borçludur bizim nesilimiz.
serideki ayşegül mutfakta kitabını ilk gördüğümde hayaller alemine dalmış bir süre sonra da mutfağa koşup kek yapmaya başlamıştım. çünkü o kadar nefis ve gerçekçiydi ki çizimleri... küçük kedi, kaşıklar, etrafa saçılmış unlar... yıllar geçti ama ben hala her mutfak seansında o sayfaları hatırlar, zevkin doruklarına ulaşırım.
ergenlik öncesi kız çocuklarına, toplumsal rolleri sindirmesi için empoze edilen kadın prototipi. kentli, eğitimli, hanım hanımcık, her işte başarılı, sevgi dolu, sevimli, küçümen örnek karakter.
yaşatılsaydı hem çocuk hem de kariyer (ilkokul öğretmeni olarak) yapardı. çyddde türkan saylan'ın neferi olur, taşralı kızların aydınlanmasına vakfederdi kendisini.
krep yapmayı teorik olarak kendisinden öğrendiğimi de itiraf etmeliyim.
asıl adı martine imiş; ben anca yaş 11 olup fransızca öğrenmeye başlayınca anladım böyle olduğunu, o zamana kadar da külliyatını 8 kere okumuş, binlerce kez de hayran hayran resimlerine bakmıştım. pek nefis resimleri vardı. nefis derken gerçekten "nefis" demek istiyorum; oraya birazdan geleceğim.
herşey iyi tamam da 80'li yıllar türkiye'sinde çocuğuz bize reva görülen eziyete bakar mısınız? bir tanesinde bıcırık kişilik tatilde midir plajda mıdır nedir, seyyar dondurmacıdan dondurma alır.
1) türkiye'de o zamana kadar ben seyyar dondurmacı görmüş değilim (ki ilkokulu taşrada okudum, olsa görürdük herhal).
2) türkiye'deki mevcut sabit dondurmacılar genelde bu seyyar dondurmacı arkadaş gibi amerikan hava kuvvetleri subayı kepine benzer beyaz kep takmıyorlar.
3) türkiye'de henüz dondurmayı top halinde külaha koyan muhteşem alet icat edilmiş değil, spatulayla külaha yapıştırılmış dondurmalar yiyoruz.
4) kardeşim nerden buldun sen o dondurmanın üstündeki kremayı, bi de üstünde o kiraz şekerlemesini!! o çocuk halimle o nefis dondurmamsı şeye beni aş erdirmenin, tüm nesli heba etmenin ne anlamı var! ara tara ülke sınırları dahilinde böyle birşey görülmüş değil, kaldı ki 80'lerdeyiz, öle çat diye evropaya da gidilemiyor, hem ne diyeceksin sınırdaki polise "bizim kızın canı ayşegül ün dondurmasından çekti, gidip de alıverem" mi diyecen. bu nasıl bir eziyettir yarabbi, el mecbur o dondurmayı ve onu iştahla yiyen terbiyesiz ayşegülü bilinçaltına sıkıştırdık. ne zaman ki gloria jeans den içeri girip üstü kremalı kahvemsileri gördük, işte o zaman ayşegül ve dondurması zıplayıverdi ortalık yere. aldık yedik/içtik. zaten pek de matah birşey çıkmadı ama o çocuk halimle o resme aş erdiğimle kaldım. yazıktır günahtır diyorum sadece, zaten zordu 80lerde çocuk olmak.
5) bi de bu kız donunu gösterip duruyodu sürekli, biz gösterince şaplağı yiyoduk anneden. gene kavram kargaşası her halükarda.