Bukowski'nin, Bir Okuruna Resmen İçini Döktüğü Fazla Bilinmeyen Mektup

Pis moruk kısa bir mektubunda bile döktürüyor resmen.
Bukowski'nin, Bir Okuruna Resmen İçini Döktüğü Fazla Bilinmeyen Mektup

bukowski ağustos 1986'da, ilk destekçisine geç kalınmış, güzel bir teşekkür mektubu göndermiş. reach for the sun: selected letters 1978–1994 (seçilmiş mektuplar 1978–1994) kitabında bulunan bu mektup, bukowski'nin karakteristik oyunbazlık ve dokunaklılık, politik doğruluktan yoksunluk ve derin duyarlılık, alaycılık ve öz bilincin samimiyeti karışımını yansıtıyor. buyrun:

12 ağustos, 1986

merhaba john,

mektubun için teşekkür ederim. bazen geldiğin yeri hatırlamak iyidir. sen benim geldiğim yerleri biliyorsun. ki, bunun hakkında yazmaya veya filmler yapmaya çalışanlar bile doğru düzgün anlamaktan uzaklar.

"9'dan 5'e" derler. ama asla 9'dan 5'e değildir mesai. ücretsiz bir öğle arası bile yoktur, aslında birçok yerde işini korumak için yemek bile yiyemezsin. ardından fazla mesai gelir, eğer şikayet edersen, yerine geçecek başka bir ahmak bulunur.

benim eski bir sözüm vardır, bilirsin: "kölelik hiçbir zaman kaldırılmadı, sadece tüm renkleri içerecek şekilde genişletildi."

ve can yakıcı olan şey, istemedikleri işte tutunmak için mücadele edenlerin insanlığının da giderek azalmasıdır, zira daha kötü bir alternatiften korkarlar. insanlar korkak ve itaatkar zihinlere sahip bedenlerdir. renk gözden gider. ses çirkinleşir. ve beden. saç. tırnaklar. ayakkabılar. her şey.

gençken, insanların böyle koşullarda nasıl hayatlarını sürdürdüklerine inanamazdım. yaşlı bir adam olarak, hala inanamıyorum. bunun için ne yapıyorlar? seks mi? televizyon izlemek mi? aylık taksitlerle bir otomobil almak mı? ya da çocuklarını yetiştirmek? sadece aynı şeyleri yapacak çocuklar?

gençken bazen iş arkadaşlarımla konuşurdum: "patron her an gelip hepimizi işten atabilir saniyesinde, bunun farkında değil misiniz?" bana sadece bakarlardı. zihinlerine girmek istemedikleri bir şeyi ifade ediyordum.

şimdi endüstride geniş çaplı işten çıkarmalar var (çelik fabrikaları kapandı, iş yerinin diğer faktörlerinde teknik değişiklikler oldu). yüz binlerce kişi işten çıkarılıyor ve yüzleri donuk bir şekilde:

"35 yıl boyunca çalıştım..."
"doğru değil..."
"ne yapacağımı bilmiyorum..."

kölelere asla yeterince ödeme yapmazlar, yapsalar özgürlüklerine kavuşurlardı. şu anki parayla sadece hayatta kalabiliyorlar. bunu her zaman görebiliyordum. niçin onlar göremedi? ben bütün bunları anladığım halde, neden onlar da anlayamıyordu?

tüm bu pisliği sistemden çıkartılmayı göze alarak yazdım, sistemi sistem dışına çıkartmanın keyfi diyelim. şimdi buradayım, profesyonel bir yazar olarak, 50 yıldan sonra, sistemin ötesinde başka iğrençlikler olduğunu da buldum.

bir zamanlar bir aydınlatma şirketinde paketleyici olarak çalışırken, elemanlardan biri aniden şunu söyledi: "asla özgür olamayacağım!"

patronlardan biri yanımdan geçiyordu (adı morrie'ydi) ve işçisinin tutsak olduğu gerçeğinin tadını çıkararak hoş bir kahkaha patlattı.

sonuç olarak, o yerlerden çıkmak için sonunda sahip olduğum şans -ne kadar uzun sürdüğünün bir önemi yok- bana bir tür sevinç verdi, mucizenin neşeli sevincini.

şimdi eski bir zihinden ve eski bir bedenden yazıyorum. çoğu erkeğin böyle bir şeyi sürdürmeyi düşünemeyeceği zamanlardan çok uzun süre sonra...

kelime dağarcığım zayıflamaya başladığında, merdivenleri tek başıma çıkamaz duruma geldiğimde ve artık bir mavi kuşu bir ataçtan ayırt edememeye başladığımda bile; hala bir şeyleri hatırlayacağımı hissediyorum (ne kadar uzağa gittiğim önemli değil). nasıl cinayetin, karışıklığın ve zorluğun üstesinden geldiğimi, en azından cömert bir şekilde ölmek için.

hayatını tamamen boşa harcamamış olmak, en azından kendim için değerli bir başarı gibi görünüyor.

hank.

kaynak: https://www.themarginalian.org/…yapdbxoedtustxl-t64

ekleme: bukowski'nin 1992 yılında yazdığı the man with the beautiful house adlı şiirin, 1999'da jonathan hodgson ve illustratör jonny hannah tarafından animeleştirilmiş hali: