Celal Şengör'ün Hegel Eleştirisi, Neden Sağlam Argümanlarla Kurulmuş Değil?
Şengör'ün Hegel eleştirisi 1
Hegel eleştirisi 2
şengör'ün hegel'e yönelik eleştirilerine geçmeden önce sizlere birkaç önemli bilgi aktaracağım
bilim insanlarının modern toplumsal rolü, ilk kez, 19. yüzyılda ikinci bilimsel devrim (bilimsel sentez sonucu günümüz fizik biliminin ortaya çıkışı) ile aynı zamanda belirmiştir. bu yüzyılda alman üniversite sisteminde yapılan reform ile birlikte alman üniversiteleri laik devlet kurumları haline gelmiş ve bilim öğretimi devletin orta öğretimde görevli öğretmenleriyle doktorlar, eczacılar, bürokratlar ve diğer profesyonellerin eğitilmesindeki işlevini yerine getirmiştir. bir diğer farklı nokta da üniversitelerin amacı artık, araştırmaya teşvik etmektir. yine bu dönemde bilimde kariyer için ph.d (doktora) bir gereklilik haline gelmiştir. bunlarla birlikte bilimin profesyonellik kazanmasında uzman kurumlar da gerekli olmuştur. böylece geleneksel bilim dernekleri genellikle bilimlerin tümünü temsil ederken, 19. yüzyılda her biri ayrı bir disiplinle ilgilenen yeni kuruluşlar ortaya çıkmış ve uzmanlaşmanın önü açılmıştır. özellikle doğa bilimlerindeki büyük gelişmelerden dolayı da artık bir bilim insanı yalnızca belli bir alanda eğitim alıp, uzmanlaşıp araştırma yapabilmektedir. sonuç olarak bilim insanı, toplumsal ve profesyonel bir varlık olarak ancak 19. yüzyılda ortaya çıkabilmiştir.
peki, tüm bunları neden söyledim? yukarıdaki videoyu izlediyseniz, batının 19.yy'da başardığı uzmanlaşmayı daha başaramadığımızı göreceksinizdir. istediğiniz kadar yurt dışında eğitim alın, orada yaşayın, fark etmez. ülkemizin -batıda 17.yy'da şekillenen- bilimsel algıdan yoksun olmasından ötürü bu sınırlar içine girdiğinizde, ister istemez bu durumdan istifade ediyorsunuz. demek istediğim şu ki, şengör'ün uzmanlık alanı jeoloji'dir -ki jeoloji de her bilim dalı gibi önemlidir-. ancak ne hikmetse, aynı zamanda kendisi, birçok konuda olduğu gibi hegel ve dolayısıyla felsefe konusunda da uzmandır (!) şu eleştiriyi getirebilirsiniz; şengör'ün evinde binlerce kitap var; okumuş, araştırmış, öğrenmiş ve anlatıyor işte! ancak dedim ya en başta, uzmanlaşma dediğimiz şey o kadar kolay bir şey değil, ne yazık ki. peki ya ben size, hegel ve felsefe hakkında, kendisinin, yarı cahillere yakışan bir bilgi birikimine sahip olduğunu söylesem?
sanırım bu kez de, felsefenin dertlerine giriş yapıyoruz. felsefenin binlerce derdinden birisi de onun romanlarla karıştırılması olsa gerek. öyle ki, felsefeyi herkes bilir. kimine göre uğraşılmayacak kadar gereksizdir, kimine göre ise hoş bir hobidir. ancak felsefenin kendine has bir terminolojisi olduğunu, bu alanda çalışma yapmanın açık bir şekilde bütün alanlardan daha çok emek gerektirdiğini görmek istemez, kimse. okumayan ya da bir iki ıvır zıvır okuyup kendisini filozof sanan insanlardan ve yeni yetmelerden bıkmış biri olarak, şengör gibi bir bilim insanının şu tavrı bana diğerlerinden de çok farklı gelmemektedir. çünkü aslolan bilimsel algıdır. ne yaş, ne de okuduğun kitap sayısı önemlidir...
gelelim kendisinin hegel ile ilgili söylediklerine...
öncelikle hegel ve marksizmi birbirinden ayırt etmemiz gerekmektedir. bunun nedenini biraz sonra anlatacağım. ardından şunu da belirtmekte fayda var ki, şengör'ün marksizme yönelik eleştirileri bu alanda uzmanlığı olmadığı için tam olarak anlaşılamamaktadır. kendisinin marksizm eleştirisine az çok hak verdiğimi belirtmek isterim. asıl can alıcı nokta ise hegel'in yönteminin diyalektiğe indirgenmesidir. bu büyük bir hatadır. çünkü hegel'in yöntemi sentezi kurmakta ve özdeşliği meydana getirmektedir. dolayısıyla, diyalektik, hegel'in yönteminde aracı bir rol oynamakta olup, yöntemin ta kendisi değildir. hegel'in yöntemi bunlardan dolayı spekülatif yöntemdir. örnek vermemiz gerekirse, varlık ve yokluk; diyalektiktir. ancak bunların sentezi olan oluş, hegel'in felsefesini ortaya koyar. bir başka örnek daha verelim: nicelik ve nitelik diyalektiktir. ancak ölçüt sentezi oluşturur. ölçütün tanımı nicelikli nitelik veyahut nitelikli niceliktir. marksizm ise hegel'in spekülatif yöntemini şiddetle eleştirir. her şeyden evvel hegel'in yöntemi eyleme fırsat tanımaz. onun yöntemi yalnızca gözleme olanak tanır. ki gözlemin kendisinin kökeni pisagorculara dayanmaktadır. dolayısıyla engels'in eleştirisi hegel'in kalıcı ve mutlaklaştırıcı bir felsefe yaptığına yöneliktir.
engels, bununla da yetinmez ve hegel'in prusya devletini mutlaklaştırdığını savlar. oysa hegel, yalnızca devlet kavramının kendisini mutlaklaştırmaktadır. dolayısıyla, marksizm hegel'in yönteminin diyalektik kısmını alır ve sentez kısmını dışarıda bırakır. böylece, hegel ve marksizm'in bir ve aynı şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. hegel'in yönteminin diyalektik kısmının cımbızla alınması da hegel'in suçu değildir. ayrıca tez ve anti-tezin ayrı ayrı ele alınması da, hegel'e göre zaten dogmatik bir tutumdur. şengör gibileri için, schopenhauer'in orjinalliğinin, onun -başta hegel'e olmak üzere- hakaret etmesinden ibaret olduğunu düşünüyorum. çünkü biz, hakareti ve küfrü, açık sözlülükle karıştırmayı çok severiz. orjinal olanı felsefede ararsan, hegel'in, sistemin ilkeyle başlamaması gerektiği fikrinden daha orjinal bir düşünce bulamazsın. ona göre, sistem ilkeyle başlamaz; ilke gerçek olandır ve sistem gerçeği sonuç olarak üretir -birden çoka değil; çoktan bire-. sistem, bütünün ifadesidir. engels ise bir sisteme karşıdır -sistem gelip geçicidir- ve önemli olanın yöntem olduğunu düşünür. hatta hegel'i öznel bir tutum içindeymiş gibi tanıtmayı da ihmal etmez. oysa hegel'de sistem ve yöntemi birbirinden ayıramazsın, aksi takdirde yine dogmatik bir tutum sergilemiş olursun.
özetle
hegel'in felsefesi, felsefede uzmanlaşmamış insanlar için oldukça zorlu bir alanı teşkil eder. hegel'in spekülatif yöntemi'nde aracı rolü oynayan diyalektiğin marksizm tarafından eylemi olanaklı kılabilmek için cımbızlanması, hegel'in suçu değildir. bu tarz saçma eleştiriler, her zaman, alt zemini yetersiz olan insanlardan gelir. alanınızda ünlü bir bilim insanı olabilirsiniz. ancak bu, felsefe bildiğiniz veyahut bu alanda uzman olduğunuz anlamına gelmez. en azından 19.yüzyıldan beri durum böyledir.