Futbol Tarihinin Gördüğü En Aykırı Futbolculardan Biri: Robin Friday

1952 ile 1990 yılları arasında yaşamış İngiliz futbolcunun hayatının kısa bir özetini Sözlük yazarı '' arvo'' anlatıyor.
Futbol Tarihinin Gördüğü En Aykırı Futbolculardan Biri: Robin Friday

efendim bugüne kadar bu ekşi sözlükte birçok topçu yazmış bendenizin tanımadığı bir isimdi bu. çok sevgili dostum eski yazarlarımızdan cosmo vitelli "abi, bir adam var demiş" ve kulaklarımı çekmişti. yıllardır tanıdığımız bay cosmo gidince, başlık öksüz kaldı diye içi ağlayan birkaç satır yazacak müsaadenizle.

o aslında bir ikon futbolda. futbolun hem temizliğinin, fair playinin anlatıldığı günümüzde, ne yazık ki hatırlanmayan bir anti-kahraman belki de. evet siz george best masallarıyla mı büyüdünüz yoksa tıpkı benim gibi, işte friday en az bir best'tir fakat, georgie the best'tir.
peygamberler kendi toprakları dışında da tanınırlar mı demişti romalılar bir zamanlar. bir latince söz vardı eskilerden şu an hafızamdan uçmuş olan. işte futbolun bir güzelliği olan friday, yapabileceklerinin çok azını yapmış yine de bir destan olmuştur ingiltere'de, en azından belli çevrelerde. super furry animals'ın the man don't give a fuck'ında kapak kızı olup v sign yapan bu adam peki kimdi?

tamamen duygusal sebeplerle takım değiştiren yetenekli bir bızdıktı aslında. adamın, içkisi vardı, kadınları vardı arkadaşlar. haliyle paraya ihtiyacı vardı. daha çok parlamadan, bir gün bir maçı unuttu. pubda içkileri arka arkaya deviren kardeşimizi sahaya aldılar, işte mitos o gün başladı. sahada ayakta duramayan maçın tek golünü attı. hatta bazı iddialara göre, öyle bir gol attı ki o gün. bütün rakiplerini inci gibi ipe dizip boş kaleye girdi kimilerine göre, kimileri bildiğin bir gol attı dedi, büyütmeyin bu herzeyi dedi.

reading'e transfer olduğu gün, ilk defa önüne ciddi yazılmış kâğıtlar konmuştu artık profesyoneldi çünkü. üç sezon kadar camiayı taşıdı bizim ufaklık. sahada döktürüyor, saha dışında dövdürüyordu. reading tarihinin en iyi adamı seçildi zira babadan oğula, kulaktan kulağa anlatılan bir efsanenin ta kendisiydi o. sahada bir yapsa, bin anlatılıyordu.
tevatüre göre bir maçta kıçıyla kaldırdığı topu göğsüyle yumuşatmış, indirdiği topa bir bazuka çakmıştı. yazık ki görüntüsü yok derler yine bu pozisyon için. tabii şaşırmadık, başta dediğimiz gibi, ne de olsa friday mitosu almış başını bir kere, tutsan olmaz, bağlasan durmaz.
bir gün mark lawrenson'a kafa çakan baba, en sonunda reading'i bırakıp cardiff mıntıkasına yola çıkmıştı. tren istasyonuna vardığında tutuklanmış lakin sonra salıverilmişti. çok da önemli değil galiba bilet almayı ihmal etmişti de kendisi. neyse efendim cardiff'te fena olmayan şeyler yaptıysa da, kısa bir süre sonra koptu futboldan. 

o bir maçta herkesleri çalımlayıp golünü atan, ardından sinirlenip rakibine kafa atan, kendisini zapt etmeye gelen polis memurunu öpen, bununla yetinmeyip rakiplerinin şortlarını indiren, ağza alınmayacak lafları çeşitli kulaklara fısıldamaktan imtina etmeyen, her türlü işaretle duygularını açıklayan bir adamdı. hiç kendine bakmadı, hep dolu yaşadı. bir gün ingiltere için oynamaktansa, başına buyruk takılmayı tercih etti. 38 yaşında kalbi londra'da durduğunda, zaman dondu onun için. reading taraftarının kalbinde yaşamaya ve yeni destanlar yaratmaya devam ediyor.