Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Son 25 Yılda Yaşadığı Çalkantılı Süreç
nereye gittiğimizi seçebilmek için bazan biraz uzaklaşmak, başka yerlere bakmak, olanı biteni yukarılardan süzmek gerekebiliyor.
eski zalimlerden de son model zalimlerden de çok çekmiş ülkelerden biridir güney afrika cumhuriyeti. aynı zamanda, en kırılgan konumdaki ‘yükselen piyasa ekonomileri’nden biridir, memleketimiz ile birlikte. buna karşın, yine tıpkı türkiye gibi, sermayeci ekonominin sadık izleyicileri arasındadır. ülkedeki karşıtlıklar, karışıklıklar, zengin ile yoksul arasındaki uçurum, çürüme, nereye varacağı belirsiz korkunç bir çığ biçimine bürünmüştür artık.
toplumcu akımların güney afrika’da özel bir yeri var. ırkçı düzene son veren afrika ulusal kongresi (anc) bir dirençli bir halk devinimini temsil eder. anc saflarında savaşımı sürdürmüş rolihlahla (nelson) mandela başta olmak üzere halk devinimi önderlerinin değişen söylemleri gölgesinde, bu güçlü toplumcu yapının sermayecilerle uzlaşması öyküsü ise öğretici dersler içerir.
güney afrika’da politika perdesi son 20-25 yılda inanılmayacak çalkantılar, değişimler, dönüşümler yaşadı
öncelikle kitlelerin dizginleri biraz gevşetildi. o döneme dek ses çıkaranlar, tepki gösterenler, sopalarla kurşunlarla işkencelerle bastırılmış, önderler hapse tıkılmıştı. yürürlükte apartheid düzeni vardı. siyahların, beyaz adamın yaşadığı sokaklarda yürümesi, aynı taşıtlarda oturması, eşit öğrenim görmesi yasaktı. yasa ile, kolluk ile, paramiliter güçler ile, medya perdesi eliyle bu eşitsizlik korunuyordu.
örneğin, yürürken yoruldunuz, sokaktaki sıradan bir banka oturmak istediniz. kurulu düzen o banka oturmanızı yasaklıyordu. siyah olmanız da gerekmez, çinli ya da türkiyeli de olabilirsiniz. o banka oturamayacaksınız, çünkü üzerinde "yalnızca beyaz avrupalılar içindir" yazıyor. oturursanız ceza alacaktınız, karakola götürülecektiniz, tartaklanacaktınız. belki özgürlüğünüz elinizden alınacaktı.
bu modası geçmiş zorbalık, avustralya’nın geçmişte uygulamış olduğu ‘beyaz göçmen’ politikası ve aborijinleri 60’ların sonuna dek insandan saymaması, abd’nin kızılderililere, siyahlara uygulamış olduğu ayrımcılıklar, britanya’nın asyalı, afrikalı, irlandalı yurttaşlarına tekmeyle kamçıyla tattırdığı özgürlük ile aynı çizgideydi.
sömürgeciler değişen dünya dengelerini ellerinde tutabilmek adına özgürlük, demokrasi gibi kavramları kendi burunları dikine yonttukça, güney afrika gibi yerlerdeki eski model zalimlerin son kullanılma tarihleri geçiyordu. süreç, doğu avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede askerî, paramiliter oluşumların, örgütlerin, cuntaların çözülmesi ile devam etti. bu arada, sömürgecilere tehdit olabilecek isimler ya temizlendi, ya deli damgası yedi ya da hapislerde çürüdü. sömürgecilerle uzlaşma olanağı bulunan isimler ise cilalanıp perde önüne sürüldü. böylece, sömürgeciler yeni cilalı düzenlerinin devamı için, yayılması için ellerini güçlendirmiş oldular.
güney afrika’da ezici çoğunluğu oluşturan siyahların karşısında bir avuç seçkinin savunduğu apartheid’ın son kullanma tarihi geçince, mandela’ya geri adım atması karşılığında özgürlüğü önerildi
ancak mandela bu ödünü vermedi. bunun üzerine daha dolambaçlı yollardan gidilmesi, kuşatmanın başka türlü işlemesi gerekti. 1990 yılında, mandela’nın 28 yıllık tutsaklığı sona erdi. tüm dünyanın canlı yayınladığı törenle salıverildi. iki yıl sonra güney afrika cumhuriyeti’nin ilk siyah devlet başkanı olarak başa geçti. kendisini özgür bırakan willem de klerk ile birlikte nobel barış ödülü’nü aldı.
nelson mandela ömür boyu hapse tutsak edildiği yargılamada, halkına “ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım, siyahların tahakkümüne karşı savaştım. demokratik ve özgür toplum düşüncesini öğütledim. bunun için, bunu başarmak için yaşadım. bunun için ölmeye de hazırım!” diye haykırmıştı.
ancak, alman düşünür nietzsche’nin “sırf pençelerin yok diye kendine iyi diyenlerden olma!” diye uyardığı günler gelip çattı. birlikte ayağa kalktıkları yürüyüş güce, yetkiye kavuştuğunda, güney afrika’daki siyahların hareketi halkın sorunlarına çözüm getiremedi. zalimlere hesap soramadı. mandela kendine güvenenlerin umutlarını gerçeğe çeviremedi.
apartheid’ın bitmesinden 25 yıl sonra, güney afrika doğal kaynak zenginliğine rağmen hâlâ yoksunluğun kucağında
gelir eşitsizliğinde başı çekiyor, işsizlik yüzde 25’lerin üzerinde seyrediyor. açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar kol geziyor. suç oranı korkunç.
zengin ile yoksul arasındaki keskin ayrım apartheid’ın yerini almış. eskiden ‘beyaz adam’ın kullanımına özel olan evler, semtler, yemekler, arabalar şimdi ‘zengin adam’a özel. yoksul siyahların bu semtlere girmesi, bu yemekleri tatması, bu araçlara erişmesi yine söz konusu değil.
sorunun sınıfsal olduğu gerçeği gözden kaçırılınca, siyahların siyahlara zulmettiği, yoksulların birbirini kırdığı günler kapıya dayanıyor. son olarak 2008 mayıs’ında zimbabweli, mozambikli, malawili göçmenlerin bulunduğu barakaları basan linççi kalabalıklar, kimini canlı canlı yaktıkları 62 insanın ölümüne neden oldular.
başa geçen devletlûler ise derebeylik yapısıyla, bağnaz inançlarla yoğrulmuş. ülkeyi kasıp kavuran salgın hastalıklara başkanlar, bakanlar çıkıp ‘banyo yaparsanız aids’e yakalanmazsınız’ diyebiliyor. belki yoksul yurttaşlarına takla da attırıyorlardır.
biraz da, yakın zamanda yaşanmış mbeki - zuma gerilimi üzerinde duralım
mandela, geçtiğimiz yıllarda yumuşak bir geçişle önce anc liderliğini, sonra da devlet başkanlığını yardımcısı thabo mbeki’ye devretmişti. mbeki uyguladığı körkütük sermayeci politikalar ile yoksul yığınları iyice köşeye sıkıştırıp ezmişti. bunun bir sonucu olarak önce 2007’de anc başkanlığını, ardından 2009’da devlet başkanlığını jacob zuma’ya karşı yitirdi. zuma, kendisine ilişkin yolsuzluk söylentilerine, tecavüz suçlamalarına karşın sendikaların, toplumcu örgütlerin desteğini arkasına alarak seçimi kazandı. sermayecilerin gözdesi, neoliberalizmin bayraktarı mbeki ise düşmeye mahkumdu.
mbeki 28 yıl boyunca ülkesinden uzakta yaşamıştı. anc’nin dış bürolarında görev almıştı. ingiltere’de sussex üniversitesi’nde ekonomi dalında lisanüstü öğrenim görmüştü. tutsaklık yaşamadı. güney afrika’nın iki büyük etnik topluluğundan biri olan xhosa kökenliydi, mandela gibi. ancak halkı ile kültürel bağları zayıflamıştı. kendisini halkın içinde, halkla birlikte görmek pek kolay değildi.
zuma’ya gelince, kendisinin ilkokul diploması bile yoktur. anc savaşçısı olarak mandela’yla birlikte on yıl tutsak kaldı. salıverildikten sonra silahlı direnişi örgütledi. en kalabalık etnik topluluğu oluşturan zulu kökenlidir. konuşmalarıyla, tavırlarıyla, neşesiyle, mahkeme salonlarını şenliğe dönüştürmesiyle tam bir “zulu” olarak görülür. ancak zulu bölgesinde ayrılıkçı sapmaların ayrıştırılmasında, zulu halkının desteğinin anc’ye kaymasında belirleyici olmuştur. yıldızının giderek parladığı süreçte devlet başkanının yardımcılığına getirilmişti. ne var ki, neoliberal politikaların tetiklediği halk eylemlerinin sözcülüğüne soyunması, devlet başkanı mbeki ile ilişkilerinin bozulmasıyla sonuçlanmıştı. bir yolsuzluk dosyası nedeniyle de görevden alınmıştı.
mbeki sık sık, zuma’nın ‘ülkeyi yönetmeye lâyık olmadığı’nı vurgulayıcı konuşmalar yapmıştı. zuma’nın yükselişinin sermayecilere korku vermişliği kuşku götürmez. bu nedenle medya perdesinde kendisinin önünü kesmeye yönelik pek çok girişim oldu. zuma da bilgisiz, ölçüsüz söylemleriyle, çıkar amaçlı kişilerin yanına sokulduğu kirli ilişkileriyle, aynı anda dört kadınla evli oluşuyla bu ön kesme çabalarına kozlar sunmaktan kaçınmadı. ayrıca anc başkanı seçilir seçilmez “yerli ya da uluslararası iş çevrelerinin huzursuzluğa kapılması için bir neden yoktur” demeci vererek “zuma’yı evcilleştirelim” diyen kimi sermayecileri ellerini oğuşturmalarını sağladı.
güney afrika’da halkın yıllardır umut bağladığı, omuz verdiği, oy verdiği devinim, düzenin çekirdeğindeki çelişkileri göz ardı ettiği için, altyapıya ilişkin köklü devrimlere girişemediği için umutları boşa çıkarmıştır. sermayeciler bu süreçte kazançlarını arttırdı, yüzleri güldü. bu bağlamda “halkın bağrından kopup gelmiş” zuma’nın yükselişi halkın sorunlara çözüm olamadı.
güney afrika’dadaki bu öykünün başka biçimlerini mısır’da, türkiye’de, tayland’da ayrı dillerden dinleyebilirsiniz. bütün bu coğrafyalarda ortak olan ise artık gözlerden saklanamayacak boyuttaki değişim, dönüşüm, çalkantılar. bu süreç, halkın arayışlarını, sıkıntılarını, beklentilerini bir kez daha ortaya koyuyor. halkın bunca beklentisine, desteğine, çırpınmasına karşın, öykülerin sonunda yine zorbaların gülüyor oluşu çok acı. bu mutsuz sonlar karşısında einstein’ın sözlerini anabiliriz öyleyse: “dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.”
2018'e gelirsek
1652 yılından önce toprakların tamamı siyahilere aitti diyerek yeni bir yasa çıkarmaya hazırlanan, beyaz ırkçılığın yerini siyahilerin ırkçılığına bırakmaya başladığı bir ülke haline geldi güney afrika cumhuriyeti.
25-26 yıldır iktidarda olan anc; apartheid sonrası ilk defa radikal bir söylem kullanarak, "beyazlara" ait olan toprakların, bedelsiz olarak siyahlara geri verilmesini mecliste tartışıyor.
ülkede zaten yüzde 6-7'lere düşmüş beyaz azınlık ise; bunun anayasaya aykırı olduğunu ve böyle bir şey olursa ülkeye yatırımcı gelmeyeceğini, ekonominin çökeceğini anlatmaya çalışıyor.
avustralya ise konuya müdahil olup; toprakları elinden alınan, işinin ehli beyaz çiftçilere göçmenlik konusunda kolaylık sağlayabileceğini açıklamış. çünkü ülkede tarımla uğraşanların çoğu 300-400 yıldır bu işi yapan, "boer" denilen hollanda kökenli beyaz çiftçilerden oluşuyor ve anc şu an tam olarak bu insanları hedef tahtasına oturtmuş durumda.
bir diğer dikkat çekici şey de; "boer" denilen beyaz çiftçiler apartheid sonrası sistematik olarak saldırıya uğruyor. ülkede son 25 yılda 3000'in üzerinde çiftlik basılmış ve binlerce beyaz çiftçi öldürülmüş.
şu an ülkenin en büyük konusu planlanan toprak reformu. ayrıcalıklarını kaybetmiş olsalar da hâlâ ekonomiyi domine eden beyazlar ilk defa bu kadar ötekileştirilmiş ve güvensiz hissediyor.
velhasıl, mandela'nın toplumun her kesimine özgürlük ve huzur getirmeyi planlayarak çıktığı yol, onun ölümünden sonra çok başka yerlere gidiyor maalesef. içinde cape town gibi harika bir şehir barındıran bir ülke için üzücü.