İkinci Bahar, Neden Günümüz Yerli Dizilerinden Çok Farklı Bir Konumda Duruyor?

1998-2001 arası yayınlanan ve şimdi bakınca günümüzün klişe ve birbirinin kopyası yerli dizilerden ne kadar farklı bir kafaya sahip olduğunu gördüğümüz diziyi tekrar bir ele alalım.
İkinci Bahar, Neden Günümüz Yerli Dizilerinden Çok Farklı Bir Konumda Duruyor?

ikinci bahar... geçenlerde 3. kez bitirdim baştan sona, hala bittiğinde yarattığı boşluğu kıyaslayabileceğim (behzat ç dışında) bir dizi yok.

sürekli yalılarda, aşiretlerin konaklarında geçen; para, seks/namus ve silah dışında hiçbir içeriği olmayan diziler o kadar normalleşti ki, sanki bunların dışında bir hayat yokmuş gibi bir hal aldı artık dizi sektörü. gayet abartı ve karikatürize bir dizi bile "eneee ne güzel şeyler yapılabiliyormuş yea" diye ortalığı ayağa kaldırdı geçen sene (bir başkadır). oysa yapılan şey sadece ve sadece bu bahsettiğim üç metaya dokunmamasıydı, o kadar.

oysa ikinci bahar'da işlenen şey kıskançlık üzerine gelişen bir düşmanlık olsa bile tüm dizi boyunca sadece bir kez vakkas neriman'a silah çekti o kadar. onda da bu ikisi aynı taraftaydı üstelik. (bir de ulaş'ın kaptan tarafından vurulmak istenirken ali haydar'ın vurulması var).


bir kere bütün karakterler gerçekten birer "karakterdi"

isimleri hatırlanmasa da şecaattin'in sömürdüğü bütün samatya esnafının yüzü tanıdık geliyor diziyi izlerken. hiçbiri öyle arada bir sahne doldurması için çıkan tipler değil. kasap veysel hastalanınca yerine karısı satı melahat geliyor, timoti işsiz kalınca balıkçının yanında ise başlıyor, ali haydar'ın babası rahatsızlanıp evden atıldıklarında manav nuri'nin yanında kalıyorlar, elektrikçi basri'yi söylemeye gerek duymuyorum bile. hepsi gerçekten ayrı ayrı insanlar ve samatya'da bir hayat yaşıyorlar dizi boyunca.

hikayeyi oluşturan ana konular ise hayatın içine o kadar güzel yerleştirilmiş ki, asla bu salak dizilerdeki gibi zorlama değil. yani milyon dolarları yöneten insanlar işi gücü bırakıp kime saplayabilirim diye bütün gün aylak aylak gezmiyor. ya da salak bir genç kız sakarlıklarıyla kaslı kocaman bir şirket sahibinin kucağına düşüp kaderin zorlamasıyla halvet olmuyor. tam tersi, ana karakterlerden gülsüm (nurgül yeşilçay) zengin olmak için çok varlıklı bir ailenin oğlundan hamile kalıyor ama çocuk buna s*ktiri çekince olaylar büyüyor.

ya da özellikle 90'lardaki amerikan kültürünün hakimiyetinin etkisiyle ulaş'ın ve sarı kafanın her şeyi bırakıp bir şekilde new york'a kaçma hayalleri var mesela. ne bir karı/kız durumu, ne bir "ben büyük adam olacağım" kasıntılığı... adamlar ototeyp çalıp 1000 dolar civarı para biriktirme peşinde, sadece bu yani; geri kalan her şey bunun üzerinden çıkıyor.


düşünün ki, dizinin baş kötüsü vakkas'ı yıkan şey karısı sakine'nin "yeter artık" deyip antep'e dönmesi ve sonrasında da boşanma davası açmasıydı. ne silahlı bir olay, ne böyle güçlü birilerinin deus ex machina gibi gelip her şeyi düzeltmesi yoktu. hatta o bölümde vakkas'ın sakine için attığı bir tirat var, şu anki bir çok dizinin tüm senaryosunu tek başına dağıtır geçer. çünkü sakine karakterinin bile arkası dolu, vakkas'ın o an anlattığı her şeyi hissedebiliyoruz. 3 gün önce embesil bir tesadüfle aşık olmamışlar.

üstelik bunlar olurken empati yaptığımız insan, dizinin baş kötüsü. yani yine motivasyonu olmayan, sırf kötülük olsun diye kötülük yapan biri değil. hatta hikayenin en başında "kaapçı (kebapçı) karşısına kaapçı açılır mı tiskiyt" diye nispeten haklı bir noktadan da çıkış yapıyordu ki, ali haydar da bunu kabul edip "bu dükkan düşes geldi" diye açıklıyordu durumu. ancak daha sonra asıl problemi olan kıskançlık nedeniye dozu arttırdığı noktalardan birinde ali haydar tüm samatya'nın önünde babası resul usta'nın mektubunu okuyunca 2. seviyeye geçti kötülükte. (mektupta babası vakkas'a çok ağır şeyler yazıp, ali haydar'ı övüyordu. yani tam da kıskandığı konu). yani vakkas'ın tüm motivasyonunu izleyiciler olarak takip edebildik.

aynı şekilde şecaattin ve neriman cephesi de böyleydi. vakkas düğün günü medet'i depoya kilitlediğinde "melek'in suçu yok" diyerek durumu ihbar eden neriman'dı mesela, o bölümlerde ali haydar'a düşman olsa da. ya da yapılan her kötülükte şecaattin "abla yapmasak mı?" diyordu başlarda. sonralarda her karakterin kendi dünyası darbe aldıkça daha da zalimleştiler ama bir noktaya kadar. çünkü neticede bunlar hala en başta gördüğümüz kişilerdi.


son olarak

"kötülerin" yenildiği/kırıldığı anlar da dizinin neden bu kadar kaliteli olduğunun kanıtıydı bence. vakkas karısı kendisini terk edip yalnız kalınca, şecaattin belediyedeki zabıtalık görevinden alınınca ve neriman da sezen aksu'nun geldiği bölümde durum arabasının önünde hep birlikte tam bir aile olarak ikinci bahar'ı söylediklerini gördüğü anda pes etti. çünkü vakkas yalnız kalıp hor görülmekten korkup ali haydar'ı kıskanmaya başlamıştı. şecaattin küçüklüğünden beri asker olmak istese de konuşmasından dolayı defalarca elenmiş ("hmmmmlıyomuşum" diye anlatmıştı sebebini), neriman da ali haydar'a olan aşkıyla boğuşuyordu. üçü de gerçekten kendi hikaye yollarının tam olarak bitmesiyle kırıldılar yani.

gerçekten her yanıyla müthiş bir diziydi

eleştirilecek yanları da vardı elbet; mesela bazı anlar çok abartılı (tiyatral deniyor galiba) konuşmalar oluyordu. karakterler bir anda nutuk atmaya başlıyordu misal. ya da diyaloglar gerçekdışı şekilde hızlı ilerliyordu çoğu zaman ama sanırım o da dönemle alakalı bir durumdu.

son olarak müziklerine değinmeden bitiremezdim. bu konuda bana göre tartışmasız en tepede olan dizidir ayrıca. incesaz çalıyor yahu, ötesi var mı?

işte öyle her anlamda müthiş bir diziydi ikinci bahar. muhtemelen gelecek yıl yine baştan sona izleyeceğim ve hiç bir şekilde sıkmayacak, yine aynı şeyleri hissettirecek...