İş Hayatında Empati Duygusuyla Neden Pek Karşılaşmıyoruz?

Empati, kitaplar ve filmlerde bol bol kullanılırken gerçek hayatta, özellikle de iş hayatında pek de kendini göstermeyen bir şey. Bu durumun neden böyle olduğuna dair psikolojik bir analizi Sözlük yazarı "daitoryu" paylaşmış.
İş Hayatında Empati Duygusuyla Neden Pek Karşılaşmıyoruz?
iStock

timsahların tükürük ve gözyaşı salgılayan bezleri birbirine çok yakın olduğu için avlarını yutmak için kocaman ağızlarını açtıkları zaman tükürükle beraber gözyaşı da salgılarlar. eski insanlar bunun farkında olmadıkları için timsahın avını yerken ağladığını ve aslında çok duygusal, içli bir hayvan olduğunu düşünmüşler. "timsah gözyaşları" lafının geldiği yer burasıdır.

şu aralar her lafına arasına "empati" kelimesini lavaşın arasında konan et döner gibi sürekli sıkıştıranları gördükçe aklıma hep bu duygusal timsah kardeşler geliyor.

efendim, dilimize dışarıdan geçmiş empati kelimesinin orijinali "empathy" olarak geçer. bu kelime yunanca empatheia teriminden türetilmiştir. em (içinde) pathos (duygu) yani bir duygu durumunda olmak anlamında kullanılır. şu anki kullanımı herhangi bir kişi veya olaya baktığınız zaman, onun hissettiklerini aynen kendiniz hissediyormuş gibi bir duygu durumuna girmenizdir.

bir de empati kelimesi her geçtiği zaman "başkalarının (mokasenleriyle) ayakkabılarıyla yürümek diye kızılderili sözü vardır" falan diye de hemen bilmiş bilmiş ekleyenlere de ayrıca ayar oluyorum. yahu bir kere hiçbir kızılderili kabilesinin böyle bir sözü yoktur. bu laf mary latraph denen şairin 1895 senesinde yazdığı "walk a mile in his moccasins" (onun mokasenleriyle bir mil yürü) şiirinin başlığından uydurulmuştur. zaten az biraz amerika'daki kabilelerin tarihini araştıranlar öyle empati, mokasen gibi şeylerle pek işleri olmadığını bilirler. hadi bakalım bundan üç yüz sene önce bir kabilenin sahiplendiği ve kutsal saydığı bölgeden izinsiz olarak geç de bak bakalım sana ne yapıyorlar. ne kafanda deri kalır ve ne göğüs boşluğunda kalbin.


neyse hocam, "iyi de bu empati lafları neden bu kadar yaygın o zaman" derseniz

çok basit... insanlara pompalanan, gerçekçi olmayan kişisel gelişim masalları ve empatiyle anlatılmak istenen şeyi çok yanlış bir yerinden tutmaları yüzünden. öncelikle empati, olması gereken bir idealdir. tabii ki iletişim kurarken empatik olmak iyidir, size avantaj sağlar. ama bu, dünyanın gerçek durumuna karşı sizi körleştirmemelidir. yani, bizden başka bir bireyin iyiliğini düşünerek ona şefkatle ve iyilikle yaklaşmak çok ideal bir tutum gibi gözükse de gerçek hayatta ne yazık ki hiç de böyle olmaz. bir kere hiç kimsenin iyiliğini zerre düşünmeyen ve her olaya tamamen kendi çıkarları yönünden yaklaşan tonlarca insan vardır ve her türlü hiyerarşide hep bu insanlar tepe noktalara çıkarak o sistemleri yönlendirir.

hadi bir örnek verelim... diyelim ki google firmasının artık piyasaya sürdüğü "translatotron" türü çeviri programları iyice yaygınlaştı ve süper çalışıyorlar. yani siz telefonunuzda bu programı açıp oraya bir şeyler söylediğiniz zaman sizin ses tonunuzla, anlamı hiç bozmadan ve aynı söylediğiniz şekilde ingilizce, japonca, çince gibi bir sürü dile anında çevrilebiliyor olsun. böyle bir durumda yurt dışıyla iş yapan bir patron firmasında çalışan ve sadece yabancı dil bildikleri için maaş verdiği beş adet çalışanı anında işten çıkaracaktır. çünkü artık böyle bir beceri için onlara para vermesine gerek kalmamıştır. bilgisayar programı maaş istemez, izin kullanmaz, yorulmaz, depresyona girmez ve hata yapmaz. evlenmez ve doğurmaz. kısacası eğer o beş kişiye para verdiği dil becerisi bir program tarafından yapılabiliyorsa bir patron için o programı alıp bir kere para verdikten sonra çalıştırdığı insanları işten çıkarmak en akıllıca çözümdür.

diyelim ki bu patron çok empatik ve şefkatli davrandı.

"yahu bu çocuklar yıllarca okumuşlar bu dili öğrenmişler. olsun ben gene de onlara para vermeye devam edeyim. ayıp olur şimdi bana yakışmaz. ben onların yerinde olsam kim bilir ne kadar üzülürdüm" dese... bakın bu patron tüm çakma kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi "empatik liderlik" göstermiş ve "duygusal zekada" tavan yapmıştır. peki bu fedakar ve empatik kararının sonucu ne olur derseniz?

şu olur: patronun piyasadaki rakipleri onun gösterdiği empatiyi göstermez ve hemen çalışanların yerine programı koyarlar. maaş sigorta falan gibi şeylere harcayacakları tüm parayı da yatırıma harcarlar veya fiyatlarını düşürürler. kısa zamanda empatik patronumuz denize atılan taş gibi batar ve beş kişiyi işinden etmeyeceğim derken kendisi de dahil yüz kişiyi işinden eder.


bu işler böyledir

sadece ticaret alanında değil siyaset ve devletler arası ilişkilerde de empati gösterenin canı çok yanar. çünkü insanlar arasındaki tüm güç ve mücadele alanları duygusal şirinliklere değil soğuk gerçeklere dayalıdır. gerçekten fedakar ve kendi çıkarını başkalarının önüne koymayacak insan sayısı çok ama çok azdır. bu tür analizlerde genelin durumuna bakılarak yapılır.

işte bu sebeple şu anda nereye dönseniz "empati" gibi kelimeler dillerden ve kitaplardan düşmezken dünyada bunların izine pek rastlanmaz. baskın kişiler, şirketler veya devletler başkalarının üzerinde hakimiyet kurmak için ellerinden gelen her şeyi yaparken bir yandan da tam tersi bir görüntü vermeye çalışırlar. olayları yorumlarken lütfen "pembe idealizm" gözlüğünden değil "çelik realizm" gözlüğünden bakın. analiz gücünüz ve olayları anlama yeteneğiniz artacaktır.

en azından game of thrones dizisinin son sezonunun aslında en olması gereken şekilde bittiğini böylece fark edebilirsiniz.

Kadın Milli Futbol Takımımızın 10 Numarası Melike Pekel'in İlham Verici Hayat Hikayesi

Kadın Futbolunun Yasakları Aşarak Ses Getirir Hale Gelişinin Öyküsü