James Joyce'u Daha Yakından Anlatan Roman: Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi
nedir, neleri anlatır?
ilk kez stephen hero'da ete kemiğe bürünen joyce'un alter-egosu stephen dedalus, katolik prensiplerle, cizvit anlayışla, sistemle, aileyle ve toplumla yüzleşerek esas kimliğini bulmaya çalışır. joyce'un bizzat dil vasıtasıyla, kuşatılmış bir dublinli olarak ingiliz kültürüyle mücadele edip onu altüst etmesi gibi dedalus da bu saydıklarımın üstesinden gelmeye çalışır. sanatçı her şeyden önce özgür olmalıdır. hele de deneyci, yenilikçi bir sanatçı olmak düşünü kuruyorsa her şeyi göze alabilmelidir. geleneğin bütün göstergeleriyle savaşı göze alabilmelidir.
nitekim joyce, fazlası var eksiği yok, böyle bir sanatçıdır. bir de bütün bunlar onu kesmemiş olacak ki ulysses'in açılışında gene fransa'dan henüz dönmüş bulunan şair adayı dedalus'a rastlarız. latince meraklısı bu yarı izole yarı saplantılı kimlik dediğim gibi joyce'un izdüşümüdür. joyce da onun gibi bir zamanlar paris'te tıp öğrenimi görmüş ama maddi sebeplerden bırakmak zorunda kalmıştır. dedalus da ulysses'te sürekli vurgu yapıldığı gibi gene maddi olanaksızlıklardan dolayı dublin'e avdet etmek mecburiyetinde kalmıştır. sıkışmış bir kişiliktir.
joyce bu romanda bilinç akışını kullanmış olsa da ulysses'deki gibi karmaşık anlatı tekniklerini iç içe kullanmamış ve daha yalın bir yapıt ortaya koymuştur
geothe ve flaubert'in de denediği "gelişim romanı" çerçevesinde dedalus'u enine boyuna incelemiştir. sanatçının portresi dublin'in kasvetinde nasıl bir renge bürünür? şair veya sanatçı olmak oscar wilde'ın da dediği gibi yoksa çok büyük bir başarısızlık mıdır? katolik dünyası sanatçının sırtında bir kambur mudur? baba-oğul çatışmasının gri alanları nelerdir? bunlar otobiyografik detaylarla işlenmiştir.
joyce'la tanışmak için genellikle dublinliler adlı öykü kitabı önerilir. ama bu romanla da başlanabilir. ulysses'e yumuşak bir giriş değildir elbette. joyce'un iç dünyasını, edebî çizgisini anlamak, dedalus'u yakından tanımak için okunması zaruridir. ingiliz dilinin bir irlandalının kaleminde nasıl kanatlanıp uçtuğunu görmek için de okunmalıdır. felsefeden, antik yunan'dan, poetik damardan sürekli beslenen büyük bir sanatçının goethe ile flaubert'den aşağı kalmadığını yordamak için de elden geçirilmelidir.
bir alıntıyla bitirelim
"...ruhu çocukluğunun mezarından mezar giysilerini iterek çıkmıştı.evet!evet!evet!adını taşıdığı büyük düzenci gibi o da ruhun özgürlüğünden ve gücünden gururla yaratacaktı yaşayan şeyi, yeni ve yükseklerde uçan ve güzel, duyumlanmaz, yok olmaz bir şeyi.
sinirlice doğruldu taş parçasından çünkü kanındaki alevi söndüremiyordu artık. yanaklarının yandığını, gırtlağının türkülerle dolup yutkunduğunu duydu. yeryüzünün en uzak köşelerine doğru yola çıkmak için yanan ayaklarında gezgincilik şehveti vardı.ileri!ileri!diye bağırıyordu sanki yüreği. denizin üstünde akşam kararacak, ovalara gece basacak, gezgincinin önünde tan yerleri ağarıp yabancı topraklarla tepelerle yüzler gösterecekti ona..."
ayakları yerden kesen o gençlik duygusu...daha iyi anlatılamazdı herhalde.