Jimmy Page Tarafından Alelacele Toplanan Led Zeppelin'in Kuruluş Hikayesi

led zeppelin: led zeppelin’in 1969’da çıkardığı debut albüm. halk arasında “led zeppelin i” olarak da bilinir çünkü sonra gelen albümler de rakamla devam ettiği için adamlar “boşluk bırakmayalım” demiş olabilir.
13 ocak 1969’da abd’de, 31 mart 1969’da da uk’de patlıyor piyasaya. eylül-ekim 1968 de ise kayıtları tamamlamışlar. yani grup daha taze. olympic studios, londra. grubun daha kontratı bile yok ama jimmy page “ben bu işe kefilim” diyerek cebinden parayı basıyor. bütçe: 1.782 pound (bugünün parasıyla 37 bin pound gibi bişeye tekabül ediyor). yardımcı prodüktörlük dersen, yok. page hem gitarist hem prodüktör. yanında da:
- robert plant: vokal+harmonika
- john paul jones: bas+klavye
- john bonham: davul
bir şarkıda viram jasani diye bir perküsyoncu da uğruyor stüdyoya. selam verip geçiyor. mix işlerini kim yapıyor? page’in çocukluk arkadaşı glyn johns. kapak? zeppelin havada yanıyor, hindenburg faciası fotoğrafı. artisti: george hardie. (ki o kapak, rock tarihinin en ikonik kapaklarından biri olacak yıllar sonra.)
müzikal olarak ne var peki? kendi yazdıkları parçalarla blues ve folk cover’larının güzel bir karışımı. “hard rock” denen tarzın temel taşlarından biri kabul edilir bu albüm.
şarkıların çoğu uzun, radyoya göre değil. zaten jimmy page de “tekli meklı basmayalım, albüm albüm satılsın” kafasında. yine de “good times bad times” + “communication breakdown” single olarak çıkıyor (ama uk hariç her yerde).
ilk olarak kayıtların hemen öncesine gidelim
1968 yazı. the yardbirds dağılmış. kurucu üyelerden keith relf ve jim mccarty “biz biraz progresif takılacağız” deyip renaissance’ı kurmuş. bir diğeri, chris dreja da “ben fotoğrafçı olacağım abi” diyerek çıkmış. geriye kim kalıyor? jimmy page.
elinde grup ismi kalmış, bir de iskandinavya’da çalınması gereken birkaç konserlik kontrat. “e o zaman yeni ekip kuralım” diyor. ilk olarak, o dönem zaten stüdyo canavarı olan john paul jones’u çağırıyor bas gitar için. vokale terry reid’i, davula da procol harum’dan b.j. wilson’ı düşünüyor ama ikisi de “biz doluyuz” modunda. yalnız terry reid “bende bir çocuk var, adı robert plant. sesi deli” diyip paslıyor page'e.
plant, page’le pangbourne’daki teknede buluşuyor. iki nota çalıyorlar, üç fikir paylaşıyorlar, elektriklenme yaşanıyor. plant diyor ki “benim bir davulcum var, john bonham. beraber çaldık önceden.” page tamam diyor, çağırın gelsin.
ilk provalar: 19 ağustos 1968. (plant’in 20. yaş gününden bir gün önce. bonus bilgi.) grup, “the new yardbirds” adıyla iskandinavya’ya mini tura çıkıyor. hem eski the yardbirds parçalarını hem de yepyeni şarkıları çalıyorlar:
- communication breakdown,
- you shook me,
turne dönüşü page “the new yardbirds ne ya? biz başka bi şeyiz artık” diyip gruba son şeklini veriyor: led zeppelin ve bam: 25 eylül 1968, gece saat 11. olympic studios’a giriyorlar. amaç: ilk albümü kaydetmek ve rock tarihini değiştirecek bir şeyin düğmesine basıyorlar.
36 saat
jimmy page diyor ki: "abi toplam 36 saat sürdü bu iş." evet, yanlış duymadınız. kayıt+miks dahil 36 saat. niye mi bu kadar hızlı? çünkü herifler iskandinavya’da zaten bu şarkıları ısıtmış. stüdyoya girince çat çat çalmışlar.
bu sırada ellerinde plak şirketi falan da yok. yani "bu parça 7 dakika, bunu kısaltalım" diyen bir a&r manyağı yok başlarında. jimmy page ve menajer peter grant ceplerinden 1.782 pound’u basmışlar (bugünün parasıyla 37k sterlin civarı), olayı kapatmışlar. tam bir “biz bize yeteriz” kafası.
kayıtlarda page’in elinde, jeff beck’in hediye ettiği psikedelik boyalı fender telecaster var. bu gitarı bir supro amfiye bağlamış, mis gibi ton almış. akustik işler için gibson j-200, "your time is gonna come"da ise fender 10 telli pedal steel gitar kullanmış. adam tonal çeşitlilik konusunda masterclass vermiş resmen.
prodüksiyonda glyn johns var ama albüm kapağında ismi yok - biraz gölgelerde kalmış. page’le zaten eski mahalle arkadaşı, epsom çocukları bunlar. albümün çoğu canlı kaydedilmiş, sonradan üstüne overdub eklemişler.
peki bu albüm neden bu kadar atmosferik geliyor kulağa? çünkü page, klasik "mikrofonu amfiye yapıştır" kafasını çöpe atıp “distance makes depth” (uzaklık derinlik yaratır) diye bir felsefe geliştirmiş. mikrofonu 20 feet uzağa koymuş, odanın doğal ambiyansını kayda almış. bugün ambient sound dedikleri şeyin temellerinden biri.
bazı şarkılarda robert plant’in sesi öyle güçlü ki, vokal başka kanallara da sızmış. page “bu sızıntı bilinçli gibi duruyor, hoşuma da gitti” diyor. özellikle "you shook me"de reverse echo tekniği kullanmış: önce yankı, sonra ses geliyor - yani ters mühendislik. tape’i ters çevir, yankıyı kaydet, sonra düz çevirince yankı önden geliyor. resmen zamanla oynamış adam.
ayrıca küçük ama önemli bir not: bu albüm sadece stereo olarak çıkan ilk rock albümlerinden biri. öncesinde mono + stereo ayrı ayrı basılırdı. led zeppelin direkt “biz stereo çocuğuyuz” demiş.
"biz bu şarkıları zaten çalıyorduk abi"
bu albümdeki şarkılar öyle “hadi stüdyoya girelim de ne çıkarsa bahtımıza” kafasıyla yazılmadı. grup ilk provalarda temeli attı, iskandinavya turnesinde iyice pişirdi, stüdyoya geldiğinde hepsi ezbereydi zaten. o yüzden de kayıt süresi kısa sürdü. robert plant o dönem cbs’le sözleşme krizi yaşadığı için bazı şarkılarda adı yok ama sonradan "good times, bad times", "your time is gonna come", "communication breakdown", "babe i’m gonna leave you" ve "how many more times" için geri dönüp hakkını aldılar.
- good times bad times: çıtır çerez gibi giriş şarkısı. single olsun diye düşünülmüş, abd’de o şekilde çıkmış. gitar overdub’ları, tok bir bas, net bir trampet; hepsi var ama işin garibi, konserlerde neredeyse hiç çalınmadı. istisna: 2007’deki ahmet ertegün tribute konseri.
- babe i'm gonna leave you: aslen anne bredon’a ait bir şarkı. page, joan baez’in versiyonunu dinleyip “biz bunu yaparız” demiş. plant’le ilk çalıştıkları parçalardan biri. ilk versiyonu daha gürültülüymüş ama page “abi biraz dinamik verelim, az sakin ol” diyip plant’i ikna etmiş. şarkıda hem j-200 hem de telecaster kullanmış page.
- you shook me: willie dixon’dan bir klasik. britanya blues akımına cuk oturuyor.
jones org, plant harmonika, page gitar solosuyla döktürmüş. reverse echo burada da var. jeff beck bu şarkının benzerini "truth" albümünde yaptığı için sonrasında “ulan arakladılar galiba” diye bozulmuş.
- dazed and confused: orijinali jake holmes’a ait, 1967 çıkışlı ama albümde ilk başta sadece page’in adı geçiyor. holmes 2010’da “bu benim oğlum” diyip dava açıyor, sonra anlaşmaya varılıyor. the yardbirds zamanında da çalınmış, o dönemden kalan yayla gitar çalma işi burada da var. şarkı zamanla canlı performanslarda 30 dakikayı bulacak şekilde evrimleşiyor. içine başka parçalar da karıştırıyorlar: “the crunge”, “walter’s walk”, “woodstock”, hatta “`san francisco (be sure to wear flowers in your hair)`” gibi şeyler. 1975’te page parmak sakatlayınca kısa süreliğine setlist’ten çıkıyor ama sonra geri geliyor. tam versiyon olarak son kez 2007 tribute konserinde çalınıyor.
- your time is gonna come / black mountain side: açılış jones’tan yalnız başına bir org solosu. ardından page hem akustik hem pedal steel ile giriyor. şarkı, fade ile "black mountain side"a bağlanıyor. bu parça da bert jansch’in “black water side” düzenlemesinden ilhamlı. konserlerde genellikle "white summer" ile medley olarak çalınmış.
- communication breakdown: tam bir riff canavarı. page’in riff’i üzerine inşa edilmiş, grubun ilk geliştirdiği parçalardan. canlı çalmaya bayılıyorlarmış. genelde konserlerin encore şarkısı.
- i can't quit you baby: bir başka willie dixon parçası. bu sefer biraz daha sakin, daha yavaş bir blues yorumu. canlı kaydedilmiş. o dönem için klas, sade, etkileyici.
- how many more times: grubun erken dönem konser kapanış parçası. howlin’ wolf’un "how many more years" parçasından ve page’in bir riff’inden doğmuş. improvisation manyağı. içinde bolero bölümü var ki “beck’s bolero”ya selam çakar (zaten onu da page yazmıştı). “rosie” ve “the hunter” gibi doğaçlama geçişlerle şarkı uzuyor. bu parçada da yayla gitar olayına giriyor page. bayağı teatral bir final.
ayrıca albüm oturumlarında kaydedilip dışarıda kalan iki parça da var: "baby come on home" ve "sugar mama". bunlar ancak 2015’te, coda’nın yeniden basımında gün yüzü görmüş.
artwork
albümün kapağı ise 6 mayıs 1937’de new jersey’de yere inerken alev alan hindenburg zeplininden bir kare. fotoğraf sam shere'e ait. kapağı seçen de, tahmin ettiğiniz üzere, jimmy page. zaten grubun isminin de buradan geliyor olması olayı iyice tam bir “kader ağlarını örmüş” durumu. şöyle ki; zamanında page ve beck, the who’dan keith moon ve john entwistle bir grup kurma fikrini konuşurken, moon “bu iş ancak kurşun balon (lead zeppelin) gibi uçar” diye bir şaka patlatıyor, entwistle da çakıyor cevabı: “bildiğin led zeppelin işte.” hop, grup ismi cebimize girdi.

arka kapakta da grubun kendine has bir pozu var, fotoğrafı çeken: chris dreja. albüm kapağının tamamı george hardie denen arkadaş tarafından toparlanmış. kendisi ileride de zep'le başka kapaklarda çalışmaya devam ediyor. hatta bu ikonik hindenburg görselini de bizzat kendisi rapidograph teknik kalemiyle, mezzotint tekniğiyle çize çize yapıyor. siyah beyaz fotoyu olduğu gibi basmamış yani, ink’le elden geçirmiş.
hardie zamanında page’e başka bir kapak da önermiş bu arada: san francisco’daki eski bir kulübün tabelasından esinlenmiş, bulutların üstünde süzülen zeplinli bir illüstrasyon. page buna "yok baba" demiş ama o tasarım sonra albümün arka kapağında ve bazı erken dönem reklam afişlerinde logo olarak kullanılmış.
ilk basılan uk versiyonunda albüm kapağında led zeppelin yazısı ve atlantic logosu turkuaz renkliymiş. sonra bu renk portakala dönünce, turkuaz kapaklı olanlar koleksiyoncuların el üstünde tuttuğu efsanevi baskılar haline geliyor. ebay'de falan binlerce pounda satılanlar var. koleksiyon işinde olan bilir; "turquoise first press" diyene ceket iliklenir.
bir de şu olay var: 1970 kışında kopenhag’da bir konser ayarlanıyor ama işler kızışıyor çünkü konser afişinde “led zeppelin” yazınca, gerçek bir zeppelin varisi olan eva von zeppelin “noluyor lan burada” diyerek davayla tehdit ediyor. sebep de: “hindenburg’un alev alev yandığı logo benim ailemin soyadına hakaret.” öyle olunca, o konserde grubun ismi "the nobs" olarak değiştirilip sahneye öyle çıkıyorlar.
rolling stone’dan greg kot da 2001’de yazmıştı bu kapağın müziği nasıl özetlediğini: “phallic ihtişamıyla hindenburg alevler içinde yere çakılıyor. bu görsel albümün içindeki müziği harika özetliyor: seks, yıkım ve patlamalar.”
eleştirmenler gömse de insanlar bayılıyor
"led zeppelin – the only way to fly" sloganıyla müzik dergilerine ilanlar veriliyor, albüm pompalanıyor pompalanmasına ama ilk yorumlar mı? yerin dibine sokuyorlar resmen. özellikle rolling stone sağ olsun, öyle bir gömmüş ki sanırsın zeppelin değil, lastik bot yapmışlar.
rolling stone demiş ki: “jeff beck group bunu 3 ay önce daha iyi yaptı, bunlar cream’in boşluğunu doldurmak istiyorsa adam gibi prodüktör, editör, bir de sağlam şarkı lazım.” jimmy page için “kısıtlı prodüktör”, robert plant içinse “rod stewart kadar süslü ama o kadar heyecanlı değil” demişler. öyle bir gömmüşler ki grup tüm kariyeri boyunca rolling stone’a röportaj falan vermemeye yemin etmiş gibi davranıyor. zaten itibarlarını da basından değil, sahneden kazanıyorlar. "konserleri efsaneymiş abi" fısıltısıyla büyüyorlar.
yıllar sonra cameron crowe (evet, o almost famous’ı yazan herif) çıkıp diyor ki: “o zamanlar her yerde süper gruplar var ama çoğu şişirme, doğru düzgün çalamıyorlar. led zeppelin de bu ortamda kendini ispatlamak için ciddi savaş verdi.” ama her yerden taş yağmıyor tabii. ingiltere cephesinden melody maker’dan chris welch çıkıyor, albüme övgüler yağdırıyor. başlığı bile: “jimmy page zafer kazanıyor – led zeppelin tam bir gaz!” diyor ki: “adamlar illa klişe blues rifflerine yaslanmıyor ama çaldıklarında da ‘brit blues’ taklitçiliğine düşmüyorlar.”
oz dergisinden felix dennis ise tam bir "vizyoner dayı" gibi yaklaşmış. diyor ki: “bu albüm öyle hemen tanımlanacak bir şey değil çünkü resmen rock müziğin kırılma anlarından biri. bunu anlamak için zaman geçmesi lazım.”
the village voice’dan robert christgau da led zeppelin ii ile kıyaslamış; demiş ki: “ilki daha müzikal anlamda ince iş ama o yüzden etkisi zayıf kalıyor. çünkü bu tür müzikte esas olan gösteriyle fiziksel güç, müzikalite ikinci planda.” yani albümü yine beğeniyor ama “fazla ince düşünmüşsünüz” diyor kısaca.
eleştirmenler böyle çatapat konuşurken, insanlar ne yapıyor? deli gibi satın alıyor tabii. albüm 13 ocak 1969’da abd’de çıkıyor, ilk turnelerle paralel yürütülüyor. atlantic records bir kurnazlık yapıp çıkmadan önce birkaç yüz kopyayı beyaz etiketle radyolara ve bazı kritik isimlere yolluyor. tepkiler iyi, turneler patlıyor, hop 50.000 ön sipariş geliyor. billboard’da da 10 numaraya kadar tırmanıyor. temmuz 1969’da da altın plak alıyor.

daha ilk albümden çıtayı uzaya fırlatmak
zamanında burun kıvıran dergiler bile sonradan dönüp "abi biz öyle demek istememiştik ya..." moduna girmiştir. 2006’da rolling stone’dan mikal gilmore, albümdeki özgünlüğü överken zep’in sert ve kendine has tarzını cream, hendrix, mc5 ve the stooges gibi isimlerle karşılaştırıp "bunlar hem sert hem de insanların hoşuna gidiyor" kafasına girmiş.
stephen thomas erlewine, albümü "hard rock ve heavy metalin evriminde dönüm noktası" ilan etmiş. michael fallon ise "bu albümle yeni ve vahşi bir müzik türü geldi beyler" diyerek metalin ilk kıvılcımını burada görmüş. bbc'den greg moffitt de zep için "60'ların çocuğu ama 70’lerin alametifarikası" demiş ki haklı.
consequence of sound’dan sheldon pearce ise albümü "zeppelin’in rock’ın evrim sürecine yazdığı methiye" olarak tanımlamış. hard rock ve heavy metal sularında gezinen parçaların, blues damarıyla süslenmiş olması da cabası. akorlar bazen öyle sızlıyor ki, sanki biri kinle tokatlamış gibi.
ronald zalkind, "ağır ama dahiyane bir blues-rock saldırısı" diye özetlemiş. martin popoff ise "ilk heavy metal albümü değil belki ama 'communication breakdown' muhtemelen ilk metal şarkısıdır" diyerek noktayı koymuş.
2003’te vh1 bu albümü "tüm zamanların en iyi 44. albümü" ilan etmiş. aynı yıl rolling stone, "500 greatest albums of all time" listesinde 29. sıraya yerleştirmiş (ki zep için en yüksek sıra bu). 2012’de aynı sırayı koruyup, 2020’de biraz düşse de (101’e) hala listenin gediklisi. 2004’te de grammy hall of fame’e girmeyi başarmış.
aerosmith’ten joe perry de boş durmamış: "page sadece gitarcı değil abi, adamın vizyonu çok daha büyükmüş meğer. ilk albümde bile ne yapacağını net biliyormuş" demiş ve eklemiş: "zeppelin’in ilk dört albümünü yanımda taşımadan bir yere gitmem."