JK Rowling'in Yazarlık Üzerine Taze Röportajından Okunası Satır Başları
"bence bir göl ve bir de baraka var. aslında bu barakaya atölye demek lazım ama ben ona aklımda baraka diyorum. göl, fikirlerin çıktığı yer. her zaman o gölde bir şeyin yaşadığını hayal etmişimdir. bana bir şeyler atar fırlatır, ben de onları yakalarım. sonra barakaya götürüp üzerlerinde çalışırım."
rowling... geçtiğimiz hafta the sunday times gazetesinde ve kendisine ait robert galbraith internet sitesinde üç gün boyunca üç bölümlük harika bir röportaj serisi yayınlanan yazar. dünyanın en meşhur ve en başarılı yazarlarından biri olarak kendisinin yazarlık deneyimleri, yazar olmayı düşünenler için verdiği yazarlık tavsiyeleri, bir kitabı planlama ve o kitabın üzerinde çalışma süreçlerinin detayları ve kitapları hakkında paylaştığı birinci elden bilgiler ile bütün rowling severlerin izlemesi gereken son derece ilham verici bir program olmuş.
bir nevi j. k. rowling ile yazarlık üstüne masterclass dersi de diyebiliriz. röportaj rowling'in iskoçya edinburgh'taki evinde kitap yazabilmek için özel olarak hazırlattığı çalışma odası ile bir pub'da çekilmiş.
programda harry potter serisi, cormoran strike serisi, the casual vacancy, the ickabog ve the christmas pig bahsi geçen eserler olsa bile rowling en çok cormoran strike serisi ve serinin 8. ve 9. kitapları hakkında konuşmuş. kendisinin harry potter'ı arkasında bıraktığını (zaten çoktan bırakmıştı) ve artık asıl olarak cormoran strike serisini sahiplendiğini görmek çok keyifli.
üç bölümde de dikkat çekici bir sürü detay veriyor ama ben aralarından en ilgi çekici olanlarını kendisinin ifadeleriyle sıralamaya çalışayım
- kendi yazdıklarımı ve başkalarının yazdıklarını okuduğumda çok fazla göl (fikir) ama üzerinde yeterince çalışılmamış çok az baraka (detay) olduğunu düşünürüm. bazen de sırf baraka vardır, içinde gölden bir şey kalmamıştır. en iyi, zirvede olan yazarların ise inanılmaz bir gölü ve olağanüstü bir barakası vardır. o kadar ki bir saray gibidir. en önemlisi de bu yazarlar gölden o fikri ya da karakteri başka hiçbir yazarın yapamadığı bir şekilde çıkarıp barakadakilerle harmanlayarak kullanır.
- size yemin ederim "yazar" diye bir şey olduğunu bildiğimden beri yazar olmak istedim. 4 yaşındayken daha yazmayı bilmezdim ama yaşadığımız evde kitaplardaki harfleri teker teker başka kağıtlara çizerek kopyalardım. yazdığım şeyin ne olduğunu bilmezdim ama kağıdın üstünde o işaretleri bıraktığım için çok memnun olurdum. fiziksel olarak elle yazmayı çok severdim. sonradan kitapların başka insanlar tarafından yazıldığını öğrendim ve o günden beri başka bir şey yapmak istemedim.
- harry potter'dan önce the private joke adında bir roman yazıyordum. ana konusunu hâlâ çok severim ama henüz o kitabı yazabilecek, karakterlerini yeterince gerçekçi kılabilecek hayat tecrübem yoktu. karakterlerin hepsi 40'lı yaşlarındaydı. başka şeyler de yazdım, ki bazıları dehşet vericiydi. ama böyle şeyler de yazmalısınız. yazarlıkta bazı aşamalardan geçersiniz. gençken sevdiğiniz yazarları taklit edersiniz, ki bu sağlıklı bir şeydir. ama kendi tarzımı potter'la buldum, "evet yapabilirim, bunu yazabilirim" dedim ve yazdıkça öğrendim.
- fikirler çok farklı şekillerde geliyor ve farklı kitaplar için farklı şekillerde oluşuyorlar:
* harry potter'da önce hikayenin ana konsepti, yani mektup gelene kadar büyücü olduğunu bilmeyen bir çocuk fikri gelmişti.
* ickabog'da öncelikle ickabog kelimesi aklıma geldi. "o nedir? ickabog nedir?" diye düşünmeye başladım ve bu ismi bir varlıkla ilişkilendirmeye çalıştım. ickabog'un hikayesi böyle ortaya çıktı.
* cormoran strike kitaplarında ise ilk önce cormoran karakteri geldi. günümüzde geçen bir klasik dönem dedektiflik romanı yazmak istiyordum ama dna analizlerinin yapıldığı, yüksek teknolojili dedektiflik imkanlarının, cctv kameralarının olduğu bir çağda eski tarz bir dedektifi modern londra'da nasıl yazacaktım. yani başlangıç noktası cormoran karakteriydi. ondan sonra yardımcısı robin geldi ve kitapları planlarken robin çok ilgimi çekti. iki dedektifimiz olacağına karar verdim. robin sonsuza kadar watson olarak kalmayacaktı, iki tane sherlock holmes'ümüz olacaktı.
- kitaplarımı yazarken kendimi kafamdan bir şeyler uyduruyormuşum gibi düşünmüyorum. çalışırken biraz ara verip bir şeyler atıştırmaya başladığımda ve mental olarak kendimi geri çektiğimde çoğu zaman aklımın gerisinde bir şey harekete geçip kitaplarla ilgili çözemediğim noktaları aydınlatıyor ve "tabii ki öyle olacaktı, başka nasıl olacaktı ki?" diyorum. kulağa çok tuhaf geleceğini biliyorum ama ben sadece orada duran, doğru zamanda keşfedilmeyi bekleyen şeyleri keşfediyorum.
- sabah 10:00'dan gece 03:00'e kadar çalıştıktan sonra "artık bırakmalısın, odaklanamıyorsun" diyorum. bilgisayarı kapatıp yatak odasına çıkarken merdivenlerde birden aklıma yeni bir fikir geliyor. bu çok sıklıkla yaşadığım bir şey. ufak tefek şeylerse ertesi gün çalışmak üzere telefonuma not alıyorum ama önemli bir diyalog, önemli bir detay olacaksa geri gidip bilgisayarı tekrar açıp yazıyorum.
- harry potter serisini yazarken yazarlıkla ve plan yapmakla ilgili çok şey öğrendim. bu defaki çok farklı bir worldbuilding olsa da öğrendiklerimi şimdi cormoran strike kitaplarında uyguluyorum. serideki karakterlerle ilgili sayfalar dolusu bilgiler yazdığım dosyalar var. okuyucu bunların sadece gerektiği kadarını kitaplarda görüyor ama benim karakterlerle ilgili her şeyi bilmem lazım.
- cormoran'ın annesi leda'nın 18 yaşındayken kaçıp gittiği rock konserlerine, kimlerle yattığına ya da kimlerle yatmak istediğine kadar her şeyi biliyorum. çok saçma ama bu detaylar üzerine saatler harcadım. gideceğim noktayı bilerek yazmayı seviyorum. karakterlerimi tanıyorum. birbirimizi anlıyoruz. onlar yaramazlık yapmıyor, ben de onları çok fazla zorlamıyorum.
- harry potter kitaplarını yazarken hayatımın on yedi yılını o dünyada geçirdim. muhtemeldir ki başka hiçbir yazar bu kadar yoğun bir şekilde aynı deneyimi yaşamamıştır. bir yazar olarak tamamen eşsiz bir deneyimdi. bu on yedi yılın bir kısmı kişisel olarak benim için oldukça travmatikti. hiç kimse ama hiç kimse harry potter'ın böyle bir fenomene dönüşeceğini öngörememişti. beni neyin beklediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. üzerimde çok büyük baskı hissettim. bu süreç boyunca o kitaplar benim için kaçabildiğim bir dünyaydı. bittikleri zaman o dünyaya tekrar kaçıp gidemeyeceğimi bilmek matem gibi bir şeydi. ancak kitapları yazarken basının ilgisi ve baskısı o kadar fazlaydı ki bittiği için aynı zamanda büyük bir rahatlama hissettim.
- robert galbraith mahlasını kullanırken hiç kimseyi aptal yerine koymaya çalışmıyordum. harry potter'ın son kitaplarında hepsi değil ama bazı eleştiriler artık kitapların kendisini değerlendirmekten çıkmış ve potter fenomenini değerlendirir olmuştu. tekrar anonimliğe ihtiyacım vardı. kimsenin benden bir şey beklemesi baskısı olmadan, kendi başına değerlendirilecek bir şey yazmaya ihtiyacım vardı. çok kötü bir kitap olabilirdi, tamamen başarısız olabilirdim. kimse okumak istemeyebilirdi. yine de potter'dan sonra bunu yaşamak konusunda artık özgürdüm. gerçek ortaya çıkmadan önce serinin en azından üç kitabını yayınlamak istiyordum. bilgi basına sızdırılınca büyük hayal kırıklığına uğradım. uzun zamandır sahip olamadığım o özgürlük elimden gittiği için üzüldüm. bir yazarın çok ünlü olması avantajlı bir şey değil.
- cormoran strike serisi için yazdığım ilk hikaye aslında 2. kitap ipekböceği'ndeki (the silkworm) hikayeydi. ancak daha sonra cormoran karakterinin dedektif olarak bir nebze şöhret sahibi olup tanınmasını sağlayacak başka bir vakaya ihtiyacım olduğuna karar verdim ve 1. kitaptaki hikayeyi yazdım. tersine bir sıralamayla yayınlandılar.
- benim için kitaplara başlamak bitirmekten her zaman daha zordur. geleceğe odaklı birisiyim. nereye gittiğimi bilmeliyim. her zaman hikayemin nereye varacağını, nasıl sonuçlanacağını bilerek yazarım. daha önce bir kaç kere bir kitabın son bölümünü ilk bölümünü yazmadan önce yazdım. şu anda üzerinde çalıştığım cormoran strike 8 de böyle. bütün seri için çok önemli bir final bölümü ve içindeki tek bir kelimenin bile değişeceğini sanmıyorum.
- hayatımda sadece bir kere writer's block (yazar tıkanması) yaşadım o da harry potter'ın 2. kitabında oldu. ilk kitabın bu kadar büyük bir başarı elde edeceğini hiç düşünmemiştim, o yüzden bir süre panikledim. yazamadım. ancak bu durum en fazla bir hafta sürdü. sonra toparlanıp yazmaya devam ettim.
- bazen yazarken klasik müzik açarım. bazen de bir albüm açarım ama bir süre sonra albümü takip etmeye dalıp yaptığınız işten geri kalabiliyorsunuz. şarkı sözlerini dikkat dağıtıcı buluyorum. bu yüzden klasik müziği tercih ederim. yazarken arka plandan gelen konuşma seslerinin çok rahatlatıcı olduğunu düşünüyorum. bu yüzden cafelerde yazmayı çok severdim. kalabalıkların içinde yalnız olma hissini severdim. maalesef ki artık cafelerde kitap yazamam. artık anonim birisi olamam, ki bu çok üzücü.
- yazarken bir şeyler yolunda gitmiyorsa gerçekten anksiyete yaşıyorum. o durumu kontrol altına alana kadar hayatım pürüzsüz bir şekilde devam edemeyecek gibi hissediyorum. huysuzluk değil ama telaşlanıyorum ve gergin oluyorum. geri dönmem ve o hatayı düzeltmem gerekiyor. bir şeyleri bitirmeye odaklıyım. eğer bir yazıyı beni tatmin etmeyen bir yerde bırakmışsam geri dönüp çözmek için sabırsızlanıyorum.
- bazen kitap yazarken hangi ayda olduğumuzu unutuyorum. şu anda yazdığım kitapta (cormoran strike 8) 2017 yılındayız. odadan çıktığımda "eylül ayındaydık" diye aklıma geliyor. eşim gelecek hafta yapacağımız bir şeyi hatırlatıyor ama ben altı yıl önceki rutubetli bir pazartesi ya da salı gününde oluyorum. düşüncelerinize o kadar çok kaptırıyorsunuz ki gerçekmiş gibi geliyorlar.
- karakterleri öldürmeyi sevmiyorum ama bu hayatın bir gerçeği, değil mi? snape'i öldürdüğüm zaman üzülmüştüm. öleceğini hep biliyordum ama üzüldüm. lupin ve tonks'u öldürdüğümde, fred'i öldürdüğümde üzüldüm. cormoran strike'ın 7. kitabında da oldukça önemli bir karakteri öldürdüm. bunun 8. kitapta olacağını düşünüyordum ama sonra 7. kitabın daha uygun bir yer olduğuna karar verdim.
- bütün yaratıcı insanlar ama özellikle de yazarlar için çok ilginç bir kültürel dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. okuyucu kitlesi kendisini sevdiği bir eserin sahibi gibi görmeye başladı. yazarlar ve fanlar arasında ilginç bir gerilim var. şahsım adına gerçek şu ki anlatabileceğim en iyi hikayeyi anlatmak haricinde kimseye bir şey borçlu olduğumu hissetmiyorum. benim yükümlülüğüm elimden gelen en iyi eseri üretebilmek.
- adil eleştirilere değer veririm. "evet, bu kitapta şurası zayıf kalmış, daha iyi olabilirdi" derim ama eleştirilerden etkilenerek kitap yazmam. cormoran strike kitaplarının fazla uzun olduğunu söyleyen eleştiriler var. anlatmak istediğim hikayeyi anlatabilmek için o kadar uzun olmak zorundalar. eleştirildi diye 200 sayfa budamayacağım. olmasını istediğim kadar uzunlar. bu kibirli olmak, kimse bu kitapları editleyemez, kimsenin fikir belirtmeye hakkı yok demek değil. ancak kimin sözünü dinleyeceğinize, kime güveneceğinize, kimin fikrinin geçerli olduğuna karar vermeniz gerek. harika editörlerle çalıştım, her birini dinledim ve bana söylediklerine saygı duydum. bir yazar olarak kendinize güvenmelisiniz.
- william faulkner'ın (abd'li yazar) çok sevdiğim şu sözü duvarımda asılı: "eser asla sanatçının başlamak zorunda olduğu (başlangıçta tahayyül ettiği) mükemmellik hayaliyle eşleşmez." asla... asla, asla... her defasında yeni bir kitaptan önceki hazırlık aşamasında "bu defa kesin olacak. en iyisi bu olacak" diye kendinizi kandırabilirsiniz ama öyle bir şey asla olmaz.
- tek seferlik bir kitap yazmak farklı bir his. kitabı yazıp bitirdiğiniz zaman bir katarsis duygusu yaşıyorsunuz. uzun soluklu bir kitap serisi yazmak ise çok farklı. uzun zaman boyunca o kadar geniş bir alana yayılan bir hikaye yazıyorsunuz ki o katarsis duygusu sürekli erteleniyor. seriler bittiği zaman da katarsis duygusundan daha çok üzüntü hissediyorsunuz çünkü çok uzun yıllarınızı o karakterler ve o dünyada geçiriyorsunuz. harry potter bittiğinde üzülmüştüm, cormoran strike bittiğinde de aynı şekilde üzüleceğim.
- ilk kitabım 1997'de yayınlandığında kapak tasarımı konusunda bir şey söyleyemezdim. o işi sanat departmanı hallediyordu. kitapların kapaklarını beğenmediğim için değil ama bana fikrimi ciddi olarak sordukları bir zamanı hatırlamıyorum. belki biraz potter'ın son kitaplarında ama kitaplar bana geldiğinde kapak tasarımları tamamlanmış olurdu. artık kitap kapakları konusunda sürece çok daha fazla dahilim. bu tür konularda manzara yazarların lehine olacak şekilde değişti.
- şimdiye kadar kitaplarımın isimleri üç kere değişti. ipekböceği'nin (cormoran strike 2) adını latince olan bombyx mori koymak istemiştim ki bu da zaten ipekböceği demek. editörüm bana baktı ve "hayır. bu iş yapmaz" dedi. muhtemelen de haklıydı. the casual vacancy'i (boş koltuk) editörüm değiştirmek istedi ama o kitap için çok sağlam durdum. boş koltuk sadece belediye meclisinde boşalan bir pozisyonu değil aynı zamanda öldüğümüzde arkamızda bıraktığımız boşlukları, hayatlarımızdaki boşlukları da simgeliyordu. en meşhur isim değişikliği de harry potter'ın ilk kitabında oldu. the philosopher's stone'u amerika'da the sorcerer's stone yaptılar.
- yazmayı planladığım altı tane kitap var. bir tanesini (strike 8) şu anda yazıyorum, tabii 9. ve 10. kitaplar da olacak. üç tane de farklı kitap planlıyorum.
rowling'in yazar olmayı düşünen kişiler için tavsiyelerine gelince onları da şöyle sıralıyor
1. okuyabildiğiniz kadar çok kitap okuyun. kelime hazneniz genişleyecek ve okudukça neyi sevdiğinizi neyi sevmediğinizi analiz etmeye başlayabileceksiniz.
2. en sevdiğiniz yazarları taklit ettiğiniz bir dönemden geçeceksiniz. bu sağlıklı bir şey, harika bir şey. çıraklık gibidir. öğrenirsiniz.
3. tabii ki bazı temel kurallar var. yazabildiğiniz kadar yazın, yazabildiğinizin en iyisini yazın. saatlerinizi vermeniz gerekecek. yazmak zorlaşmaya başladığında bırakmayın, yazmaya devam edin.
4. bazen beş para etmez şeyler yazacaksınız ama yazdıklarınızın işe yaramaz şeyler olduğunu anlayabilmek için arada bir berbat şeyler de yazmalısınız. zamanla daha iyisini yazacak ve sizin için neyin işe yarar olduğunu öğrenmeye başlayacaksınız.
5. hiç kimse size gerçekten nasıl kitap yazılacağını söyleyemez. bunu kendiniz keşfetmek zorundasınız. bu cesaret kırıcı bir şey olmamalı. tersine size güç vermeli. kimse gerçekten nasıl yapılacağını bilmiyor. buna ben de dahilim.
benim zaten yeterince uzun olan bu alıntılarımdan çok çok daha fazlasını dinlemek isteyenler için röportaj serisinin video linklerini de aşağıya bırakıyorum
maalesef türkçe altyazı yok ama isteyenler ingilizce altyazı özelliğini açarak izleyebilirler:
j. k. rowling ile yazarlık üzerine : 1. bölüm (j. k. rowling on writing : part one)
j. k. rowling ile yazarlık üzerine : 2. bölüm (j. k. rowling on writing : part two)
j. k. rowling ile yazarlık üzerine : 3. bölüm (j. k. rowling on writing : part three)