John Carpenter'ın En Ünlü Filmlerinden The Thing, Esasında Ne Anlatıyor?

the thing, alien ile birlikte en sevdiğim, izlemeye doyamadığım filmlerden. pratik efektleri dönemine göre muazzam ve hala izledikçe saygı uyandırıyor.
film body horror’un ötesine geçip kimlik kaybı, güvensizlik gibi temalara dokunuyor. yaratık biraz insan ruhunun karanlık tarafı gibi aslında. içlerindeki korku, şüphe ve güvensizliği sürekli besleyip büyütüyor. zaten insan karşısındakini neye göre tanır? karar verirken sesine mi, yüzüne mi, vücuduna mı, davranışlarına mı bakar? yoksa bambaşka bir şey mi onu insan yapan? peki ya taklit kusursuzsa? o durumda da karakterler sadece yaratıkla değil, içlerindeki şüpheyle de savaşmak zorunda kalıyor.
john carpenter karakterlerin güven ve şüphe arasındaki sıkışmasını, dengede durma çabasını harika göstermiş. filmde herkes hayatta kalmak için bir yandan birbirine güvenmek zorunda, diğer yandan da her an kendilerine ihanet edebilecek bir düşman olabileceklerini düşünmek zorunda. insanın doğasındaki en temel çelişkilerden biri de rekabet ve işbirliği arasındaki mücadele. ve film bunu harika bir şekilde işliyor.
olaylar geliştikçe herkes giderek daha gergin ve paranoyak hale geliyor, güvenlerini kaybettikçe hayatta kalma içgüdüleri ortaya çıkıyor. ve bu güdünün de insanları nasıl öngörülemez hale getirdiğini izliyoruz. insan zor durumlar karşısında çok hızlı değişen ve içgüdülerine sıkı sıkıya bağlı bir varlık.
bir yabancının tanıdığın, güvendiğin birinin bedenine çoktan yerleşmiş olabileceği ve bunun farkında dahi olamama fikri ürkütücü bir şey. canavar sadece dışarıdan gelen bir tehdit değil, içerde bekleyen bir düşman.
film, sadece korku ve gerilim unsurlarıyla sıradan bir canavar filmi değil, insan psikolojisinin karanlık ve karmaşık yönlerine dokunabilen, toplum yapısına dair bir aynaya dönesebilen gayet derin bir film.
kıssadan hisse, her tanıdık olanın içinde bir yerlerde yabancı ve tehditkar bir şey vardır. insana karşı her daim tetikte olmalı.