Markaj Tiplerine Tepki Olarak Doğan Futbol Taktiği: Sahte Dokuz
false nine nedir?
türkçeye çevirmeye çalışırsak yalancı/sahte 9 numara, takımın ileri ucunda oynayan oyuncu gibi görünen ancak klasik bir santrafor olmayan, takımı topa hakimken stoperlerin arkasına koşu yapacak şekilde pozisyon almak yerine rakip takımın stoperleriyle orta sahası arasındaki boşlukta konuşlanan ve buluştuğu topları araya koşu yapacak takım arkadaşlarına atmayı amaçlayan hücum oyuncusu tipidir.
örnek vermek gerekirse barcelona'da messi, ispanya'da zaman zaman fabregas (mesela euro 2012 finali), arsenal'da ve hollanda milli takımında robin van persie (zaman zaman), liverpool'da firmino bu rolü üstlenmiştir. modern futbolda ilk uygulanışı ise 2006 veya 2007 senesinde spalletti'nin romasında olmuştu. totti, false nine olarak oynamıştı. aynı dönemde roma, manchester'dan 7 yerken inter'e 6 atabilen heyecan verici bir takımdı tabii.
false nine dediğimiz adam genelde 4-2-3-1'in uçtaki 1'i, hard mode açmayı seven teknik direktörler içinse 4-6-0'ın uçta görünen elemanı olabilmekte. false nine kullanınlan sistemlerin avantajlarını sıralarsak; tipik bir forvet yerine false nine oynatarak orta sahaya +1 koyuyoruz, kafadan topla oynama oranımız artıyor. en temel artısı bu gibi, ama gözden kaçan çok kritik bir nokta var. false nine sizin takımınızdaki kontra atak oyuncusu olarak tabir edilebilecek adamları her koşulda kullanabilmenizi sağlıyor. rakibin açık vermesi ve dolayısıyla bu adamların araya koşması için kontra-atak kovalamanıza gerek yok çünkü. bence sistemin en büyük artısı rakibin savunda düzenini her koşulda bozmak, alışkın olmadıkları bir oyuna zorlamak.
şimdi buraya kadar sabredip okuyanlar soracaklar 'aga madem bu kadar güzel sistem neden bu kadar az kullanılıyor?' diye. cevabını vereyim. false nine kullanırken %70 topa sahip olabilirsiniz ama bu maçı kazanacağınız anlamına gelmez. gol atabilmeniz için açık oyuncularınız aralara koşmalı. e bu durumda kanat akını yok, rakip daralır gömülür bekler ceza sahasında dediniz, duydum. bu yüzden hayvani hücum bekleriniz olmalı, yeri geldiğinde açık gibi oynayacak. çift ciğerli orta saha oyuncularınız olmalı 2 tane, hem rakip ceza sahasına yetişip gol vuruşu yapabilecek, hem de geri gelip takımınızın her maç 4 lük olmamasını sağlayacak. öeh dediniz değil mi?
sanılanın aksine hayli eski bir uygulamadır false nine. uygulama diyorum zira kast ettiğimiz şey en ileride yer alan santrforun biraz daha geriye çekilerek yarı oyuncu kurucu yarı santrfor olarak kullanılmaya başlanması ve bu esnada sağındaki ve solundaki hücumcuları da rakip ceza sahasına daha çok sokması üzerine kurulu bir plan...
futbol tarihinde bu planı ilk olarak wunderteam'ın yaratıcısı olan hugo meisl'in, o takımın beyni konumundaki matthias sindelar'ı kullanarak uyguladığı rivayet edilir... 1930'lu yıllardan bahsediyoruz farkındaysanız, 90 sene öncesinden.
daha sonra marton bukovi, 1940'ların sonunda mtk'yı çalıştırdığı dönemde bu plandan yararlanma yoluna gitmiştir..yönetmen bukovi'nin başrolde görev verdiği aktörün adıysa çok önemlidir: nandor hidegkuti.
hidegkuti öylesine önemlidir ki kendisi belki de dünya futbol literatüründe santrfor sözcüğünün anlamına ilk ve en çok derinlik katan isim olmuştur. zira özellikle efsanevi macar milli takımı'nda üstlendiği rol ve o takımın yaptıkları, futbol tarihinin gidişatını baştan aşağı etkilemiştir...
macaristan'ın o dönemki milli takım teknik direktörü gusztav sebes'in elinde, gol yollarında muazzam etkili iki isim vardı: sağ içte oynayan ferenc puskas ve sol içte görev yapan sandor kocsis...
o dönemin en moda futbol dizilişiyse wm'di. yani geriden ileriye doğru 3-2-2-3 şeklinde ifade edilebilecek bir diziliş. bu şablona göre de puskas ile kocsis, öndeki üçlünün gerisinde ikili bir hat oluşturmaktaydı. ancak sebes bu ikiliyi kaleye daha yakın kullanmak istiyordu.
öte yandan takımın santrforu hidegkuti, 9 numarayı oluşturacak birçok özelliğin yanı sıra, bir orta saha oyuncusunun oyun görüşüne ve pas becerisine de sahipti ve bu bakımdan biraz daha geride oynayabilecek donanıma da sahipti. dolayısıyla sebes, klasik wm dizilişi üzerinde biraz oynayacak ve hidegkuti'yi geri çekerken, puskas ile kocsis'i daha ileri sürecek, ortaya 3-2-3-2 gibi bir şablon çıkacaktı...
o dönemde çoğu savunmanın adam markajına dayandığı da düşünüldüğünde hidegkuti'nin geriye çekilmesi, rakibin santrhafını da peşinden sürüklemesi anlamına geliyordu ve bu, rakip savunmada çok daha fazla boşluk da yaratıyordu. o boşluklara puskas ile kocsis girince de ortaya 25 kasım 1953 ingiltere - macaristan maçı gibi futbol tarihinin en büyük kırılma noktalarından biri olarak kabul edilen bir maç bile çıkmıştı.
hidegkuti'nin o maçta ingilizlerin santrhafı (orta sahasının ortası diyebiliriz) ve kaptanı olan billy wright'a kariyerinin belki de o kötü performansını sergiletmesi ve ingilizlerin kendi sahalarında kıta avrupası'ndan bir takıma ilk kez, üstelik de yarım düzine gol yiyerek mağlup olmaları, futbolun taktiksel yönüne ilgi duyanların hidegkuti ve macarlar üzerine bu maç özelinde çok daha fazla eğilmelerine yol açacaktı. "deep-lying centre-forward" tabirinin popülerleşmesi de bu maç sonrasına denk gelir. false 9 tabiri de zaten bu deep-lying centre-forward tabirinden esinlenilerek ortaya çıkmıştır.