Martin Scorsese'nin 1993 Yılında Avrupalı Sanat Filmlerini Eleştirenlere Verdiği Cevap

Scorsese'nin Marvel filmlerine olan tepkisini biliyorsunuz ancak bu, ABD'li yönetmenin ilk vukuatı değildi... Kendisi her zaman inandığı şeyleri güçlü şekilde savunan bir yönetmen. Buyrun, bir başka kanıtı.
Martin Scorsese'nin 1993 Yılında Avrupalı Sanat Filmlerini Eleştirenlere Verdiği Cevap

martin scorsese, sinemaya hastalık derecesinde aşık olan bir yönetmen.

1993 yılında new york times'ta, federico fellini'yi ve diğer bazı yabancı filmleri "zorlayıcı" olmakla eleştiren bir makale yayımlanır. martin scorsese de buna yanıt olarak kendilerine sağlam bir cevap mektubu gönderir. aşağıda mektubun tarafımdan türkçeye "çevrilmeye çalışılmış" halini bulabilirsiniz.

"new york,

19 kasım 1993

editöre:

'affedersiniz; filmin bir kısmını kaçırmış olmalıyım' (inceleme haftası, 7 kasım) makalesinde tarzı, hikaye anlatıcılığının önüne geçen ve bunun sonucunda filmlerine izleyiciler tarafından kolayca erişilemeyen bir yönetmen olarak federico fellini örnek gösteriliyor. daha sonra bu argüman genişletilerek diğer sanatçılar da bu kapsama dahil ediliyor: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john kafes, alain resnais ve andy warhol.

rahatsız edici bulduğum şey görüş değil. bu görüşün altında yatan; farklı, zor veya talepkar olan sanatsal ifadeye yönelik tutumdur. fellini'nin ölümünden sadece birkaç gün sonra bu makaleyi yayınlamak gerekli miydi? burada tehlikeli, sınırlayıcı ve hoşgörüsüz bir tavır olduğunu hissediyorum. eğer bu konuda en erişilebilir olan eski duayenlerden fellini'ye karşı takınılan tavır buysa, yeni yabancı filmlerin ve sinemacıların bu ülkede ne gibi bir şanslarının olduğunu bir düşünün.

bu bana bir süre önce yayınlanmış olan bir bira reklamını hatırlatıyor. reklam, - açık bir şekilde fellini ve bergman'ın bir karışımı olan - yabancı bir filmin siyah beyaz bir parodisi ile açılıyor. iki genç adam bu filmi bir video dükkanında kafaları karışmış bir şekilde izliyorlar; bir kadın arkadaşları ise filme daha çok ilgi gösteriyor. sonra bir yazı çıkıyor: 'yabancı filmler neden bu kadar yabancı olmak zorunda?' cevap olarak, yabancı film görmezden geliniyor ve patlamalarla dolu bir aksiyon-macera filmi kiralanıyor ve kadın da buna üzülüyor.

görünüşe göre reklam, kadınlar ve yabancı filmler arasındaki 'olumsuz' çağrışımları eşleştiriyor: zayıflık, karmaşıklık, bıkkınlık. aksiyon-macera filmlerini ben de severim. aynı zamanda bir hikaye anlatan filmleri de severim. ancak hikaye anlatmanın tek tarzı, amerikan tarzı mıdır?

buradaki mesele 'film teorisi' değil, kültürel çeşitlilik ve açık fikirliliktir. çeşitlilik, kültürel varlığımızın hayatta kalmasını güvence altına alır. dünya hoşgörüsüzlük, cehalet ve nefret gruplarına bölünürken film, bilgi ve anlayış için güçlü bir araçtır. bizim ayıbımıza ki makaleniz avrupa basınında uzun uzun alıntılandı.

tasvir ettiğim tavır, cehaleti yüceltiyor ve ne yazık ki aynı zamanda avrupalı sinemacıların en büyük korkularını da doğruluyor.

bu dar fikirlilik gelecek nesillere aktarmak istediğimiz bir şey mi?

eğer reklamdaki cevabı kabul ediyorsanız, bu bakış açısının doğal olarak geleceği noktayı da neden kabul etmeyesiniz:

neden bizim gibi filmler yapmıyorlar?

neden bizim gibi hikayeler anlatmıyorlar?

neden bizim gibi giyinmiyorlar?

neden bizim gibi yemiyorlar?

neden bizim gibi konuşmuyorlar?

neden bizim gibi düşünmüyorlar?

neden bizim gibi ibadet etmiyorlar?

neden bizim gibi görünmüyorlar?

en nihayetinde, 'bizim' kim olduğumuza kim karar verecek?

- martin scorsese"

ny times'taki yazı
scorsese'nin cevabı
mektubu gördüğüm kaynak