Modern Dünyanın Yarattığı Sahip Olma Hırsının İnsanları Daha Mutsuz Etmesi
sahip olma arzusu ve hazcılık modern insanın en temel boşluğu ve problemidir. hemen alışmaya, hızlıca unutmaya, duyarlılıklardan uzak yaşamaya, ihtiraslı olmaya, daha bireysel, daha açgözlü ve ne kadar çok şeyi olursa, o kadar mutlu olacağını sanan karakterle dolu bir dünyada yaşıyoruz.
kapital sitemin en temel araçlarından olan şirketlerde bile yönetim anlayışı; satış hileleriyle tüketiciyi kandırma, medya ve reklam sektörünü kullanarak imajı ön plana çıkartma, tüketiciyi ihtiyacı olmayan şeylerin varlığıyla mutlu etme, daha çok kazanıp rakiplerini iflasa sürükleme, işçi sömürme ve daha çok servete sahip olmayı sağlayan her şeyi, her yolu deneyerek, rakiplerini ortadan kaldırmaya odaklanan kurumsal kimlik mantığına bürünmüştür. dolayısıyla hazcılık ve sahip olma dürtüsü sadece tüketen için değil, daha geniş kapsamıyla üreten sitemler için de yazılı olmayan kurumsal bir kurala dönüşmüştür.
bütün hayatını imkanlarından daha fazlasına sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan da kendisi gibi olacakları korkusuyla geçiren birey ve kurumsal tanımlamalar, hazcılığa yeni bir radikal bakış açısı getirmiş; kısaca hazcılığı putlaştırmıştır. voltaire’nin “gerçek ihtiyaçlar olmadan gerçek hazlar olmaz.” cümlesinden hareketle, ihtiyacımız olmadan kazandığımız şeyleri sadece tüketebileceğimizi oysa asıl olanın tükenmeyen hazlar, yani gerçek ihtiyaçlara sahip olma olgusu olduğunu söyleyebiliriz.
schopenhauer’in deyimiyle yeninin ömrünü kısaltıp hemen tüketen, eskileştiren bencillik ve sahip olma dürtüsü, insanların mantık ve akıl donanımlarından öte duygularına hitap eder. bu bencil sömürü düzeninin deşifre olmaması için tüketmeyi ve satın almayı kolaylaştıran araçları da icat eden düzene “banka kartlarını, kredi müessesini ve taksitle her ürünü satma” kurnazlığını örnek olarak verebiliriz.
jean baudrillard’ın başyapıtlarından biri olan “tüketim toplumu” kitabında dile getirdiği satırlar da hazcılık ve tüketim ilişkisini açıklarken “gerçek ihtiyaçlar ile çağımızın yönlendirdiği sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda, kişi tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. insan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. insani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir.” cümleleriyle tüketim ve hedonizm ilişkisini toplumunda at başı giden ve birbirinden ayrılmaz yapışık ikizler olarak tanımlamıştır.
kısaca tüketirken tükenmek ve bunun insan üstünde bıraktığı sahte mutluluk izi modern insanın en büyük problemi ya da boşluğu olarak tanımlanabilir.