Orta Çağ'da Kiliseye Karşı Çıktıkları İçin Katledilen Hristiyan Mezhebi: Katharizm
katharlar bize ne söylüyor?
katharizm, bilhassa 12 ila 14’üncü yüzyıl aralığında, kuzey italya’nın lombardiya bölgesi ve güney fransa’nın oksidanya bölgesinde mevcudiyet kazandı. balkanlarda arz-ı endam eden bogomilizm, iran mahreçli düalist manikeizm ve de bizans’ın doğu sınırlarında hayatiyet kazanan pavlikan ermeniler, katharizmin kurucu bileşenleridir. kathar dökümanlarına müracaat edildiğinde kathatlar’ın kendilerini “bonnes hommes” (iyi insanlar) olarak tanımladığına şahit olunur.
katharlar, ki yaşamdan çok ölüme yakındılar, ölmekten çok yaşamdan korkarlardı, ölümden çok yaşama mahkûm oldukları tefekküründeydiler. dönemin vakanüvisleri, katharların ölümlerini derin bir huşu, vakar hatta neşe içinde karşıladıklarından dem vurur. zaten albigenes haçlı seferi ile maruz kaldıkları soykırım, onların dünyanın kötücül, şeytani bir yer olarak tasavvurlarını pekiştirmekte ziyadesiyle etkili oldu.
kathar öğretisine intisap etmişler, katolisizmin ritüelleri ve doktrinini alay hususu haline getirmişlerdi. katolik kilisesi’nden “kurtların kilisesi” olarak bahsetmişlerdi. kathar öğretisi 12 ila 14. yy. aralığında öyle koşar adım yayılmıştı ki etekleri tutuşan katolik kilisesi, bu ele avuca gelmez “sapkınları” dizginleyebilmek uğruna albigenes haçlı seferlerini organize etmeyi kaçınılamaz bir gereklilik olarak duymuştu. zira katharların aleyhine tedavüle sokulan lanetleyici, öcüleştirici, kriminalize edici kampanyalar hükümsüz kalmıştı. öyle ki katolik rahiplerinden bile katharizme intisap eden müntesipler çıkabilmişti. bilhassa teolojiyle iştigal edenler için kathar öğretisi muteber bir çekim odağıydı. katharları, “şeytanın sinagogu”na mensup olmakla itham ediyor ve sapkınlıkla suçluyorlardı. katolik kilisesi, onları kulamparalıkla (oğlancılık) suçlamıştı –ki bu orta çağ’daki ezoterik tarikatları kriminalize etmekte sıklıkla müracaat edilen bir ifadeydi. katharizm, ayak takımı kadar soylular, feodal beylerce de teveccüh görmüştü. bu durum, feodaliteyi eşyanın tabiatı, şeylerin doğal düzeni addederek ona itibar eden roma imparatorluğu ve katolik kilisesi için baş belası bir tehlike teşkil ediyordu. kathar teologları, katolik ilahiyatçılarla gerçekleşen münazaralarda çoklukla onlara galebe çalıyordu. komşularının nazarında da oldukça saygındı katharlar. hatta kathar muarızı nice insanda da saygınlık uyandırmışlardı.
kathar’ın “perfecti”, “perfects” olarak tanımladıkları “kusursuzlar”, tasavvuftan ödünç alınacak bir kavramla izah edilebilecek olsaydı bu “insan-ı kâmil” ve “ermiş” olurdu. kusursuzlar, kathar toplumunun dinî hiyerarşisinde şahikada bulunuyordu. kusursuzlar, tam anlamıyla mükellef bir riyazet tecrübesinden geçerek nefislerini terbiye ediyorlardı. cinsel rabıtadan doğmadıklarını iddia ettikleri balık dışındaki her türlü eti ve süt mahsullerini yemekten sakınıyorlardı. kadınlara karşı hürmetkâr olan kathar toplumunda kadınlar da kusursuz olabilmekteydi. öte yandan kadınlar, kathar öğretisinin yayılmasında epey yararlılıklar göstermişti.
katharlara göre katolik kilisesi; şeytaniliğin, kötücüllüğün tecessüm etmiş hâliydi. roma, sevgiyi dünyevi mutlak iktidarında tutsaklaştırıyor, eritiyordu. bu bakımdan roma; “amor”un, sevinin/aşkın karşıtıydı. sözün özlücesi roma, sevgisizlikti; katolik kilisesi’nin haçı, katoliklerin yüzyıllardır kurumsallaşmış bir mücadele yürüttükleri paganların putlarından çok daha müptezel bir puttu onlara göre. katharlar da, tıpkı orta doğulu paganların hatırı sayılır bir kesiminde olduğu gibi ateşe hürmet, ateşten korkmamak esastı. kilisede tapınmak, katharlar için “insanlığın acınası bir hâli”ydi. katharlar için herhangi bir açıklık ya da çatı altı, ibadetlerini eda edebilmeleri için kâfiydi. ibadeti muayyen bir mekânla kısıtlamak gibi bir şekilperestliği ciddiye almayacak denli geniş meşrep bir tasavvura sahiplerdi. rahiplerin ata/n/ma ve kutsama törenlerini, ekmek-şarap ayinini, isa’nın bakire meryem’den doğduğunu, ölüp mezara gömüldüğü ve daha sonrasında dirildiğini, vaftizin günahlardan arındırıcılığını, isa’nın tanrı’nın insan bedeninde tecessüm etmiş hâli olduğunu reddettiler. neredeyse katolisizmin sembolik ve pratik dizgesini topyekün reddettiler. kilisenin sembollerine, ritüellerine ve hiyerarşisine yüz vermediler; proto hristiyanlar gibi onlar da ruhban sınıfını tanımadılar. katharların kanaatine göre katharist öğreti, katolik teolojiye nispetle çok daha kadimdi. katoliklerin ulûhiyet atfettikleri haç ise, katharların nazarında hürmete layık olamayacak bir işkence enstrümanıydı. ışıltılı mücevherler, kutsal kâse, para, azizlerden yadigâr kutsal emanetler de yine ehemmiyetsiz tapınç nesneleri olarak reddediliyordu.
katharlar, tıpkı plotinos gibi, ruhlarımızın tanrısal ziya/nur ile ışıklandığı kanaatindeydiler. cismani şeylere, dünyalığa kıymet vermek katharların indinde işlenebilecek en menfur suçtu. kardinallerin, piskoposların ve rahiplerin görkemli, refahatli ve sefahatli yaşamları katharlarca tiksinti ve nefretle karşılanmıştı. ve katolik kilisesi bunu öyle bir aşırılığa vardırmıştı ki katharlar, katolik kilisesi için kötülüğün mirasçısı, şeytan’ın müridi sıfatlarını sarf etmekte sakınca görmemişlerdi. kathar ermişleri dünyalıktan caymış çileci yaşantılarıyla, her an ölebilecekmiş gibi yaşarlardı. ölüme yönelmişlik içerisindeydiler. ölüm onlar için bir hitâm, münteha noktası değil, aksine eternal devinimin bir gerekliliğiydi. katharların düalist bir teolojisi vardı. cismani dünyayı satan/şeytan, bir başka deyişle “kötücül tanrı” yarattığı, ruhani dünyayı ise iyicil/yaratkan tanrı’nın halk ettiği ikili prensibe/ilkeye dayanan bir teolojiye inanıyorlardı. iyicil tanrı, kitâb-ı mukaddes’in yeni ahit metnini yaratmıştı. bu da demekti ki katharlar, eski ahit’i reddediyorlardı.
tarihte ilk engizisyon mahkemesi, kathar müritlerini yargılamak için kuruldu; ilk engizisyon yalımı da yine kathar müritlerinin küllerini savurmak üzere tutuşturuldu. kıdemli bir papaz, katharlara yönelik haçlı seferleri için şöyle der: “eğer sadakatin kılıcıyla onları kesmeseydik, bütün bir avrupa kokuşmuş olurdu.” hatta papa; katharları, müslümanlardan daha öncelikli ve kötü düşmanlar olarak tanımladı. papa ııı. ınnocent, katharlara karşı haçlı seferlerini örgütleyebilmesi için kutsal ordu içerisinde bir dizi atamalar gerçekleştirdi. en başta beziers’te, “hepsini öldürün, tanrı kendine iman eden sevgili kullarını ayırt eder,” gibi irrasyonel cümlesiyle maruf/meşhur arnaud amary’i orduyu komuta etmek üzere başkomutanlığa atadı. bir diğer zat ise, ingiliz parlemento tarihinin belirgin bir ismi olan simon de monfort’tu. savaşların sonraki evrelerinde fransa kralları bu cihadı, kutsal davayı devralmasıyla kraliyet de haçlı olma kıvancına mazhar oldu. kathar şövalyeleriyle savaş esnasında iki kral da ölmüştü. birincisi, 1213 muret savaşı’nda ıı. peter; ikincisi, 1226’da paris’teki evine dönmekteyken dizanteriye mağlup olan 8. lui’ydi.
yaklaşık iki yüzyıla yayılan bu “hidayete erdirme” fütuhatında takriben yarım milyon insan terk-i hayat eyledi. bunun, avrupa’nın ilk toplu kıyımı olduğu, bugün pek çok modern tarihçinin nezdinde kabul görmüştür. haçlılar el insaf, merhamet namına hiçbir vicdani kaideyi kaale almayıp çocuk, kadın, yaşlı, sakat ayrımı gözetmeksizin, kathar olsun olmasın tekmil yerel halkı katlettiler. toulouse kontu ve onun müttefiklerinin toprakları ilhak edildi, istimlak edildi ve yerel yöneticiler aşağılandılar. geniş müktesebat sahibi ve gani gönüllü yerel langudoc yöneticileri, katolik kilisesi ile organik rabıtası olanlarla değiştirildi. dominic guzman, engizisyon’u kurarak direnişin son kalıntılarını da sildi. langeoduc’lu yahudilere ve sair kimliklere karşı kitlesel zulüm politikaları yürürlüğe konuldu. “faidits” olarak dillendirilen mümtaz, görgülü koruyucular; mülkiyetsizleştirilerek haneberduş, evsiz barksız konuma düşürülüp yüksek troubodor kültürü de mahvedildi. katharlarla meskûn olan yerleşim yerlerinin hatırı sayılır kısmı tarumar edildi ve metruk hale getirildi. otuz bin kişilik piyadeler, şövalyeler ve yardımcı birliklerle 1209’da kuzey avrupa’dan gelen haçlı birlikleri, güney fransa’nın pirene dağlarının eteklerine indiler. ilhak edilen topraklardaki bütün ekinler ateşe verildi; şehirler ve kasabalar yağmalandı. bölge, ağır vergilendirmelerle iktisadi bir soykırıma da maruz bırakıldı. languedoc bölgesinin mahalli dili olan oksitanca, hızla irtifa kaybetti. buna da sanırım linguistik (dilsel) soykırım demeli. voltaire, “hiçbir şey, albigenlere karşı yürütülen savaş kadar adaletsiz olamaz,” der. yine chateaubriand da mevzubahis katliam için, “tarihimizin en menfur zaman dilimi,” diyerek üzünçle bahsederler kathar soykırımından. bugün bile kimi protestan kiliseleri, kendilerinin katharların mirasçıları olduğunu dile getirmekten imtina etmezler.
peki katharlar, bu paylarına her defasında ölüm düşen, yüzyıllar öncesinden şimdimize nefeslerini, içgörülerini miras bırakan bu muteber insanlar zamaneye, bizlere neler söylemekteler? katharların bize söylediği odur ki, kendi hak bildiği yolda bir başına da olsa yürümelidir insan, belki yıllarca sürecek bir var kalım mücadelesini gerektirse bile bu. zahiri olanın içindeki batını yakalamanın, yaşamın özüne, künhüne vâkıf olmanın aslolan olduğunun çığlığıdır katharlar. bizden selam olsun onlara…