Progresif Rock'ın En İyi Albümlerinden, Selling England by the Pound'un İncelemesi

selling england by the pound, 1973 tarihli genesis albümü.
kadrosundaki dalgalanmayı bateriye phil collins'i ve gitara steve hackett'i alarak çözen ve istikrarı yakalayan genesis, finansal başarıyı tam olarak yakalayamasa da entelektüel şarkı sözleri, farklı sahne şovları ve yetenekli müzisyenleri ile ingiltere ve abd'de kült bir hayran kitlesi oluşturmuştu.
1973'te selling england by the pound ile genesis bir miktar liste başarısı da kazandı. özellikle "i know what i like" 45'liği ile ingiltere listelerinde 21. sıraya yükselerek bir progresif rock grubu için büyük bir başarıya imza attı.
müzikal olarak albümde tony banks ve steve hackett'in imzası çok bariz bir biçimde gözüküyor. "the cinema show"da banks, "dancing with the moonlit knight"da hackett, "firth of fifth"te ise her ikisi birden coşmakta. hackett'in öne çıktığı şarkılardaki gitar melodileri peter gabriel'in şovalyelerle, savaşlarla, doğanın güzellikleriyle ilgili sözleri ile birleşince albümde zaman zaman bir ortaçağ ingiliz folklorü havası yakalanıyor. öte yandan banks'in klayve melodileri rutherford ve colllins'in bas-davuluyla birleştiğinde ise genesis'in alametifarikası olan o progressive rock sound'u öne çıkıyor (misal "i know what i like"). albümün sözleri zaman zaman mitolojiye, efsanelere dayanıp natürmort bir tablo çizse de, albümün açılış ve kapanış şarkısında sadece yemek yiyip, yeni kıyafetler alan ve bu tüketim sevdası ile ülkesini bitiren ingiliz vatandaşlara ciddi göndermelerde bulunulmakta. öte yandan grup "more fool me" ve "after the ordeal" gibi grup dışı bireysel çalışmalara açık kapı bırakmaya başladığını göstermekte. keza bu albümden kısa bir süre sonra genesis üyelerinin solo çalışmaları grubun kariyerini tehdit edercesine üst üste piyasaya verilmeye başlanacak.
albüm ile tek eleştirim bazı sözlerin ("the battle of the epping forest") ve bazı müziklerin ("dancing with the moonlit knight" ve "the cinema show") daha kısa hale getirilebileceği. yine de 53 dakika süren bu albüm genesis'in belki de en etkileyici çalışması.
şimdi tek tek şarkılara bakalım:
dancing with the moonlit knight
peter gabriel'in etkileyici sesiyle açılmakta. daha önce de belirttiğim o ortaçağ hissayatını veren steve hackett gitarı ve hemen ardından tony banks klavyesi olaya kısa süre sonra dahil olmakta. sözler bir yandan o masalsı mitolojik havayı devam ettirirken, bir yandan da ingiltere'deki tüketim kültürüne göndermelerde bulunmakta. hatta ingiliz olmayan dinleyicinin tüm göndermeleri anlaması biraz zor. ikinci dakikadan sonra hızlanıp farklı bir havaya bürünen bu şarkı tamamen bir steve hackett şovuna dönüşüyor. tek ufak eleştirim şudur ki, bitiş kısmı azıcık daha kısa olabilirmiş.
i know what i like
grup tarihinin ilk hit single'ı olarak çok önemli bir yere sahip. genesis standartlarına göre biraz popa kaçsa da klasik pop şarkılarına göre halen çok kompleks ve deneysel. şarkıyı albüm kapağındaki resimden ilham alarak yapmışlar. "çim biçme makinası" motifinin baskın olduğu şarkı, bu makinayı çağrıştıran bir ses efekti ile açılmakta. banks/rutherford/collins üçlüsü bu şarkıyı gerçekten uçurmuş - ki genesis bu üçlüye dönüştüğünde de bu şarkıyı konserlerde çalmaya devam ettiler. hayalci, tembel bir arkadaşı anlatan bu şarkı çok eğlenceli ve renkli. gardrop meselesinin ise ucu açık. bence eşcinsellik ile ilintili ama herkes istediği gibi yorumlayabilir.
firth of fifth
bunun için ne denir bilmiyorum. şarkı neredeyse 10 dakika ama su gibi akıp gidiyor. şarkı, banks'in unutulmaz piyano melodileriyle başlıyor. daha sonra ise genesis'in o güzel pastoral sözleri ile başka bir dünyaya gidiyoruz. peki o flüt melodisi nedir öyle allah aşkına? hayatım boyunca duyduğum en iyi ezgilerden biri. sonra sazı gabriel'den tekrardan tony banks alıyor ve giriş bölümünü klavyesi ile bize bir kez daha sunuyor. sonrası da zirve. steve hackett, önce o dönemde müzik dünyasına yavaş yavaş girmekte olan tapping tarzından bir örnek gösteriyor. daha sonra da gabriel'in flüt melodisine dayanan bir solo patlıyor ki benim kitabımda tarihin en iyi sololarından biri bu solodur.
more fool me
albümün olmasa da olur diyebileceğimiz şarkılarından biri. mike rutherford ve phil collins'in ortak çalışması olan bu parça collins'in daha sonra çıkaracağı solo çalışmaları andırıyor. sözleri de gabriel'in ya da banks'in görkemli, lirik ya da pastoral sözlerinden çok daha sade ve aşka dayanıyor. asla kötü değil ama bir genesis parçası olup olmadığı tartışmaya açık.
the battle of epping forest
bu da bir önceki "more fool me" gibi tartışmaya açık bir şarkı. ancak bu şarkının tartışma konusu olmasının nedeni daha farklı. bence şarkı melodik olarak tam bir genesis şarkısı. bir savaşı/kavgayı anlatan şarkı bir askeri marş gibi başlıyor. daha sonra da sıkça ritim değiştirirek bir progressive rock şarkısına yakışırcasına devam ediyor. şarkı sözleri de ilginç sayılabilecek bir hikaye anlatıyor. gel gelelim gabriel'in sözleri bir şarkı için çok uzun ve belli bir yerden sonra oldukça sıkıcı bir hale geliyor. belli bir melodisi olmadığı için de peter gabriel kafasına göre bir şeyler anlatıyor, genesis de arkasında alakasız bir şekilde bir şeyler çalıyor gibi oluyor. benim için albümün en zayıf halkası.
after the ordeal
bu ise benim çok beğendiğim ama genesis'in beyni tony banks'in nefret ettiği bir şarkı. bence muhteşem bir melodiye sahip bu enstrümental şarkı genesis'in bu albümde yakalamaya çalıştığı o orta çağ havasına çok uymakta. özellikle hackett ve banks'in beraber götürdüğü şarkının ilk yarısını dinlemek çok zevkli ve hackett'in nasıl bir gitar dahisi olduğunu gösteren bir başka eser. akustik gitardan elektro gitara geçilen ve tüm grubun dahil olduğu ikinci bölüm de ilki kadar etkileyici.
the cinema show
albümün bir diğer zirve noktası. bu şarkı "the battle" ile neredeyse aynı uzunlukta ama onun aksine sıkıcı değil. masalsı bir havası olan bu şarkı modern zaman romeo ve juliet'ini anlatarak başlamakta. birbirlerine kavuşmayı heyecanla bekleyen bir çifti tanıtan şarkı daha sonra zamanda geriye giderek bir mitolojik karakter olan tiresias'ın erkek ve kadın hakkındaki düşüncelerini anlatmakta. firth of fifth'in kardeşi olarak gördüğüm bu şarkı da gabriel'in flütü ve banks'ın klavyeleri ile dikkat çekiyor. banks'in başını geçtiği son bölümleri dinlemek zevkli. yine ufak bir eleştiri olarak bitiş kısmı, ilk şarkı gibi biraz gereğinden fazla uzun tutulmuş.
aisle of plenty
bu şarkıcık ile albümün başına geri dönüyoruz. konumuz yine tüketim toplumu ve yine ingiliz süpermarketleri. gabriel, burada marketlerin bröşürlerinden ürünlerin fiyatlarını okumakta. hem de ne okuma; hem sağdan hem soldan hem ortadan sözler, iniltiler gelmekte. modern insanın süpermarketler tarafından etrafının nasıl çevrildiği, ilk şarkı gibi metaforlara, ortaçağa vs. girmeden, doğrudan hissettirilmiş. sonuç olarak güzel bir yolculuktan sonra başa dönüp albüme de adını veren bir ülkenin satışa çıkarılması konusunu albümü kaparken bir kez daha düşünmeye başlıyoruz.
4.5/5 verdim gitti.
albümü özetleyen üç şarkı: firth of fifth (başyapıt), dancing with the moonlit knight (hem eleştirel hem epik), more fool me (ileride genesis'in geleceği hali ilk kez yüzümüze vuran eser)