Son Büyük Filozoflardan: Varlığı, Varoluşun İçinde Arayan Martin Heidegger
heidegger, 20. yüzyıla damgasını vuran, varoluşçu olduğunu kabul etmeyen ancak büyük ölçüde egzistansiyalist (varoluşçu) bir filozof. kısmen ateist varoluşçu olarak anılır takipçisi jean paul sartre'ın tam ateist olduğu gibi. ancak inanıp inanmadığı hususu halen bile tam olarak açığa çıkarılamamıştır ki kimseyi de ilgilendirmez.
freiburg’da öğrenci bulunduğu sırada heinrich rickert’in yeni kantçılığın ile edmund husserl’in fenomenolojisinin (görüngübilim) etkisi altında kalmıştır. 1923’te marburg’da profesör olmuştur. 1927 yılında en büyük eseri olan sein und zeit’i (varlık ve zaman) neşretti. bu eser ile felsefe dünyasında büyük bir heyecan uyandırmış ve selefi husserl’in ardından freiburg üniversitesi felsefe kürsüsüne çağrılmış ve ardından da üniversitenin rektörü olmuştur. kendisini husserl’in fenomenoloji okuluna sokanlara veyahut kendisine varoluşçu diyenlere şiddetle karşı çıkar. heidegger başyapıtı varlık ve zaman olmak üzere ve diğer eserlerinde varlık problemi üzerinde felsefesini şekillendirir. varlık ve zaman’da varlığın zaman ile içten bağlılığına vurgu yapılır. bu bağlılık insan varlığının analizi yoluyla ortaya çıkar ona göre. kendisi çok fazla itiraf etmese de soren kierkegaard’dan büyük ölçüde etkilenen heidegger insan varlığının “endişe”, “sıkıntı”, ve “her an ölümle yüz yüze bulunma” gibi asli karakteristiği üzerinde durdu. bazı noktalarda kendisini eleştirse de jean paul sartre’a en derinden teesssir eden filozof heidegger’dır. zaten felsefe dünyasında varoluşçuluğun en güçlü temsilcisi olarak gösterilmesinin de ana müsebbibi, hakkındaki yazıları ve kitapları ile sartre olmuştur. heidegger batı felsefe tarihinde “varlığın anlamı” ile ilgili soruyu ortaya atan, ve batı medeniyetinin buhranının temelinde “varlığın ihmal edilmesi” nin yattığını iddia eden ilk düşünürdür.
biraz felsefesinden söz etmek gerekirse, heidegger’a göre insanın 3 temel yapı özelliği vardır
1) olay özelliği, yani o dünyada önceden bulunması
2) egzistansiyalist özellik, o olduğu ve olabileceği bir imkandır
3) eksilme (dedikodu, tecessüs ve kaypaklık yüzünden imkanlarının önemli bir kısmını eksilterek dünya içinde sadece şimdiki zamanda bulunmaya olan meyli)
sıkıntı vasıtası ile insan yoklukla yüz yüze gelerek kendi sınırlılığını (acizliğini) ve ölümün kaçınılmazlığını görür; fakat zaman içinde şimdi vasıtasıyla geçmişten geleceğe doğru hareket eden insan, karar vermek suretiyle kendisini değerlendirir, varlığını bütünlüğü ile seçer ve bu şekilde sağlıklı benliğine ulaşır.
heidegger’a göre ilk felsefik problem varlık’tır. heidegger’ın ölene kadar uğraşısı insan varlığının analizi olmuştur (daseinsanalytik). ancak bu şekilde varlığın gerçek yüzünün tanınabileceğini savunmaktadır. heidegger başlangıçta insan varlığının (dasein) analiz ve tasvirinde fenomenolojik metodu kullanarak hocası husserl’in izinden gider. fenomenoloji’de bütün ön fikirli logic ve epistemolojik yargılar bir tarafa atılıp fenomenlerin kendilerini ortaya çıkardıkları kabul edilerek analiz yapılmaktadır.
ona göre dünya, her tarafa yayılmış bir cevher yahut içinde insanın yerleştiği bir mekan halinde tasarlanan bir kap değildir
varoluşçu tarzda dünya insana has bir ilgi alanıdır, ve bu alan ilgiden bağımsız değildir. insanın olmadığı yerde gerçeklik yoktur. dasein, üretimde bulunan, düzenleyen, uygulayan, teşebbüs eden, arayan, soran düşünceli bir varlık olarak dünya içindedir. dünya fenomeni bir cevher ya da objektif öz olarak anlaşıldığı zaman nasıl tahrif ediliyorsa, insan varlığı veya dasein de bir cevher ya da kendi kendine yeten asli bir süje olarak tefsir edildiği zaman, öylece bozulmaktadır. descartes’in düşünen cevher (res-cogitans) düşüncesinin hatalı olduğunu bu şekilde ortaya çıkardığına inanır.
ona göre insan, önce kendi varlığını anlayan ve sonra objektif dünya denemesine girişen soyut bir epistemolojik süje değildir. insan vasıtasız ilgileriyle kazandığı dünyasına önceden sahiptir. dünya onun varlığına şekil verir. böylece heidegger’ın fenomenolojisi, kartezyen gelenekten çağdaş epistemolojik teoriye miras kalan süje-obje dikotomisini kırarak, dünyasından ayrı kalan “ben”i yalnızlığından kurtarır.
insan varlığının birlikte yaşama özelliği, onun başkalarıyla bir arada bulunduğu kadar, yalnız kaldığı zaman da kuvvetle kendini gösteren bir fenomendir. yalnızlık birlikte bulunmanın eksik bir şeklidir. bir anonim kişi olarak var olmak bir kimsenin topluluk dünyasında şahsiyetini kaybederek bir stok varlığa dönüşmesidir. yani, insan kendisini ve başkalarını aldatmaya dayanmayan toplu yaşamayı mümkün kılan varoluşçu hürriyeti kaybederek, bir obje yahut eşya haline getirir.
insan bu şekilde başkaları tarafından kullanabilen bir alet konumuna gelir. anonim kişi bu şekilde şahsiyetini kaybeder, adetler ve günlük yaşamın gereksinimleri ile vaktini doldurur. yani varlığın sıradanlaşmasına teslim olur. anonim kişi daha çok ortalama seviyede bulunan bir nevi düz adam’dır. ortalama onun kabiliyetinin ölçüsü ve yaratıcılığının sınırıdır. bu bütün üstünlüklerin düzleştirildiği ve bütün orijinalliklerin önemini kaybettiği eş seviyeye indirgeme işlemi hayatı monoton bir hale sokar. herkes tarafından iyi bilinme, anonim olma, insanın kendisini topluma vermesine ve ferdiyete bağlı sorumluluktan uzaklaşmasına yol açar. ortaya das man yani halkın düşündüğünü düşünen, duyduğunu duyan uniform yapılar çıkar.
göründüğü gibi 1976'da ölene kadar varlık problemi ile boğuşan büyük üstat insanlığın içinde bulunduğu problemleri aleni şekilde ortaya koymuştur ve ciddi biçimde avrupa sistemini, uluslararası düzeni eleştirmiştir. kabul ediyorum, eserlerini okumak ve ziyadesiyle anlamak çok mümkün değil, soyut felsefeyi eleştirse de kitaplarını okurken çok soyut bulunabiliyor. ancak satır aralarında çok derin ve bizi yakından ilgilendiren şeyleri paylaşıyor...