Vazgeçmenin En Güzel Hali: Laf Anlatmak Yerine Yanlış Anlaşılmayı Kabullenmek
laf anlatmak yerine yanlış anlaşılmayı kabullenmek, vazgeçmenin en güzel halidir
bunu yaptığınızda karşınızdaki insanlar sizin haksız ya da kaçan kişi olduğunuzu düşünür; ancak bu duruma sebep olan şeyler karşı tarafın algılarının kapalı olmasıdır. ne kadar anlatırsam o kadar anlaşılırım değil, ne kadar anlamak isterse o kadar anlaşılırım diye bir gerçek var.
insanlar bazen bizi bir eşiğe getiriyor ve o noktada tek cümle bile etmenin ne kadar anlamsız olduğunu görüyorsunuz. bir tartışmada önemli olan şey haklılık değil, anlaşılabilmektir. laf anlamayan ve hatasını kabullenmeyen insanlarla tartışmanın sonunda kendinizden şüphe etmeye ve gergin bir insan olmaya başlıyorsunuz. böyle olunca da karşı tarafa istediğini veriyorsunuz. o yüzden bırakın yanlış anlasın ya da istediği gibi anlasın ve mutlu olsun. bu size bir şey kaybettirmez, aksine kazandırır; çünkü toksik ilişkiler sizden çok şey götürür. illa haksızlığa gelemiyorum diyen bir insansanız da sınırlarınızı çizip mesafe koymak en doğrusu olacaktır. böylece ne yorulur ne de laf anlatamama öfkesini yaşarsınız. hatalarının sorumluluğunu alamayan, sadece kendine odaklı, hakkaniyetli olmayan insanlara laf anlatabilmek mümkün değildir. “içimde kalmasın, lafımı anlatıp rahatlayayım, böyle bir şey karşısında susamam” gibi şeyler düşünürseniz, aslında hiç de öyle olmuyor. bazı insanlarla tartışmak bile iyi gelir, bir şeyler öğrenir ve öğretirsiniz. haklı çıkma çabası yoktur ve hatasını fark ettiğinde ya da söylediğiniz şey fikrini değiştirdiğinde bunu inkar etmez. öyle insanlarla on gün aralıksız konuşsanız yorulmazsınız ama anlattığınıza değil de anlamak istediğine odaklı insanlara beş dakika bile laf anlatmak kendinize yapacağınız saygısızlıktır.
"hayattan öğrendiğim bisey varsa o da şudur, herkes her şeyin farkında ve kimse hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadı" - agâh beyoğlu
geçmiş yıllara, genç halime baktığımda, müstehzi bi ifade yerleşiyor yüzüme. ne çok insana ne çok şey anlatmak için ne dehşet süre çabalamışım. aslında bitmiyor da galiba. artık insanlara anlatmaya çalıştığım pek bir şey yok, anlamak isteyen çabalıyor ve anlıyor zaten. bunu kabullendim.
ama sözlük diyorum; burada böyle hala enine boyuna anlatıyorum bazı şeyleri erinmeden, üşenmeden. insanın anlaşılma arzusu belki de sadece format değiştirerek devam ediyor.
yüz yüzeyken yanlış anlaşılmayı kabullenerek dönüp gidiyor, sonra sözlüğe gelip sayfalarca alakasız konularda laf anlatıyorsun. kime anlattığını bile bilmeden, öylece... ortaya... gelsin sahibi alsın bunu; her kiminse. kimin ihtiyacı varsa, kimin ne anlayası geldiyse... -ben dahil-
anlatmak, kendini anlamanın en iyi yolu bence. anlatın. insana olmasa bile anlatın. yanlış anlamayacak bir şeye anlatın. ağaca, duvara, kediye. ama illaki bişeye anlatın. anlatırken içine içine bakıyor insan...
insanın anlaşılma arzusu, kendini anlama arzusudur belki de çok temelde...
anlattığınız şeyin ne olduğu pek önemli değildir, mesele anlamak istediği gibi anlayan kişinin ne düşündüğüdür
buna ingilizcede perception deniliyor. türkçe'e sezgi, anlama, kavrama olarak da çevrilebilir. özellikle narsist kişilik bozukluklarında çarpışık bir kavramdır.
inception filminde bununla ilgili güzel bir sahne mevcuttur:
kişiye bir düşünce aşılamak için bilinçaltına rüyalar sayesinde girerler, hatta rüya içinde rüya görmesine sebep olarak iyice derine sızarak, buraya basit bir düşünce yerleştirirler. bilinçaltına uzun uzun açıklama yapmak yerine bir sembol koyarlar ve o kişinin sezgisini, karar verme yeteneğini değiştirir.
bu filmi izlerseniz laf anlatamadığınız insanları daha iyi anlarsınız, o sembolik düşünce bu kişilerde çok derindir ve ne dediğiniz önemsizdir. şöyle de diyebiliriz mantıklı bir cümle de kursanız o düşünce kalıbı kişide çarpışıksa, sizin düşüncesiniz çarpışık düşüncelerle eritir ve beyin hala eşlik ettiği temel düşünceyi izlemeye devam eder. yani yanlış düşünce kalıbı devam eder.