SUÇ 28 Şubat 2024
24,9b OKUNMA     268 PAYLAŞIM

Aile Dostunu ve Karısını 17 Yıl Arayla, Aynı Yöntemle Öldürmekle Suçlanan Yazar: Mike Peterson

Yazar Michael Peterson'ın olayı The Staircase ismiyle iki defa belgesele de çekildi. Bu belgeselden hareketle olayı inceleyen entry'leri derledik.

Olayın özeti

Michael Peterson olayı oldukça karmaşık ve ilgi çekici bir hikaye. Özetleyecek olursak:

Michael Peterson, Amerikalı bir yazar ve Durham, Kuzey Karolina'da yaşamakta. 2001 yılında, Peterson'ın eşi Kathleen Peterson, çiftin evinde merdivenlerden düşerek hayatını kaybediyor. Başlangıçta kazara bir düşme olarak değerlendirilen bu olay, daha sonra cinayet şüphesiyle yeniden ele alındı.

Olay yerine gelen yetkililer, Kathleen'in kafasında şiddetli yaralanmalar olduğunu fark ettiler ve Michael Peterson, eşinin ölümünden hemen sonra tutuklandı. Savcılar, Kathleen'in ölümünün Peterson tarafından cinayetle işlendiğini iddia ettiler. Savcılar, olay yerinde bulunan kan lekelerinin ve Peterson'ın finansal sorunlarını delil olarak sunmuştu.

Peterson'ın ilk dava süreci oldukça dikkat çekti ve kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Ancak, Peterson 2003 yılında yapılan dava sonucunda suçlu bulundu ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Ancak, bu dava sonucu, Peterson'ın avukatları tarafından yapılan itirazlar ve delillerin yeniden incelenmesiyle sarsıldı. Yeniden yargılama talepleri sonucunda, 2011 yılında Peterson'ın ilk dava sürecindeki bazı hatalar olduğu tespit edildi ve yeni bir duruşma kararı verildi.

Yeniden yargılama süreci 2017 yılında gerçekleşti. Bu kez, Peterson, mahkemede suçsuz olduğunu savundu ve kendisini savunma hikayesi değişti. Peterson, eşinin ölümünün kazara olduğunu iddia etti ve bu kez kazanın nasıl gerçekleştiğini detaylı bir şekilde anlattı.

Sonuç olarak, 2017'deki yeniden yargılama sonucunda, Michael Peterson suçsuz bulundu ve serbest bırakıldı. Bu olay, medyada ve hukuk çevrelerinde uzun süre tartışıldı ve "The Staircase" adlı belgeselle de geniş kitlelere ulaştı.

Peterson

Peki önceki cinayet neydi?

Michael Peterson'ın geçmişindeki bir olay daha, eşinin ölümüne benzer bir şekilde dikkat çekici. Peterson'ın 1985 yılında, Elizabeth Ratliff'in ölümüyle ilgili bir olay meydana geldi.

Elizabeth Ratliff, Peterson'ın askeri meslektaşıydı ve iki ailenin dostluğu vardı. Bir gece, Ratliff'in evinde, Peterson'ın da bulunduğu bir topluluk içinde, Elizabeth Ratliff merdivenden düşerek hayatını kaybetti. Olay, kazalı bir ölüm olarak kaydedildi ve otopsi yapılmadı.

Ancak, Michael Peterson'ın eşi Kathleen Peterson'ın ölümünden sonra bu olay tekrar gündeme geldi. İkinci eşinin ölümüyle ilgili soruşturma devam ederken, Ratliff'in ölümü de yeniden incelendi. İki olay arasındaki benzerlikler dikkat çekiciydi; her ikisi de merdivenlerden düşme sonucu ölümle sonuçlanmıştı ve Peterson her iki olayda da bulunuyordu.

Ancak, Almanya'daki olayın delilleri çoktan yok olmuştu ve yeniden açılan soruşturma, kesin bir sonuca ulaşamadı. Bu nedenle, Elizabeth Ratliff'in ölümüyle ilgili tam bir cevap bulunamadı ve kesin bir kanıt sunulamadı.

"the staircase"

true crime belgeselciliğini sevmemin birçok faktörü var. araştırma ve mahkeme süreçleri, tüm bu çabalar hayranlık uyandırıcı. bir taraf olayı aydınlatmak için varını yoğunu ortaya koyarken, cezalandırma adına her şeyi deniyor. diğer taraf ise aynı şeyleri masumluğun ispatı veya suçsuz olma ihtimalini korumak için yapıyor. tüm bu mücadele hâli o kadar şekspirâne geliyor ki. özellikle de olay yeterince dramatik ve trajikse. yapım ekibinin elinde bol malzemesi varsa ve iyi işlenebiliyorsa. ki amerikalılar bu konuda eksperler.

geçenlerde gözüme "belgesel izleyen kadın" gibi bir başlık takılmıştı sözlükte. bundan sanki inanılmaz bir durummuş gibi bahsedilmesi komik. belgesel izlemenin cinsiyetle ilgisi olduğunu düşünmek de ayrıca abes. ama bence asıl mercek altına alınması gereken nokta, belgesel denince akıllara sadece hayvanlar aleminin gelmesi olabilir. suç belgesellerinin underrated kalması ilginç, bana sorarsanız sapiens türü daha entrikalı. buna rağmen reytinglerde serengeti düzlüklerinde zebra avlayan aslanlar kadar rağbet görmüyorlar. belki de böylesi daha hayırlıdır.

mike peterson denen adamın, aile dostu olan ve evine iki dakikalık mesafede oturan kadın merdiven dibinde ölü bulunuyor. tam 17 yıl sonra birebir aynı şekilde karısı da ölüyor. ikisini de son gören aynı kişi; yani mike. iki kadın da çok fazla miktarda kanın içinde bulunuyorlar. ikisinin de kafasında benzer darbeler var. bir insanın hayatındaki iki kadın da merdivenden düşerek ölecek öyle mi? lamı cimi yok buna ya tesadüf diyeceğiz, ya da yıldırım aynı yere iki kere düşmez. şüpheler, adlî tıp incelemeleri, tüm oklar ve biraz sağduyu bize malûm şahsı işaret ediyor.

making a murderer sonrası öğrendiğimiz bazı şeyler vardı. steven avery'nin aleyhindeki olumsuz bilgilere yer verilmemesi, belgeselin bir nebze (belki daha fazla) taraflı olduğunu göstermişti. ama tolerans gösterilebilir buluyorum. zira hem ortaya çıkan iş her anlamda çok iyiydi. hem de her belgeselin taraflı olma hakkı vardır. ayrıca steven'ın 20 yıl boş yere hapis yatması gibi akıl almaz hukuki hatalar söz konusuydu. yaşadıkları alışılagelmişin dışında bir mağduriyetti. mike'la mukayese edilemez. bir diğer netflix ve taraflı belgesel örneği; amanda knox. diğerlerinden farklı olarak bu kötü bir belgesel. üstünde durmaya ve onlarla aynı kefeye koymaya bile lüzum yok. gerçekten berbattı. en bariz taraflılık da ondaydı. hatta kısaca bir 'aklama projesi' olarak bile tanımlayabiliriz.

kim ne derse desin, the staircase'te 13 bölüm boyunca taraflı bir belgesel izledik ve bu benim asabımı ziyadesiyle bozdu. artık son bölümde, katty'nin kardeşi mahkemede son bir konuşma yapmak için çıktığında bu kadarını beklemiyordum. birden can sıkıntım hafifledi. içimin yağları eridi. ruhum ferahladı resmen. yılların dolmuşluğunu mike ile avukatının yüzüne doğru bir bir saydı. tüm sinirlerimin gevşediğini hissettim. vicdanlarında biraz olsun bir hareketlenme olmuş mudur acaba? (eğer varsa tabiî -vicdan nedir/neye denir- bu da ayrı bir tartışma konusu ya neyse) tam da çalışkan ahmet repliği gibi "eğer anlayacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim, ama ondan da anlamazsınız ki siz" durumu.

katty'nin kız kardeşleri eğer mike'ı kötüleme derdinde olup, önyargılı veya agresif bir tutum takınsaydılar daha en başta katty&mike ilişkisi için olumlu ifadeler vermezlerdi. ama katty'nin ölüm fotoğraflarını gördüklerinde bizim topraklarda denilen tabirle; ciğerleri yanıyor. erkek savcının da kapanış konuşmasında dediği gibi "bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir" işte o foto ve fotolar konuşuyor sadece. çünkü ondan geriye bir şeyler anlatabilecek bir tek o kareler kaldı. çok acı verici bir durum. bu yüzden belgesel boyunca katty'nin ailesinin tarafındaydım.

david rudolf denen avukat hiç şüphesiz ki işinin erbabı. onun da dediği gibi amaç müvekkilinin masumluğunu kanıtlamak değildi. saatlerce izlediğimiz tüm o mahkeme ve duruşmalara hazırlık süreçleri de çıplak kral'a hayâli kıyafetler giydirme sanrıları yaratmaktan başka bir şey değildi zaten. yeter ki kimse kral'ın çıplak olduğunu düşünmesin. ilgiyi başka yerlere çekelim. insanların düşünme dirençlerini kıralım. avantajımız olan her şeyi kullanalım. kendi tuttuğumuz uzmanları çıkartıp konuşturalım. ortalığı bulandıralım. nerede bir boşluk, bir gedik bir açık yakalarsak dibini kazıyacak kadar kendimize yontalım. mahkemede cinayet aletinin şömine sopası varsayılması akabinde sopanın üç ay sonra ortaya çıkmasına tepkim tam olarak şuydu:


alanında uzman çeşitli adamları aynı masada etrafında toplayıp olayı inceledikleri sahnelerde, uzmanlardan biri kafadaki kesikleri karpuzun yere düştüğünde birçok yerden patlaması örneğini vererek sorguluyordu. içimden "seriously?" tepkisi verdim. avukat rudolf, polis memuru duane deaver'ın yaptığı kanlı sünger testlerini küçümseyerek dalga geçti durdu da, o ve ekibinin yaptıkları ondan aşağı kalır sayılmazdı.

yalnız şunu belirtmem lazım, kadın savcının kapanış konuşmasında jüriye biseksüellik üzerine dediklerini oldukça sert buldum. o tutumu şimdiki political correctness konjonktürü içinde düşünemeyiz bile. böyle bir belgesel aracılığıyla zamanla gerçekleşen bu türden değişimleri gözlemlemek de oldukça ilginçti.

yukarıda bir yazar arkadaş üçüncü bir kişinin üzerinde durulmadığından bahsetmiş. her iki taraf da bu ihtimalin üzerinde durmadıysa üçüncü bir kişi ihtimalinin imkansıza en yakın seçenek olduğunu tahmin ediyorum. parmak izi, ayak izi, alarm, belki güvenlik kamerası kayıtlarıyla vs bunun olabilitesi sıfıra indirgenmiş olabilir. aksi takdirde rudolf bu konunun da üstüne giderdi.

belgeselde üzerinde durulmayan diğer şeyler: mike'ın ponçik aile saadeti dışındaki her şey.

az buz değil 13 bölüm yapıyorsunuz ama sadece tek bir bölümü bile katherine'e ayırmamak da neyin nesidir? bu kadın kimdir, nerde ve nasıl büyümüştür hiçbir ayrıntıya girilmedi. ama hepsinden önemlisi parası kimlere kaldı? en çok merak ettiğim buydu. eğer mike ve üvey çocukları mirasından pay aldılarsa cinayetin topluca planlanarak işlenmiş olabileceğini düşünmeye bile başlayabilirim. (baykuş teorisinden daha mantıklı kimse kusura bakmasın)

mike ile araları nasıldı? kavga ederler miydi? tartışırlar mıydı? gibi sorulara çocukları, eş ve dostları sadece katty'nin mike'a takılmayı sevdiğini söylüyorlardı. hatta mike bile biseksüellik mevzusunda katty'nin onunla espri yollu takıldığını söylemişti. bu noktada ego devreye girmiş olabilir. yıllarca egosu bu takılmalarla sarsılmıştır ve belki antrapoz geçiriyordur. eskiden yazdığı köşe yazılarını okuyordu mike. orada "biriyle dalga geçerseniz, onu küçük duruma düşürürseniz bu o kişide kötü etkiler yaratabilir" gibi bir şey diyordu. bunu deme nedeni 'yazılarımla yetkili mercileri kızdırmış olabilirim, bana komplo kurulmuş olabilir' imâsıydı muhtemelen. ama ben tamamen farazi bir şekilde o ve katty arasındaki ilişki dinamiklerinin getirdiği sonuca yorumlamayı tercih ediyorum.

7 darbe ve bu darbeler kafatasını çatlatacak ya da beyninde ödem oluşmasını sağlayacak kadar sert değil. bu da nefretle değil de egosal durumlar neticesine uyuyor. cinsellik ise ayrıca başka bir boyutu. kadınlara karşı yetersizlik onu şiddete, kitabında yazdığı gibi "öldürmek ve cinsellik" bağdaştırımına götürmüş olabilir.

bu tür belgeselleri izlerken katiller açısından acaba zamanı geri döndürme şansları olsa yine aynı cinayeti işlerler miydi diye düşünürüm. öyle basit gözlemlerle yargıya varılabilecek bir şey değil bu elbette ki. mike peterson'ın peşine bir belgesel ekibi takarak really show tadında çekimler yapması bana aksini hissettirdi. belki hayatı boyunca istediği şöhrete ulaşamadı, bu popülarite hoşuna gitti ve kullanmak istedi. kendini anlatmayı, ifade etmeyi, sanatsal referanslar vermeyi seven bir yapısı var en nihayetinde. hiç de ilgiden sıkılmışa benzemiyordu.

mike peterson'ın entelektüel biri olması belgeseli izlenir kılan etkenlerdendi. izleyenler bilir yine bir netflix işi olan evil genius belgeselindeki kadın da böyleydi ve o da eski kocalarını benzer şekillerde öldürmekle suçlanıyordu. bu adamın da geçmişindeki iki kadını aynı şekilde öldürmüş olma ihtimali oldukça tuhaf. zeki olup da, aynı metodlarla cinayet işlemek ne çeşit bir psikolojinin sonucudur merak ediyorum. "yeni heyecanlar peşinde koşmama gerek yok. riske girmeyeyim bildiğim tarzdan aynen devam" mı diyorlar, ne düşünüyorlar acaba?


mike hapiste yaşadığı zorlukları anlatırken onunla empati kurup, ona üzülmemizi bekliyordu belli ki. peki ya katty son nefesini verirken neler yaşadı? sürekli "burda bir değil birçok kurban var" diyor bir de. hayır tek kurban var o da kafasındaki 7 yarıkla acılar içinde ölen katty. sen paranın gücü sayesinde sadece 8 yıl hapis cezasıyla sıyrıldın. tıpkı the jinx belgeselinde izlediğimiz robert gibi mike'ta da para ve hitap gücü vardı. evil genius'daki kadın jinx'teki robert ve staircase mike. kesişim özellikleri; zeka, hitap yeteneği, para, manipüle güçleri. ve tabii ki öldürmeyi çok iyi bilmeleri.

ama masumiyet karinesi, adil yargılanmama, soruşturmaya düşen şüphe... günün sonunda düşündüklerim sadece kötülüğün form değiştiren yapısının ürkütücülüğü oluyor. kötülük birçok şekle bürünebiliyor. dışardan sevgi dolu görünen, yetim çocukları evlatlık alacak kadar koca yürekli bir iyi aile babası kılığına bile. hukukun işleyişi gereği hatanın küçüğü büyüğü yoktur düsturu hakim. davaya en ufak bir gölge düşmüşse af yok. herkes suçu ispat edilene kadar masumdur. sistemde herhangi bir usulsüzlük yakalanması durumunda çuvaldaki tüm incirler berbat olur. bu durum aslında ayan beyan ortada olan hadiselerde bile kimilerine kurtuluş olabiliyor. para, güç, biraz şans ve yetenekle hapiste ölmekten kurtulan mike peterson gibi.

belgesel boyunca avukat ve dedektifle, çocuklarıyla, kardeşleriyle aralarındaki sohbetler fazlasıyla kakara kikiri modunda geçti. hayretler içinde izledim. özellikle kızların yüzlerinde hep bir sırıtma ifadesi. espriler, gülüşmeler. mike'ın ağzından düşmeyen piposu ve sürekli edebiyat parçalayan lafları. la kadın öldü gitti gitti heeyy alooo!

kızlar açısından düşünüyorum evet adam görünen o ki iyi bir baba ve haliyle ona tapıyorlar. ama gayet ortada bariz bir diğer şey de onun hem biyolojik hem üvey annelerini -muhtemelen- öldüren bir adam olması. peki ya üvey oğulları. bu kadın hiç mi annelik yapmamış bu çocuklara dedim içimden. hiç mi sevmemişler onu. babalarına olan sonsuz inanç ve itimadlarını zerre olsun sorgulama gereği bile duymadılar. içlerinden biri daha merdiven dibinde küçük bir kan göleti içinde ölü bulunsa, kalan sağlar bizimdir der babişkolarına yine aynı güvenle sarılmaya devam ederlerdi eminim.

911'i aradığında nefes alıyor dediği kadının kanlarını 5 dk sonra gelen ekibin tamamen kurumuş halde bulması sorun değil nasılsa. pilates topu mu ki bu kadın düşünce ordan oraya sekerek kafası 7 ayrı yerden yarılsın gibi sorulara da gerek yok. geri zekâlı deaver'ın hatalarını bire on katıp ekmeğimize yağ niyetine sürebileceğimiz bir avukatımız da var zaten. netflix bile üşenmemiş youtube'a baykuş teorisi zırvalığı adında bir video koymuş. serinin devamını bekliyorum baykuş, karga, geyik vb. aman ha mike falan olmasın sakın! hiç mantıklı değil, zaten adam sevgi kelebeği maşallah. yok canım daha neler ne şüphelisi ne zanlısı.

vicdanlara inen perde olarak görüyorum bunu. salak değiller. onlar da çok iyi biliyor. finalde mike'ın seçtiği leonard cohen şarkısının adı "everbody knows" evet aynen öyle, everbody knows. herkes biliyor.

"everybody knows that the boat is leaking
everybody knows that the captain lied."